Reklam

Öykülerin içinde ben de varım

Öykülerin içinde ben de varım
07 Haziran 2024 - 18:05
İlk öykü kitabı Kayıp Kelimeler ile okurlarıyla buluşan Mezide Yılmaz, Edebiyat Atölyesi'nin sorularını yanıtladı. Yılmaz, "Toplumsal sorunların ve sancılı dönüşümlerin her birinin sanatı beslediğini düşünüyorum" diyor. 

İlk kitabınız hayırlı olsun. Bu yolculuğa ne zaman ve nasıl başladınız, hazırlık aşaması ne kadar sürdü?

Teşekkür ederim. Sürekli bir şeyler yazardım. Ancak hiç biri öykü formunda değildi. Aklıma ne geldiyse, içimden ne geçiyorsa yazıyor bir klasörün arasında biriktiriyordum. Şimdi baktığımda onlar günlük rutin yazma egzersizleriymiş ve bu günlere hazırlıkmış. Ciddi olarak öyküleştirmeye başlayarak yazmam 2019 yılının son günlerinde, İzmir Yazı Atölyesinden içeri adım atmamla başladı. Gördüğüm bir fotoğrafı, duyduğum bir sözü, dinlediğim bir olayı nasıl öyküleştireceğimi yazı atölyesiyle beraber öğrendim. 
Kitaba hazırlık aşamasına gelince yazdığım öykülerin sayısı artınca, birer ikişer dergilerde yayımlanmaya başladığında kitaplaştırma fikri de doğdu. Kafamda tamamen netleştirip dosyamı tamamlamam iki yıl gibi bir süreyi kapsadı.

Kayıp Kelimeler, öznel hikayelerden yola çıkarak genele ulaşan bir kitap görüntüsü veriyor. Öykülerin ne kadarı sizsiniz?

Evet, öykülerin içinde ben de varım. Kurgular arasında da olsa kolundaki yamasından utanan yedi yaşındaki kız çocuğu, bir türlü sırası gelmediği için bisiklet sürmeyi öğrenemeyen bir ben, saçlarının gözlerinin önüne gelmesini sevmediğinden nasıl göründüğüne çok da önem vermeden önden bir tutamı alıp tokayla tutturan veya evlenirken arkadaşının gelinliğini giyinip on sekiz ay koltuk taksidini ödeyen genç bir kadın olarak öykülerimin arasında gezindim. Ancak saçlarını kısacık kestiren ve kelimelerini kaybeden kadının öyküsüyle tamamen ben, bir de aileme borcum dediğim yaşanılan bir yas sürecini öykülerim arasına aldım. 

Toplumsal konulara da değiniliyor… Madenciler, kent dönüşümü gibi… Bu anlamda sanatla toplumsal sorunlar iç içe midir sizce?

Olmaz mı? Toplumsal sorunların ve sancılı dönüşümlerin her birinin sanatı beslediğini düşünüyorum. Yakını tarafından öldürülen bir kadının ardından minik kızının gözyaşları şiirin dizelerini oluşturuyorsa, bir maden kazasında göçük altında kalanlara yakılan ağıtlar, babasının gelişini bekleyen küçük bir çocuğun bakışındaki korku öyküleşiyorsa, metropolde yaşayıp kente uyum sağlamaya çalışan ve ne oralı ne buralı olamayan bir gencin yaşadığı sancılar bir fotoğraf karesine yansıyor, romana konu oluyorsa veya hayata öfkesini masum bir kediye attığı tekmeden çıkaran kötü ruhlu insanların karanlığını beyaz perdede izliyorsak toplumsal konular sanatlaşmış diyemez miyiz? Yaşadığımız olaylara dikkat çekmek, farkındalık yaratmak, sanatla iç içe geçmişliği sayesinde çok daha görünür olduğunu düşünüyorum. Her bir şiir, her bir roman, her bir öykü, tuvale çizilen her bir resim, çekilen her bir film karesinin konusu biz, yaşadığımız dünya, içinde soluk alıp verdiğimiz toplum değil mi?

Kitapta da yer alan Antika Masallar öykünüz geçen yıl mansiyon aldı. Dereceye girmek bir yazarı nasıl etkiliyor? Daha fazla sorumluluk mu yoksa özgüven mi?

Ben, ona özgüven diyemem. Ancak, sorumluluğa evet derim. Dikkat çekmek istediğim konuları nasıl daha iyi anlatabilirim düşüncesiyle sorumluluk duygum arttı diyebilirim. Yalnız bir de şöyle bir durum var. 56 yaşımdayım. Kendimi, yeteneklerimi, yapabileceklerimi görme ve keşfetme aşamasında gelen bu mansiyonun neler başarabileceğim konusunda bana desteğinin büyüklüğünü de söylemeden geçemeyeceğim.  

Bazı öykülerde trajik olayların yoğun yaşandığını görüyoruz. Bu karanlık havayı bilinçli mi yarattınız yoksa öyle bir döneminize mi denk geldi?

Öykü atölyesinden içeri girdiğimde Kayıp Kelimelerimi bulmak için buradayım demiştim. Gerçekten de hatırlamadığım kayıp kelimelerim vardı. Uzun geçen hastane süreçlerim ve o dönemde yaşadıklarım, sevdiklerime belli etmemek için içimde kopan fırtınaları sadece yazıyordum. Bunların içinde kısacık bir kesiti bir öyküme aldım. Birinde de hastaneden eve döndüğümde mavi çizgili mendilin arasında saklı saçlarımı evde çok aradım ama nereye koyduğumu bulamadım. Yıllarca saklayıp tam da sığınacak bir şeye ihtiyaç duyduğunuzda arayıp bulamamak. İşte bu beni çok ağlatmıştı. Durup durup günlerce ağlamıştım herhalde. Bu da öykülerimde yer aldı. 
Bugün hayata umutla bakıyor, kendime bir şeyler katmak için çabalıyor ve geleceğe dair planlar yapıyorsam o karanlığın ardından mutlaka güneş doğacağını bildiğimden. Kitabımda da hayatımın dönüm noktası bu iki olayı öykülerimin arasına aldım. Evet, herkesin derdi var, yarası büyük. Ancak umutsuzluğa yer olmadığını, hayata küsmek yerine beni ne mutlu ediyor, kendim için ne yapabilirim diyebileceklerini göstermek onlara umut aşılamak istedim. Öyküler, şiirler yazmaya başladım. İkinci üniversitemi bitirdim. Bu defa sevdiğim bir bölümü Felsefe okudum. Hem de iyi bir dereceyle mezun oldum. Çünkü sevdiğim alanda eğitim görüyordum ve öğrenmek mutlu ediyordu beni. Hâlâ yapacağım işler olduğunu biliyorum. 
Bir öykümde de babamın bir telefon görüşmesiyle hatıralarım birleşti. Ölüm gibi soyut bir kavramın ne olduğunu henüz keşfetmeden yas tutmayı öğrenerek büyümüştüm. 48 yaşımda ortanca amcamın cenaze töreninde ben doğmadan önce vefat eden ve cenazesinin kaldırılışını hep dinlediğim, yasını tuttuğum büyük amcamın cenazesini de kaldırmıştım. O amcamın trajik ölümü o kadar uzun yıl geçse de unutulmamış dilden dile anlatılmaya devam etmişti. Bir öykünün içinde kardeşlerinin adının yaşamasının babam için çok kıymetli olduğunu gördüm. Öykü yazmaya başladıysam onların da, o öykülerimin arasında olması benim aileme borcummuş gibi hissettim. 
Diğer öykülerim tamamen kurgu. Acı ama hepsinde bir çocuğun yaşam öyküsü var. Madenci babasını kaybeden küçük kız var. Okurken bize acı gelen onun hayatı. O çocukların neler hissettiğini, neler yaşadığını gözler önüne sermek istedim. Zaman geçtikten sonra o çocukların kaçı aklımıza geliyor? Onlar hayata nasıl tutunuyor? Bunların önemli olduğunu düşünüyorum. 
Şiddet mağduru bir annenin cesaret gösteremeyişiyle aynı evde büyümekte olan çocuğunun yaşadıkları, yaşayacakları. Sürekli kadına şiddet diyoruz ama buna tanıklık ederek büyüyen o evdeki çocuklara ne oluyor, onlar neler yaşayarak ve hissederek büyüyor, bunun ne kadarını görüyoruz?
Kendi yaşam mücadelesini veremeyen bir babanın kolayı seçip tüm yükü gencecik bir çocuğun sırtına yükleyip gitmeyi tercih etmesi meselâ. 
Ya da çocuk gelinler. Tüm bu çocukların daha çok görünür ve bilinir olmalarını sağlamak için acı da olsa öykülerimde yerleri oldu. Sanırım çocuklar ve gençler benim yumuşak karnım. Onlar güzel bir hayatı hak ediyor, biz tüm yetişkinler de onları bu yaşamı vermekle yükümlüyüz. Toplumsal sorunların birileri üzerinde yarattığı etkiyi, acı da olsa durup düşündürmek adına öykülerimde yer vermek istedim. 

Bundan sonra öykü ile devam etmeyi mi düşünüyorsunuz yoksa romana ya da farklı türlere de yönelecek misiniz?

Sanırım ben öykü yazmayı seviyorum. Öykücülük yanımı besleyeceğini düşündüğüm için şiire yöneldim. Şiirde bir kaç dize ile bir ömrü anlatıyorsunuz. Daha güzel öykü yazabilmek için şiirle aramdaki bağı güçlendirerek devam edeceğimi biliyorum. Roman yazmak gibi bir düşünce aklımda belirmedi bile. İyi öykücü olmak yolunda kendimi nasıl geliştiririm, nasıl beslerim, neler yapabilirim diyerek okumaya, öğrenmeye, yazmaya devam edeceğim.