Reklam

Çivi

Çivi
03 Eylül 2020 - 15:48

Cem Alptekin

“Dağılsak da göç yollarında

 Yarın bizim bütün dünya”

 Murathan Mungan

Uyandığında, üzerinden alçak uçuş yapan martıların şımarık çığlıklarını duydu. Taş ağrısına benzer bir ağrı sol böğrüne yapışmış onu fare gibi kemiriyordu. Midesinden yayılan bulantı suya düşen taş misali boğazına doğru dalga dalga yayıldı. Sağ yanına döndü ayaklarını karnına çekti ve birkaç sefer öğürdü. Ağzından gelen safra çakılla karışık betonu ıslattı. Boylu boyunca uzandığı yer, iki adam boyundan fazla uzunlukta beton bloklardan oluşturulmuş üstü açık dikdörtgenimsi bir hücreyi andırıyordu. Gökyüzüne baktı. Açık mavi bir tente gibi üzerinde dalgalanıyordu. Acıyla inleyerek doğruldu. Sağ ayak bileğinden yayılan acıyla kendisinin bile garipsediği bir çığlık attı. Nasıl gelmişti buraya? Sorular çoğaldıkça çoğaldı. Beton duvarlar fi tarihinden kalma taş sütunlar gibi devleşirken, o akşam karanlığında onlarca takımyıldız ve ara sıra kayan göktaşlarını gördü. Kâbustan uyanmak istercesine tiz bir sesle bağırdı.

-Kimse var mı? Kimsiniz! Benden ne istiyorsunuz! Burası neresi?

Martıların çığlıklarını duyuyordu. Yağmayı bekleyen yerlilerin uğultulu çığlıkları gibiydi ve sesler saatlerce geceyi hançerledi. Ay tam yedi renge büründü. Adam tam yedi tane isim denedi. Hiç biri bir şey ifade etmiyordu. Avuçlarıyla şakaklarını sinirlice ovuşturdu. Sonra silindi her şey.

Ilık bir rüzgârın yaladığı uzun kirpiklerini birkaç kez oynattı. Dalgalar kale duvarlarını döven toplar gibi çarpıyor, her çarpışta iliklerine kadar titriyordu. Gözünü açtı. Uzun bir gecenin kendisinden sakladığı ve beton bloğa adeta sülük gibi yapışmış paslı, siyah renkli, kalın, başı eğik çiviyi gördü.

Hızlıca doğruldu yattığı yerden. Atıldığı beton bloktaki pürüzler elini acıttı. Ellerine bakarken çocukluğunu mahveden o lanet briket duvarlar canlandı. Kaç kere can havli ile tırmanmış, uçup giden topları kurtarmak için elinden geleni yapmıştı. Briket üstüne ekilmiş; acıtsın, kanatsın, yıldırsın diye konmuş cam kırıkları elini hınçla kanatırken, zalim acuze elindeki uzun kasap bıçağını her seferde başka bir renkteki topa saplıyordu. İlk dikenli, telli duvar aşma deneyimi böyle sonuçlanmıştı. Başaramamıştı. İçindeki hınç karnından göğsüne doğru bir silindir gibi tırmanırken ve kanayan elleri titrerken, bağıramamak gibi bir şeydi bu. Öteden beri olan ve kısa aralıklarla gelip giden hislerdi. Acıyan ayağın, çizilmiş ellerin ağrısı, sol elin çiviyi yakalamasıyla azaldı.

Adam tüm kuvvetini sol koluna vermiş tüm yaralı bedenini yukarı çekmeye çalışıyordu ama desteksiz olmayacak gibiydi. Sonra kanayan sağ elini ve duvara sürte sürte kanattığı dizlerini kullandı. Küçük bir delik gördü çivinin üst kısmında. Gayretleri sonuç vermeye başlamış, alnı ancak bir yürek kadar büyük bir deliğin hizasına gelmişti. Uzakta pusun ardında seçilen yüksek binaları ve binaların üstünden uçan uçakları gördü. Baktıkça netleşiyordu görüntüler. Sonra büyük yollar ve üzerinde küçük arabalar seçilir oldu. Çok da uzak olmayan bir mesafeden geçen bir balıkçı teknesi gördü. Bağırdı, ıslık çaldı ancak sesler beton blokların arasında seken bir mermi gibi kayboldu. Aşağı indi ve gömleğini yırttı. Kalan parçaları kanayan ellerine doladı ve tekrar tırmandı. Beyaz bayrağa benzeyen elbise parçasını delikten sarkıtmaya çalıştı. Çiviye tutunduğu eli kayıverdi. Kayarken çivi sağ kaburga altından derisinde derin bir yırtık açtı. Ağlamaklı çığlıklarına martıların kahkahaları eşlik etti.

Karanlık gökyüzü içinde samanyolu tüy bulutlar gibi kayıp gitti. Adam sağ eli yarasının üstünde bildiği bütün duaları etti. Peygamberlerden, meleklerden, azizlerden, seyitlerden, evliyalardan dervişlerden tanıdık bir yüz, tanıdık bir isim aradı gece karanlığında. Yıldızlar siyah tuale, akrilik boya ile çizilmişçesine parlıyordu. Karanlık, yorgan gibi örtündü üzerine ve o derin uykulara daldı.

Üçüncü gün tüm umutlarını basamak yaparcasına asıldı çiviye. Bir kere ihanetini gördüğü dostuna bakar gibi bakıyordu. Tutundu ona ve acı çeke çeke deliğe ulaştı. Şehrin bir tarafından dumanlar yükseliyordu. Korktu. Yoksa burada da mı savaş vardı? Ama şehrin yüksek boylu binaları sapasağlamdı. Yollarda arabalar karıncalar gibi sıralı gidiyorlardı. Beyaz gömleğinden yaptığı bayrağı delikten dışarı sarkıttı. Sınıf penceresinden dışarıyı izleyen ve dil bilmeyen bir çocuğun mahsunluğu vardı üzerinde. Yarım metre daha yukarıda üç martı hizalanmış, kibirli bakışlarla onu süzüyorlardı.

Saatler, gelmeyen sevgiliyi bekler gibi geçip giderken o ölüm mangasından bir gün daha dilenen savaş esiri gibi baktı martılara. Martılar aralarında lafladılar. Arada bir dönüp adama baktılar. Gagalarını havaya kaldırıp karanlık perdeyi indirdiler.

Suyun içinde çırpınıyordu. Göğsü acıyordu içerden bir şey yırtarcasına hem de. Yıldırımlar kamçı gibi iniyordu denizin kara kalçalarına. Dalgalar nasırlı eller gibi tokatlıyordu kadınları, adamları ve çocukları. Çığlıkları Olimpos dağından duyuluyordu. Yüzüne damlayan yağmur damlası ile açıldı gözleri. Sert bir rüzgâr türedi. Beyaz bayrağın betona çarpan sesini dinledi. Bayrak sallandıkça, o uçsuz denizlerde yol aldı. Keyiflendi. Çiviye güvenle baktı. Rüzgâr alabildiğine sertleşti. Beyaz bayrak bir uçurtma gibi ip istiyordu. Dayanamadı, kopardı kendini. Çividen kurtulan kolla birlikte uçup gitti gömlek. Adam öfkeyle koştu çiviye. Bağırdı, kükredi, küfürleri birbiri ardına sıraladı.

Geçen saatler, duran yağmur ve ıslak kirpikler. Son bir umutla tırmandı çiviye. Uzaktan geçen gemileri, hiç arkasına bakmayan bir baba gibi dikilen deniz fenerini, şehrin üzerindeki kiremit rengi bulutları, uzaktan uçan uçakları, otoyoldaki minicik arabaları izledi. İçi buz kesiyordu. Uyumak isteyen bir kar tipisi mağduru gibi teslimiyetin verdiği huzurla hafifçe gülümsedi

Üstünü çıkarmaya başladı. Martılar birer birer gelip, sıra sıra dizildiler. Bir kısmı sol gözüyle, diğerleri sağ gözüyle izledi adamı. Ay o gece çıkmadı. Yıldızlar hiç bu kadar parlak olmamıştı. Ayakkabı bağlarını söktü. İki kat bağladı. Çiviyle göz göze gelmemeye çalışarak ipi doladı. İlmek boynuna zor bela sığdı. Deniz fenerinin göğü lazer gibi yardığı o gece, son sözünü söylemeden ayağını boşluğa bıraktı adam. Titreyen, kasılan bedeni beton duvara çarparken, göz bebeklerinde bir çocuk azgın dalgaların arasında kollarından kayıp gitti. Dalgalar beton bloğu zikir halinde döverken, adam kolları açık, elleri kanlı, bir afiş gibi yapıştı duvara.