UÇMAG
03 Ocak 2025 - 10:16
Uğur Ülger
Human[1], hafif dalgalı deniz, serin rüzgâr, deniz kokusu, müşterilerin üzerine püskürtülen su buharı, masmavi gökyüzü ve uzun zaman sonra buluşmuş arkadaşlar…
Geriye doğru taradığı saçlarındaki gölge ile aynı renkteki soğuk birasından bir yudum alan Çağrı, bedenine yayılan serinliğin rahatlığıyla arkasına yaslandı ve denize bakarak “Yaşadığınız yerin kıymetini bilin. Valla burası cennet...”
Arkadaşları yerine sahile dönük bir şekilde oturan Canberk, sigara dumanını gökyüzüne üfledi: “Haklısın da… Bizim de aklımız fikrimiz Almanya, Kanada… Bir yerlere kapağı atmakta…” Çağrı, hilal dövmeli elini sallayarak “Herkes kendinde olmayanı istiyor, biliyon mu?” Canberk’in yanında oturan Alper, “Affedersiniz” diyerek çağırdığı garsondan “iki buzlu duble Talisker” istedi. Garson gittikten sonra bir eliyle tişörtündeki timsah deseni ile oynayarak “İzmir güzel ama çok kalabalıklaşmaya başladı,” dedi. Birasından bir yudum daha alan Çağrı, “Aynen, İstanbul’dan eğitimli zenginler geliyormuş. Aslında yatırım yapmak lazım. Beverly Hills olacak burası.” O sırada barın önünden yıpranmış, gri entarisiyle yaşlı bir adam ve beş-altı yaşlarında bir erkek çocuğu geçti. Çocuk, bebek arabasını iten adamın yanında yürüyordu. Sahildeki manav ve restorana ait çöp kutularının yanında durdular, kenara atılmış sebze ve meyve atıklarını karıştırmaya başladılar. Çocuk, arabadan bir sepet getirdi ve almaya değer gördüklerini koymaya başladı. Yaşlı adam çöpün kenarında bulduğu et parçalarını çakısıyla doğrayarak kedilere veriyordu. Yüzünde şefkatli bir gülümseme vardı.
Sahili seyreden Canberk, adam ve çocuğu göstererek “Bir de bunlar var,” dedi. Çağrı, “Suriyeli mi bunlar?” Canberk gülerek, “Yok abi. Org bunlar. Mordor’dan geliyorlar.” Çağrı, birazdan çığ düşecekmiş gibi çaresiz bir ses tonuyla “Kendi ülkelerini mahvettiler, şimdi buraya gelmiş sıra. Vazgeçtim, yatırım yapılmaz buralara,” dedi. Konuşurken bacaklarını titreten Canberk, “Aynen abi. Arkadaşlar çok vatansever. Kendi vatanlarını ateş içinde bırakıp kaçtılar. Şimdi biraz da bizim vatanımızı sevecekler.” Viskisini yudumlayan Alper araya girdi: “Bizim Antep’te fabrikalar, kendi işçilerini çıkarıp Suriyelileri çalıştırıyormuş. Adamlar üç bin liraya çalışıyormuş; sigortasız falan…” Canberk, “Niye çalışmasınlar ki? Hem çalışıyorlar hem devletten para alıyorlar, okullar hastaneler falan da bedava… Olan bize oluyor,” dedi ve kalan birasını fondip yaptı. Garsona bira istediğini gösteren bir işaret yaptıktan sonra konuşmaya devam etti: “Bizim yazlığın oraya geliyor bazen Suriyeliler; leş gibi abi… Kızlara öküz gibi bakıyor, taciz falan ediyorlar. Denize giremiyoruz ya!” Boş şişesini havaya kaldırıp garsona göstererek bira daha isteyen Çağrı, hayretle “Yok yahu!” diyerek şaşkınlığı belirtti. Canberk, “Valla öyle… Biz Suriyeli gördük mü yakalayıp dövüyoruz artık.”
Biraları getiren garson, masaya ikram olarak iki tabak patlamış mısır koydu. Ağzına mısır atan Çağrı, “Valla Almaya’da da var Suriyeli, ama adamlar ne kadar doktor, mühendis varsa kapmış. Böyle züğürtleri yok orada, biliyon mu?” Canberk gülerek “Bizim hükümet de teröristini, magandasını falan kapmış.” Çağrı, gülerek "Ja."[2]
Çocuk, bulduğu bir portakalı, basketbolcu edası ile sepetin içine attı. Basket! Sonuçtan hoşnut çürümüş portakalların arasına gömüldü. Bir basket daha... Ellerini havaya kaldırıp zıplayarak kutladı. Şevkle bir basket daha atmaya çalışıyordu ki portakalın çarpması ile sepet devrildi ve dağılan portakallardan bir tanesi yola doğru yuvarlanmaya başladı. Suları köpürterek limana yaklaşan vapurun düdüğü çaldı. Hedefe kilitlenmiş çocuk paytak adımlarla portakala doğru ilerlerken, kendisine yaklaşmakta olan pizzacı kuryesini görmedi. Motorun çarpması ile kaldırıma savruldu. Çevredeki tüm renkler griye boyandı. Yere düşen kurye aksayarak, kanlar içinde hareketsiz yatan çocuğa koştu. Bar sessizlik içindeydi. Müzik durmuş, rüzgâr esmiyor, su buharı kesilmiş, deniz kokusu hissedilmiyordu.
Yaşlı adam çarpma sesini duyunca etrafına baktı ve yerdeki motorcuyu fark etti. Yardım etmek için kuryeye yöneldiğinde, kurye de çarptığı çocuğa koşmaya başlamıştı. Yerde yatanın torunu olduğunu anlayan adam, acı bir çığlıkla o tarafa yöneldi. Yaklaşan adamı fark eden kurye, hızla motorunu kaldırdı, son sürat ilerleyerek ortadan kayboldu. Torununu kontrol eden adam, hıçkırarak ağlamaya başladı. Üzerine eğildiği çocuğu sarstı ve defalarca öptü. Sonra ayağa kalktı, çaresizce etrafına bakındı. Ne yapacağını bilemeden gökyüzüne bakarak haykırmaya başlamıştı ki ani bir titremeyle yere düştü. Ağzından köpükler çıkan adamın titremesi bir süre sonra kesildi. Limandan ayrılan vapurun düdüğü çaldı. O sırada, gözlerine kırmızı bir perde inmiş olan adam ellerini yere koyup, doğruldu yarı yarıya. Elbisesi, kürek kemiklerinin üzerinden yırtıldı ve sırtından yeni filizlenen bir bitki fidanı gibi beyaz kanatlar çıktı. Kanatlarını çırparak hafifçe havalandı ve eğilip tişörtünden tuttuğu torununu havaya kaldırdı. Vücudu kasılan çocuğun kürek kemiklerinden de birer kanat çıktı. Çocuğu, yavru bir güvercini uçmaya alıştırırcasına nazikçe yükselterek ileri doğru attı. Onun da uçmaya başlamasıyla dede ve torun güneşe doğru kanat çırparak kayboldular. Adam yıllardır ilk kez huzurlu, çocuk oyun oynadığı zamanlardaki gibi mutluydu. Her şey eski rengine döndü.
They don’t care about us,[3] hafif dalgalı deniz, serin bir rüzgâr, deniz kokusu, müşterilerin üzerine püskürtülen su buharı, masmavi gökyüzü ve sohbete devam eden arkadaşlar…
Bir süredir cep telefonuna bakan Alper, “Valla bırakın Suriyelileri. Zaten nefret ediyorum. Biraz kendimizden konuşalım,” diyerek sohbetin konusunu değiştirmeye çalıştı. Canberk gülerek Alper’in kafasına vurdu, “Neyinden bahsedeceğiz len senin?” Alper, “O zaman karı kız konuşalım,” deyince, Çağrı, “Bak o olur,” diye ekledi ve üç arkadaş kahkahalarla kadehlerini tokuşturdu: “Karı kıza!”
[1]Rag'n' Bone Man’in bir şarkısı.
[2] Almanca “Evet”.
[3]Michael Jackson’ın bir şarkısı.
*: Edebiyat Atölyesi 2023 Öykü Yarışması'nda dereceye giren öykülerden.
*: Edebiyat Atölyesi 2023 Öykü Yarışması'nda dereceye giren öykülerden.