Reklam

Seyyahın Sözleri

Seyyahın Sözleri
08 Aralık 2023 - 11:03
SEYYAHIN SÖZLERİ

GÖKSUN ZEYNEP SABANCI*


Bundan çok uzun zaman önce bir vahada bir seyyah yaşardı. Orta yaşlı bir adamdı, onu gördüğünüzde yaşı ile ilgili bir tahminde bulunmak isteseydiniz seçeceğiniz yaş aralığı otuz beş ile kırk bandında olurdu. Karanlığın en ürkütücü tonlarındaki siyah saçları bukleli bir şekilde inerdi omuzlarına kadar. Koyu kahverengi gözleri kendinden sürmeliydi adeta. Kemerli bir burnu ve incecik dudakları vardı. Buna rağmen o kadar da güzel bir yüze sahip değildi hatta sıradandı. Alelade bir çöl insanıydı o. Yalnız pek konuşkan değildi. Konuşmak, hislerini başkalarına açmak ona hiçbir zaman cazip görünmezdi. Bu yüzden birçokları onun hakkında neredeyse hiçbir şey bilmezdi. Dışarıdan bakıldığında o yalnızca bir seyyahtı. Dünyayı gezer, gezdiği yerleri kendince yazdığı yazılarında tasvir etmeye çalışırdı. Gördüklerini kimsenin okumaması üzere eski bir deftere yazar dururdu ve siz ancak o defteri okuduğunuz vakit gerçek seyyahı tanıyabilirdiniz.

Seyyah bir gün vahadan çıktı. Neredeyse beş yüz kilo ağırlığındaki devesinin dev toynakları altında ezilen, her bir adımda havaya karışan ve incecik tanelerle mistik bir dans sergileyen sıcak kumların üzerinde saatlerce yol gitti. Nihayetinde bir kente ulaştı. İçinde bir his belirdi kent karşısına çıktığı anda. Nereden geldiğini bilemediği bu his onu kente girmeye zorladı. Bu his, yanında bir halatla gelmişti belli ki. Seyyah sanki elleri ve kollarından halatla bağlanıp zorla kente sürükleniyordu bu his tarafından. Seyyah herhangi bir karşı koyma girişiminde bulunduysa da başarılı olamadı. Nitekim kente girdi ve etrafına bakınmaya başladı. İlk dikkatini çeken yer kentin tam ortasındaki meydana kurulmuş pazar yeri oldu. Üstü epeyce büyük tentelerle örtülmüş, geniş bir alana yayılmış, onlarca pazarcının geçim kaynağı olmuş bir yerdi burası. Seyyah bir yandan yürüyor bir yandan da etrafına bakınıyordu. Adımını attığı her yerde bir çöpe rastlıyordu. Meyve kabukları, sigara izmaritleri ve daha nicesi… Neredeyse her köşe başında bir tartışma baş gösteriyordu. Yaşlı kadınlar; sakallı, ağızlarından sigaralarını eksik etmeyen, her daim üstleri başları toz dolu olan pazarcılar ile pazarlık etmeye çalışıyor. Şayet pazarcılar istedikleri ürünü kendilerine istedikleri fiyatta vermezlerse kendilerinden geçiyorlar, çığlık çığlığa bağırıyor ve hakaretler ediyorlardı. Bunca karmaşanın arasında seyyahın gözü ona takıldı. Bir kadın tezgâha doğru eğilmiş meyve seçmeye çalışıyordu. Uzun sarı saçları o eğildikçe yüzüne düşüyor, o ise incecik elleriyle saçlarını geriye atmak için uğraşıyordu. Teni alışılmışın dışında bir beyazlığa sahipti. Mavi gözleri öyle güzeldi ki… Gökyüzü eline bir ayna alıp kendine bakabilseydi onun gözlerini görürdü aynadaki yansımasında. Meyveleri sepetine doldurdu, parasını ödedi ve yürümeye başladı. Seyyah daha önce böylesine zarif bir yürüyüş görmemişti. Kadının vücudu her adımında büyüleyici bir biçimde kıvrılıyordu. Onca pisliğin ve kargaşanın içinde o bir melek gibi dolaşıyordu. Üzerine bir zamanlar beyaz olduğu gayet rahat anlaşılan bir elbise giymişti. Bembeyaz elbise kadının hayatından eksilen her saniyede daha da kirleniyordu sanki.

Elbisesinin yere kadar uzanan etekleri artık beyaz renkte değildi hatta. Kadın Pazar yerinin çıkışına doğru yürümeye devam etti. Seyyah istemsizce peşinden gidiyordu bu sırada. Kadın uzun bir süre yürüdükten sonra bir kaldırım kenarına oturdu dinlenmek için. Kafasını kaldırdı ve seyyah ile göz göze geldiler. Her ikisi de konuşmak istediler fakat ne demeliydi? Nasıl başlamalıydı söze? Bu kararsızlığı sona erdiren seyyah oldu ve kadına yanına oturup oturamayacağını sordu. Kadın hafifçe sola kayarak ona müsaade etti. Gülümseyerek seyyaha baktı ve dedi ki,

-Buralardan değilsiniz sanırım. Nereden geldiğinizi sorabilir miyim eğer haddimi aşmıyorsam?
Seyyahın ruhu hikâyesini bu yabancı kadına anlatma isteği ile dolup taşıyordu. Hayatında ilk defa belki de konuşmak, bir şeyleri anlatmak istiyordu. Bu isteğe karşı koymadı.
-Bu, kente ilk gelişim oluyor. Çok uzaktaki bir vahadan geliyorum. Ben bir seyyahım esasında. Sizin kentiniz gibi pek çok kent gezdim. Buradan çok daha uzaklara gittim. Çok fazla yer ve çok fazla insan gördüm. Aradığım tek bir şey var fakat ben aradığım tek şey hariç aramadığım her şeyi buldum bugüne dek.
Kadın, seyyahın hikâyesini en baştan anlatmasına itiraz etmedi. Şaşırmadı bile. Bir şeyler onu seyyahı dinlemeye itiyordu. Merakla sordu.
-Nedir aradığınız şey?
-Ben yaşamı arıyorum. Biliyor musunuz? Dünyanın neredeyse her yerine gittim. Dünyanın neredeyse bütün güzelliklerine şahit oldum. Bunu söylediğimde çok mutlu biri olduğumu düşüneceksiniz belki de fakat hayır hiç de mutlu değilim. Kendimi herkes gibi çeşitli kasları aynı anda hareket ettirip yürüme kabiliyetine sahip olan bir makineden başka bir şeye benzetemiyorum. Yaşadığımı hissetmek istiyorum. Evet, aradığım şey bu.
-Doğrusunu isterseniz bu beni epey şaşırttı. Bunca yeri gezip gördükten sonra bile bu şekilde hissetmek gerçekten mümkün mü? Ben hayatım boyunca bu kentin dışına adımımı atmadım. Eğer sizin gibi bir seyyah olsaydım mutlu olabilirdim belki de. Dünya güzel bir yer olmalı ne de olsa değil mi? Buradan kat kat daha güzel yerler vardır. Belki de orada bu karmaşanın ve karanlığın dışına bir adım dahi olsa atabilirdim. Bolca param olurdu. Güzel elbiseler giyer, güzel yerlerde güzel yemekler yerdim. Evet, işte o zaman yaşadığımı hissederdim.
-Ortak dertlerimiz varmış meğer. Ben onca imkâna rağmen yaşadığımı hissedemezken sizin hissettikleriniz elinizde herhangi bir imkânın olmayışından kaynaklanıyor. Size şunu söyleyeyim, para her şeyi düzeltmiyor esasında. Daha öncesinde epey zengin olduğu halde ruhu sefalet içinde kıvranan birçok ruha rast geldim. Bolca paranız olduğunda yaşamı bulmuş olmayacaksınız. Bir zaman sonra her şey size basit görünmeye başlayacak. İstediğiniz birçok şeye sahip olacaksınız. Her şey ulaşılabilir olduğu vakit hayatın ne anlamı kalır?
-Haklısınız fakat size şunu sormak isterim. Aradığınızı bulabileceğinize inanıyor musunuz?
-Ben aradığım şeyi bugün bulduğuma inanıyorum.
Hava kararmaya başladığı vakit kadın yerinden kalktı ve seyyaha gülümseyerek veda etti. Birbirlerini bir daha görmeyeceklerini bilerek ayrıldılar. Her ikisi de aradıklarını bulmuştu artık bir noktada.
Kadının elbisesi kirliydi tıpkı hayatı gibi. Bembeyaz bir elbiseydi oysa o başlangıçta. Sonrasında başına gelenler onu çirkinleştirmiş miydi? Kadın seyyahın karşısında o elbiseyi çıkarmış ve ona kendisini göstermişti. Kadın onun karşısında yıkanmış, temizlenmişti. Kendisini yıkadığı su ise seyyahın sözleri olmuştu. Su, vücuduna değdikçe teninin altında bambaşka fikirlerin var olduğunu fark etti. Seyyah ise ilk defa yaşadığını hissediyordu. Bir melekle karşılaştığı için kendisini şanslı sayıyordu.


*: Kent Koleji Çiğli Kampüsü Lise Öğrencisi