Reklam

Rönesans

Rönesans
16 Nisan 2024 - 14:54
RÖNESANS*

AHU GÜLAY

Uyku, X.’in üzerine, yarına ertelediği cılız sözlerin onu bilmem kaçıncı yarınına uyandırmamak için olağanca ağırlığıyla bastırıyordu. Sırt üstü yattığı yatağında burnuna kadar çektiği pikesi yatağın içinde kendisini terden sırılsıklam ediyor ve Gulliver’in Liliputlar ülkesinde saçlarından ayak bileklerine kadar mini mini sicimlerle kuşatıldığında kendini basitçe kurtarabileceği bu alıkonuşa teslim ettiği gibi yatağın mahpusluğuna ağırlığıyla tam teslimini sağlıyordu.

Aaaahhhhh…
Atsan ya pikeyi üzerinden…
Kalksan ya yataktan,                    hava çok sıcak…

X. ani bir hamleyle pikeyi sağ omzundan sol ayak ucuna verev şekilde açtı. Sıcaklar içinde yattığı yerden birkaç saniye tavanı seyretti. Odanın durağan havası, üzerindeki ateşi bir parça bile dağıtamadı. Sağ omzundan destek alıp yarı dikeldi, önce sağ ayağını yataktan indirdi akabinde sol, başı boynu aşağı eğik bir müddet yatakta öylece oturdu. Şiş gözlerine uyku yetememişti. Gerisin geri kafasını yastığa koymayı düşündü. Kalktı, yüzünü yıkadı, varlığını hissettirmeyen su teninden akıverdi. Tepeden beri serinlemek için duşun altına girdi.

Lütfen…
Gün çoktan denizden doğdu…
Deniz                  seni de yeniden doğurabilir …

Uzun süredir devam ettiği bir boka yaramayan terapi seansı öncesi akşamdan tıkınırcasına midesine teptiği çerezin, çikolatanın, cipsin suçluluğunu saatlerce Alsancak’ta yürüyerek atabilir, belki bir diyet kola eşliğinde bir sinemada film bile izleyebilirdi lakin sinema ona ekstra ekstra büyük patlamış mısırı hatırlatıyordu. Her şeyi olması gerektiği kadar, olması gerektiği gibi, olması neyse artık o forma sığdırmaya çalıştığı kimin olduğu bilinmeyen dar kalıplarından gece illallah ediyor, darlığına karşı genişletmeye meyledercesine kalıbı ne ile tıkabiliyorsa tıkmak için ağzını, ağzından da midesini dolduruyordu… Çok geçmiyor sabahına akşamki illallah fesuphanallaha dönüşüyor ve pişmanlığın etkisi ile en ufak hovardalık bile hanesine bir büyük günah olarak yazılıyordu, sığmaya çalışıyordu dolaptaki en dar elbiseye.

Sal günah sandıklarını denize…
Giyme başkasının günahının dar elbisesini!
Doğ                     yeniden sadece               sana ait olanlarla,          şıkır şıkır                          tak onları boynuna!

X. duşunu aldı, altına zayıflık pantolonunu geçirdi, sırtını yatağa verip göbeğini içeri çekerek son düğmesini ilikledi. Üzerine bol ve uzunca bir gömlek giydi. Uzun saçlarını taradıktan sonra kafasına üçgen katladığı renkli eşarbı uzun kenarı yüzünün çevresini takip edecek şekilde tepesine koyup iki sivri ucunu ıslak saçlarının altında ensesinden geçirip bağladı. Evden kendini hızla dışarı attı. Durağa vardığında az önce hareketlenmiş olan otobüs yüzünün alı tepesine varmış olan X.’i görünce ani bir frenle durup kapıyı açtı. Kapının ağzında bir an duraklayan X. “Üzerimdeki sıcağı atamıyorum!” diye haykırdı aktarmacıya. Aktarmacı omuzlarının üzerine kıştan kalma kabinindeki kaşe ceketi atıp klimayı sonuna kadar açtı. Ona ait olmayan ceket bir an için ağırlığıyla omuzlarını bastırdıysa da dik duruşunu bozmadı. X. yakınında olduğu varış noktasını atlayarak yolu uzatacak, aynı noktaya denizden varacaktı. Vapura binecek, korumaya çalışsa da kendini, koca mavilikten yansıyan güneş beyaz tenini yakıp sızlatırken vapurun denizi ortadan ikiye yarışını, meltemin onu koklayarak üzerinden sıcaklığını alışını, denizin ona sarılarak kokusunu bırakışını deneyimleyecekti. Limana varıp bu tanıklık bittiğinde önce onu daraltan zayıflık pantolonunu derinliklerinde kaybolmak üzere denize bırakacak sonra gömleğinin göğsünden birkaç düğme gevşetip kollarını bileklerine kadar sıvayacak ve başını vapurun kıçından uzatacaktı. Ardından başıyla bir yönelen vücudunu karaya atacaktı.

Vapur iskelesine yaklaşınca, sen de benimle gelsen ya dedi X. aktarmacıya,
“Beni bu denize buz gibi otobüsle sen ulaştırdın.”
“Aktarma durağına vaktinde gelmiştin, kalkış saati henüz geçmemişti, kapıyı açtım, görevimi yaptım.”
“Yol uzundu, beni taşıdın!”
“Uzun yolu seçtin, denize varmak istedin.”
“Yarıda bunalıp inebilirdim, içeriyi serin tuttun!”
“Sıcak olduğunu söyledin, ben sadece klimayı çalıştırdım.”
“Denize varmaya hazır değilim, güneş tenimi yakabilir, burasının serinliği iyi.”
“Son duraktayız.”
“Hazır değilim.”
“İnip, yeniden binmen, kartını okutman gerek.”

X. aktarmacının dediğini yaptı, vapur iskelesinde otobüsten indi, yeniden bindi, kartını okuttu. Aktarmacı, omzundaki kaşe ceketiyle X.’i boğan sıcaklığın ağırlığı üzerinde, serinleten klimanın soğuğundan koruyarak kendini yola devam etti. İçerisi kalabalıklaşınca klima X.’e yetmiyor, sıcaktan boğuluyor, seyrekleşince içerinin soğuğu tenini acıtıyordu.

“Vapur iskelesine varmak üzereyiz.”
“Az kaldı.”
“Birlikte seyredelim denizde.”
“Ben otobüs şoförüyüm.”
“Alabora olursam.                        Yüzmeyi iyi bildiğimden emin değilim.                 Karada yolculuk etmek, yeniden başladığım durağa dönmek istemiyorum.”
“Artık o duraktan çok uzaktasın.”
“Sahici durmuyorsun, eğretisin, sana inanmıyorum!”
“Üzerimdeki ceket omzumda durmak zorunda, onu taşıyorum, dik durmalıyım.”
“Giy o zaman onu!”
“Bana ait değil.”
“At o zaman onu!”
“Klimayı kapattığımda ceketi yerine asacağım!”

Kapı açıldı. Dışarının sıcağı biri onu buyur ediyormuş gibi içeriye daldı. X. otobüsten indi, klimanın soğuğundan acıyan parmak uçlarına temas eden yakıcı sıcak hızlı bir rahatlama sağladı. Yeniden tüm vücudunu hararete kaptırmadan otobüse bindi ve kartını bir kez daha okuttu. Seansa kadar yürüyüş yapmayı planlamış ancak bütün günü oturarak olağan halinden bile hareketsiz geçirmişti. Gününü hareketsiz geçirmesine rağmen geceden tıktıkları artık midesini rahatsız etmiyordu. Kahvaltı için saat epey geçtiyse de canı tulum peyniri, domates, simit ve tavşan kanı bir çay çekmişti, annesi nereden düşmüştü şimdi aklına?

Otobüsteki bir tur daha sonlanmak, otobüs bir kez daha vapur iskelesine varmak üzereydi.

“Sana sıcak gelmiyor mu? İçini ağırlaştırmıyor mu yaz? Ya da klimadan soğuk? Parmakların acımıyor mu soğuktan?”
Otobüs şoförü, sıra sus notasına geldiği için vuruş sayısı ve nota değeri kadar sustu.
“Anladım.                         Ben birazdan ineceğim.”
Otobüs şoförü bir kez daha sıra sus notasına geldiği için vuruş sayısı ve nota değeri kadar sustu.
“O halde hoşça kal, klimayı kapatabilirsin.”

X. otobüsten indi, vapur iskelesine doğru arkasına bakmadan yürüdü. İskele binasına girdiğinde gözden kayboldu. Otobüs şoförü kaşe ceketi çıkarıp astı. Klimanın fanını kıstı. Koltuğuna geri yerleşti. X. kartını otomata bastı, vapur biletinin ücreti kesildi. Vapur Alsancak limanına vardığında indi. Terapi seansına soluk soluğa yetişti. Her şey gibi bunun da bir anlamı olmalıydı elbet. Terapist, sus notasından başlamış şarkısında vuruş sayısı ve notası kadar susarken X. sessizliğin ağırlığına dayanamayıp şiş gözlerini açıklamaya koyuldu.

Bir dakika, durun! Bu öykünün yazarı benim!
Uzun yoldan geliyorum!              Zayıfladım                        ama                    gözlerim             Liliputlar’ın sicimlerini seçiyor!

Kartımı otomata basarken ağzımda sözlerini kendime uydurduğum bir şarkıyı döndürüp duruyordum. Kartımı otomata okuttum ancak bilet ücreti kesilmedi. Vapur, iskeleye tornistan yaparak suyu içinde tutamayan bir kaynakla geliyormuş gibi türbülanslı akışıyla yanaştığında sıra şarkımın derinlerden hissedilen öfkesiyle kalbi kırık nakaratındaydı. Göz çukurlarımın kökünden boğazıma doğru akan gözyaşlarımla motorun zorlanan sesinin eşlik ettiği denizin türbülansına alabildiğince yüksek sesimle şarkımı kattım. Koşar adımla vapura yaklaştırılan merdivenden birkaç basamak çıktım. İki koridorla bölünen rutubet kokulu kapalı alandan hızla ilerledim. Bir üst kattaki güverteye çıktım. Önce beni daraltan pantolonumu çıkardım sonra boş elimle korkuluğa sıkıca tutundum. Parmaklarımın ucunda, bir hamlede havayı yırtarak kafamı denize doğru uzatırken pantolonumu denize fırlattım. Vapurun hareketiyle gökyüzünü deldim.

Otobüs şoförü kaşe ceketi çıkarıp astı. Klimanın fanını kıstı. Koltuğuna yeniden yerleşti. Oturduğu yerden yazarı izledi. Yazar kendini kaptırmış şarkısını söylüyordu. Bu şarkıyı kimse duyamadı. Yazar gözden kaybolduktan çok kısa bir süre sonra geminin güvertesinde yeniden otobüs şoförünün görüşüne girdi. Vapur bodoslama girdiği iskelede kıçı seyredeceği yolda, başı otobüs şoförünün istikametindeydi. Kendi etrafında daracık alanda iskeleye çarpmadan yüz seksen derece dönerken vapuru iskeleye bağlayan düğüm düğüm halat boşa düştü. Vapur kuvvetli motorunun sesiyle ıkınarak kıçı otobüse doğru başı gideceği yönde arkasında köpükten dalgalar yaratarak denizi yırttı. Yırtılan denizin suyunun bir kısmı karaya boşaldı. X. vapurun hareketiyle eş zamanlı ayak parmaklarının ucundan güdümlenerek önce başını sonra tüm gövdesini güverteden uzattı ve ona dar geldiği belli içine sığmaya çalıştığı pantolonunu fırlatıp denize attı. Dalgalanan denizin bir kısmı iskeleye çarptı, kıyıdaki lastiklerden yükselip karayı ıslattı. Denizin tuzlu suyunun düşüncesi otobüs şoförünün gözlerini yaktı.

İyi ki yeniden doğdum!

“İyi ki yeniden doğdun!”

*: Edebiyat Atölyesi 2023 Öykü Yarışması'nda dereceye giren öykülerden.