Reklam

Eylül

Eylül
02 Eylül 2020 - 16:07

Dilek Kürçer

 Hepimiz yazlıkta bir araya geldik bu yaz da çok şükür. Kızlarım, damatlar ve torunlar. Bütün evde sabahın erken saatlerinden başlayıp gece yarısına kadar süren tatlı bir telaş ve heyecan hakim. Sonrasında gelen huzur dolu sessizlik. Sadece kuş ve dalga sesleri…

 Bu sabah yine çok erken uyandım. Ama son derece huzurlu ve dinlenmiş biçimde. Çocuklar hala derin uykudalar sanırım. Dışardan bahçıvanın çalıştırdığı fıskiyenin dinlendirici sesine eşlik eden taze çim kokusu geliyor. Sebebini bilemediğim bir telaş var içimde. Bir an evvel kalkıp denize doğru yürümek için inanılmaz bir istek duyuyorum içimde. Hava dışarıda yavaş yavaş ısınmaya başlamış bile. Ama odamın içerisi taş duvarlar ve yüksek tavanlar nedeniyle oldukça serin. Üzerime geçirdiğim beyaz fisto elbisemle büyük ahşap oda kapısından adım atıyorum bahçeye. Ruhum nihayet dingin, yüreğimde öyle. Çıplak ayaklarımla çimlere basarken etraftan mis kokan çam ağaçlarının ve geçen yıl ektiğimiz lavantaların kokusu geliyor burnuma. Bahçede, çalışanların sabah kahvaltısı hazırlama telaşı. Onları selamlayıp ağır adımlarla bahçeyi geçerek çıkıyorum evimin kapısından. Az ilerde küçük bir patikayı ve sonrasında masmavi uçsuz bucaksız denizimi görüyorum. Sanki çağırıyorlar beni. Adımlarımı hızlandırıp sabırsızca patikayı geçiyor ve kumla buluşuyorum yine .Önce selamlıyorum uçsuz bucaksız maviliği. Ellerimi daldırıyorum buz gibi suya. Ayaklarımı yalayan dalgalar tuhaf bir ürpertiye sebep oluyorlar bedenimde. Sonra su dolu avuçlarımı yüzüme boynuma götürüyorum. Tuzun o muhteşem kokusu genzimi yaksa da sanki yeniden uykudan uyanmışcasına bir mahrurlukla uzanıyorum şezlonguma. Uzandığım yerden önce gökyüzüne sonra ufka bakıyorum. Ve bir kere daha yüreğimin tüm coşkusu ile şükrediyorum yaradana. Masmavi olan her şey için sonsuz minnet ve şükürle. Sonra şu koca deryayı taşmadan, yıkmadan yerinde tutan o büyük gücü düşünüyorum. Ne büyük mucize ya rab. Ne büyük hikmet. Her gün farkına vararak ya da varmadan yaşadığımız onca lutüf ve mucizeden sadece biri oysa. Sonra sonsuz bir dinginlik kaplıyor tüm bedenimi ve hafifçe gözlerimi kapatarak yüreğimin ona doğru yol almasına izin veriyorum. Uyku ile uyanıklık arasında olan bir hal içindeyim.Hasretini çektiğim buluşma anını hayal ediyorum. O upuzun yolun neresindeyim acaba,gittikçe beni vuslata yaklaştıran o yolun neresinde? Çok uzağında değilim aslında, hissediyorum.

 Bu durumu teyit eden bembeyaz saçlarım yolun ortasını çoktan geçtiğimi hatırlatıyor adeta. Yakın mı, daha mı yakın o büyük buluşma anı acaba? Birden tarifsiz bir mutluluk ve heyecan kaplıyor tüm bedenimi. Hafif bir ürpermeye belli belirsiz titremeler eşlik ediyor tenime. Mavi şezlongumda öylece uzanırken birden bire her şey mavi oluyor etrafımda. Gök, yer, her şey masmavi, yani umudun rengi. Hatta yüreğim, duygularım bile masmavi. İşte tam o anda garip bir sis dalgası sarıyor etrafımı. Çevreliyor sanki yakınımdaki her şeyi. Sonra bulutların arasına doğru yükseliyorum. Çevreliyor dört bir yanımı, içlerine alıyorlar beni. Yavaşça ve hayranlıkla doğruluyorum yerimden. Yavaş yavaş, küçük adımlarla yürüyorum önümde açılan yola doğru. Ben adım attıkça her bir bulut kümesi açılıp yol veriyorlar adeta. Bu öyle bir yol ki, ne toprak ne de taş. Attığım her adımda önümde açılan mavi yolda zahmetsizce ilerliyorum, hiçbir engelle karşılaşmadan. Masmavi, upuzun bir yoldayım şimdi.Sonsuz bir sukunet kaplamış her yeri. Kulağıma gelen tek ses, daha önce hiç dinlemediğim ama nasılsa o olduğunu bildiğim bülbül sesleri. Burnuma kadar gelen misk-i amber kokuları ve etrafımı sarmalayan bembeyaz bulutlar. Hem bir an önce ulaşmak istiyorum yolun sonuna, hem de bu büyü hemen bitmesin istiyorum içten içe. Vücuduma yayılan sonsuz huzurun etkisi ile nefes almayı bırakıyorum bilinçsizce. Sadece adım atıyorum o kadar. Hiç acıkmıyorum mesela, hiç yorulmuyorum. Ama ağzımın içi kuruyor ve bitmek tükenmek bilmeyen bir susuzluk kaplıyor tüm bedenimi. Sanki nehirleri içsem de dinmeyecek gibi... Bu halde ilerlerken, çok da uzak olmayan bir yerde kocaman bir kapı ilişiyor gözüme. Ve ben korkmadan yavaş yavaş ilerliyorum ona doğru. Yaklaştıkça büyüyor, büyüyor devasa bir hal alıyor o kocaman kapı. Ve iki yanında iki nöbetçi. Upuzunlar. Başları en yükseklere değecek gibi, ve evet nihayet yanlarındayım.Başımı kaldırıp bakıyorum yüzlerine. Ne bir korku kaplıyor yüreğimi ne de bir endişe. Aman Allah’ım o ne güzel gözler. İri, simsiyah ve gülümseyen gözler…Konuşmadan sadece elleri ile kapının üzerindeki demir tokmağı işaret ediyorlar. Ve gözleriyle de ‘Eğer içeri girmek istiyorsan isteklice çalmalısın önce’ diyorlar sanki. Hızlıca ve hemen.Daha sonra değil der gibi. Girmek için can atıyorum içeriye. Bir an, bir an evvel girmeliyim. Tam uzanacakken kapıya ansızın bir sesle irkiliyorum; Anneannee, Anneannee. Evet, bu Eylül’ümün sesi. Uyanıp beni odamda bulamayınca tahmin etmiş olmalı burada olduğumu o küçüçük yüreğiyle. ‘Anneanneciğim.’

 Sonra onun sesi ile dönüyorum geriye ve işte orada. Bana doğru koşarak geliyor. Yerimden kalkıp onu kucaklayacakken tekrar dönüyorum geriye, o kocaman tokmaklı kapıya. Ama ne kapıdan iz var ne de ona uzanan mavi yoldan. Ama olsun, Eylül’üm beni çağırıyor, bana geliyor işte. Kollarımı kocaman açıp sımsıkı sarılıyorum minicik bedenine. Saçları dağlıyor yüzüme, ellerime ve işte yine o koku. Misk-i amber kokusu saçlarında, teninde, her yerinde.

 Ellerimi sıkıca tutuyor ve  yavaş adımlarla ilerliyoruz dünya bahçemize… Taze ekmek kokusu yeni demlenen çay kokusuna karışmış. Pür neşe bir sofra. Herkes sofrada bizi bekliyor sabırsızlıkla. Gülerek yaklaşıyoruz onlara. Eylül bırakmıyor sımsıkı tuttuğu ellerimi, aslında tam da yüreğimi. ‘Anneanne’ diyor eğilip kulağıma, ‘Daha değil daha değil…’. Sonra birden mazi canlanıyor gözümde .Tıpkı annesinin doğumuna günler kala rahmetli annemin endişelerimi hafifletmek adına kulağıma eğilip fısıldadığı gibi, ‘Yavrum korkma; daha değil daha değil…’.

SON