Reklam

PEŞ PEŞE KÂBUSLAR

Irmak Titiz Mor ışık yandı

PEŞ PEŞE KÂBUSLAR
04 Eylül 2020 - 22:07

Irmak Titiz

Mor ışık yandı. Gözlerim hâlâ trafik ışığında olmasına rağmen kalabalıkla sürüklenmeye başlıyorum. Yaya geçidindeki herkesi bir yerden tanıyordum sanki.  Başımda bir ağrı var, ama daha çok, kaşlarım titriyor, yüzümden kopmak istiyor gibi geliyor. Bu sızı yürüdükçe, birileri ayakkabımın arkasına basıp, topuklarımı ezdikçe azalıyor. Bastırılıyor. Tam o sırada, sanki göğsüm, sadece gökyüzüne döndüğümde dolabilirmiş gibi başımı göğe çevirdiğimde, Necmi Abi’yi görüyorum. Abi, abi, Necmi Abi, diye sayıklaya sayıklaya kendime yol açmaya çalışıyorum. Üniversitedeki ceketi vardı üstünde, ne âlem adamsın, diyorum içimden. Sen git doktoralar yap, ün yap, çevre yap, peşinde koşulsun, mütevazılıkla egoistliği tuhaf bir şekilde aynanda yürüt, hala üstünde hantal, yirmi yıllık ceket olsun… Gökyüzünün tek bir ton değişmeyen mavisine bir toz bulutu mu karıştı ne? Yok daha neler, adam yirmi yıldır aynısı şeyi giyiyordur da, yıkamıştır illa ki, uyduruyorum herhalde. Yok, yok, ellerimde nostaljik, sofa arkası tozu var be. Necmi Abi nasılsın? Duymuyor. Abi arkandayım, ya ne zaman oldu, nasılsın, çok duyuyorum ismini. O omuz dönmüyor işte. Hatta omzuna dokunan parmaklarımda sessiz bir uyuşma başlıyor, boşluğa dokunuyorum sanki. Abi senin işleri herkes biliyor zaten, benimkiler de ne yalan söyleyeyim, tıkırında. İyi bir ödül aldık, daha geçen hafta hem de, yurt dışında. Duydun mu Necmi Abi? Valla aklımdan geçmedin değil, hele de o proje zamanları, her dediğin aklımda, sağ olasın. Sen de işe gidiyorsun herhalde, abi dönsene arkanı, biliyorum duyuyorsun, diyorum işe gidiyorsun herhalde, ben de gidiyorum, karşıda bizim ofis, meydanın ora, plazalar, abi sen iyi misin, tansiyonun mu düştü acaba, saat erken, kahvaltı etmemişsindir tabi, abi baksana sen bi… Omzundan tuttuğum gibi çeviriyorum sis gibi tozla kaplı bedenini. Önce korkuyorum ya başkasıysa, adamın tekini rahatsız ettiysem, yok, cidden Necmi Abi bu. Gözleri fıldır fıldır dolaşıyor yüzümde, omuzlarıma küçük sevinçler doluyor, ulan yaşlanmışsın sen de, diyecek, hayret, diyecek, aferin, diyecek. Yok. Göremiyorum seni, diyor. Sonra çektiği gibi gidiyor.

Ya cevabına ya kaldırıma takıldığım için tökezliyorum biraz. Ben, daha ne demek istedi, neden böyle dedi, ben şimdi bu tatsız karşılaşmayı nasıl unutacağım, diye düşünemeden bir olay daha yaşanıyor. Necmi Abi simitçinin önünde, bir açmayı işaret ediyor parmağıyla, sonra avucundaki parayı sayıyor, simitçiye iki kelime ediyor, devam ediyor yoluna. E görüyor bu adam, diyorum. Simitçiye koşuyorum. Gözlerim kafamdan ayrılıyor, bana yukarıdan, uzaktan bir yerden bakıyor. Halimin tuhaflığının farkına varıyorum. Simitçiye iki simit diyorum. Elimle iki işareti. Adamın gözleri benimkilerle buluşmuyor. Panik oluyorum.  Alacak nefes seçemiyorum havadan. Bu da görmüyor beni! Koştur koştur iskeleye gidiyorum. Necmi Abi’yi görebiliyorum, bekleşiyor ilerde. Kafam dönmüş, neredeyim ben? Yanlış tarafa mı girdim? Pardon, Kadıköy vapuru mu bu, diye soruyorum görevliye.  Gözleri bulamıyor beni. Buradayım ama ben, buradayım işte, gözünüzün önünde. İşe gidiyorum ben. İyi bir işe gidiyorum ben. Necmi Abi, Necmi abi… Yakaladım seni sonunda. Niye kimse görmüyor beni? Herkes birbirini görüyor, bir beni görmüyor, olacak iş değil, haksızlık bana, yazık bana… Omuzlarını, gri ceketini sarsıyorum. Toz gözlerime yapıştı, bu yüzden gri görüyorum her şeyi, diye düşünüyorum önce. Kafamı kaldırıyorum yukarı. İskelenin tavanı. Geçti işte, kör değilim ya. Tekrar aşağı, ellerime, ayaklarıma indiriyorum bakışlarımı. Gri. Sonsuz ve minnacık bir grilik. Ben de kör oldum, diye sayıklıyorum. Ben de bana kör olmuşum.

Sabah olmuş. Uyanıyorum. Sonra da peş peşe kâbuslar görüyorum.