Reklam

Umut Hâlâ Var Mı?

Umut Hâlâ Var Mı?
27 Şubat 2023 - 09:39
      ZELİHA ŞEMİN

       Belki iki durak arası görülen bir düş. Belki hayal, sanrı. Ama asla gerçek değil. Olmamalı. Gerçek mi? Gerçek olamayacak kadar acımasız. Belki de bir kabus. Ama ya gerçekse. Neydi gerçek?
            Derinlerden yeryüzüne çıkış bir ömür gibi. Merdivenlerde beklerken yüzüme vuran ayaza bakılırsa hava iyice soğumuş olmalı. Üşüdüm mü? Hayır. Üşümedim. Üşümemeliyim. Utanıyorum bir an, başka şeyler düşünmeye çalışıyorum. Merdivenlerdeyim. Bitmiyor. Bir ses geliyor derinlerden “Ayla bebek “Ayla bebeğe yarım çağrısı” “SMA hastası Ayla bebeğe yardım çağrısı” “Allahınızı severseniz az çok demeden Ayla bebeği kurtaralım.” İçim ürperiyor bir bebeğin hayatının bana bağlı olduğunu düşünmek çaresiz hissettiriyor. Ben bu kadar önemli miyim?
            Sonunda merdivenler bitiyor, koskoca bir meydanda buluyorum kendimi. Berrak temiz bir hava, bıçak gibi bir soğuk, cılız bir kış güneşi… Telaşla bir yerlere yetişmeye çalışan insanlar… Garip bir sessizlik var. Seyyar satıcılar bile sessizce bekliyorlar. Herkes dalgın, düşünceli. Bir tek Ayla bebek, Ayla bebeğe yardım çağrısı, SMA hastası ayla bebeğe yardım çağrısı… Sessizliği yırtar gibi çıkıyor kadının sesi. Yaklaştıkça fark ediyorum standı. Standın üzerinde bir hoparlör var. Ses buradan yükseliyor. Kadının yüzünde hüzünlü bir ifade, saçları dağınık… Gözlerindeki derin keder çok sarsıcı. Yanından geçen insanların yüzüne yıllardır aklını kurcalayan bir sorunun cevabını arar gibi bakıyor. Uzun süre alamıyorum gözlerimi kadından. Bu stant, kadın, bu ses sanki bir parke taşı kadar buraya ait. Yerinden çıktığı için insanların takılıp düştüğü bir taş kadar uyum sağlamış bu meydana. Hem kendinden hem değil... Önünden hızla geçen, tramvaya binmeden son bir sigara tüttüren herkes için sıradan bir dekor gibi. Megafondan çıkan ses bir tramvay, bir seyyar satıcı sesi kadar normal herkes için.
            Sanki doğrudan bana konuşuyor. Sanki sadece ben görüyorum kadını, gözlerindeki kederi, gözlerindeki cevap bekleyen soruları. Sanki Ayla bebeğin yaşamı bana bağlı. Sanki sorularının cevabı sadece bende var. Doğruca kadına yürümekte olduğumu fark ediyorum. Rüyada gibiyim. Farkına vardığımda da kendimi durdurmak gelmiyor içimden. Epeyce yaklaştıktan sonra bakışlarımız çarpışıyor kadınla. Sessizliği bozan tek şey Ayla bebek. Kadın merakla bakıyor yüzüme. Bir şey sormalıyım. Hızlıca aklıma gelen ilk soruyu soruyorum. “Annesi misiniz Ayla’nın”
Ne saçmalıyorum ben. Soruyu öylece ortaya koyup kaçasım var. Anlamamış gibi bakıyor önce, gözlerini kısıp hafifçe kaşları çatılıyor. Bakışları hafifçe yukarı kayıyor ve sonra aradığı cevabı bulmuş gibi minik bir coşkuyla yanıtlıyor beni. “Aaa yok hayır, ben gönüllüyüm. Anneyi az evvel gönderdik eve.” Anlamsızca bakmaya devam ediyorum kadının yüzüne. Anlam veremediğimi fark etmiş olmalı ki devam ediyor kadın. “Enkazda yakınları var ailenin. Tüm geceyi uykusuz geçirmişler.” Kadının verdiği cevaplar içimdeki dehşeti derinleştiriyor. Daha dün dünya yerinden oynadı, tersine döndü. Yer altından yardım isteyen insan çığlıklarıyla koyduk kafalarımızı yastığa. Elimizi uzatamadık, sesimizi duyuramadık, o acıyla yapayalnız, çaresiz bıraktık insanları. Bugün hayat devem ediyor. Lanet olsun ki Ayla için geri sayım devam ediyor. Dünya durdu sanıyor ya insan, durmuyor.  Bu katmanlı acı başımı döndürüyor.  Orada ne kadar sessizce kadının yüzüne ne kadar baktım hatırlamıyorum. Bir an bile kaçırmıyor gözlerini kadın benden merakla bakmaya devam ediyor. Kendime gelip soru sormaya devam ediyorum kadına ama sanki cümleler bir başkasından çıkıyor, ses bana ait değil, uyuşmuş gibiyim. “Ne kadar zamanı kaldı?” Dünyanın en normal sorusuymuş gibi soruyorum soruyu. “Kahvenizi nasıl alırdınız? “ kadar normal çıkıyor sesim. Sanki bana ait değil. İlk defa gözlerini kaçırıyor kadın “İki ay.” Susuyor. Ben de.
            Hızla uzalaşıyorum yanından. Kafamı kaldırmadan Arnavut kaldırımlarını döver gibi yürümeye başlıyorum. Hiçbir şeye dikkat etmeden yürümek istiyorum. İçim öfke dolu. Biri kaşlarını çatsa kavgaya hazır gibiyim. Ama bir yanım ölesiye çaresiz. Tek bir çakıl taşını yerinden oynatmaya gücüm yok sanki. Kızgınım, kırgınım, yalnızım. Hayır bunları düşünmemeliyim. Koca bir bölge enkaz altında. Kocaman evler, kocaman kentler… Hepsini oradan çıkarmalıyım. Çıkanların yaralarını sarmalıyım. Hepsi bana bağlı. Bütün bunlar nasıl bana bağlı olabilir? Ben bu kadar önemli miyim?
            Öfkeliyim. Hayatın devam ediyor oluşuna, otobüslerin çalışmasına, insanların işe gitmesine, yemek yemesine, üşümeye, acıkmaya öfkeliyim. Hayat nasıl durmuyor? Kuşların ötmesine, rüzgarın esmesine, dünyanın dönmesine… En çok kendime… Varlığıma, şu koca meydanda kapladığım ufacık alana dahi öfkeliyim. Yetersizliğime, çaresizliğime, hala hissedebiliyor oluşuma, acıkmama, susamama… Tüm normalliklere… Öfkeme dahi öfkeliyim…
            Tüm hıncımı Arnavut kaldırımlarından alır gibi yürüyorum. Ayak tabanlarımın acısıyla normalleşmeye başlıyorum, fiziksel acı ilk defa beni iyileştirmeye başlıyor. Ne zamandır yürüyorum, nereye gidiyorum ilk defa yola bakmaya başlıyorum. Az ileride bir kamyona elden ele koli taşıyan bir kalabalık görüyorum. Bir binanın başından caddeye uzanan bir kuyrukta taşıyorlar kolileri elden ele. Yorgun ama umutlu bir ifade var yüzlerinde. Bir sıcaklık yayılıyor vücuduma. Hala umut var mı?
            Yanlarına yaklaşıp zincirin geniş halkalarından birinde bekliyorum sıradaki koliyi. Kimse garipsemiyor varlığımı. Koli geliyor, yanımdaki badem gözlü genç kız gülümsüyor koliyi bana uzatırken. “Dikkat et, biraz ağır.” Teşekkür edip yandaki çocuğa uzatıyorum koliyi. İki gözünü birden kırpıp alıyor koliyi. Hoş geldin gibi alıyorum bu göz kırpışı. Koliler ağırlaştıkça yüküm hafifliyor sanki. Son koliye kadar yorulduğumu hissetmiyorum. Ağır, hafif, küçük, büyük onlarca koli uzatıyoruz birbirimize. Bir iş yapmak mı yoksa bu zincirde bir halka olmak mı yükümü hafifletiyor kestiremiyorum. Ama uzun zamandır ilk defa bir yere, bir zamana ait hissediyorum kendimi. İki gündür ilk defa yüküm, göğsümdeki ağırlık hafifliyor biraz olsun. Kolileri hızla yüklenirken bir ses geliyor yukarıdan. Kafamı kaldırıyorum. Zincirin başladığı binanın ikinci katından geliyor ses. Kısacık kıvırcık saçları rüzgarda birbirine girmiş bir kız gülümseyerek sesleniyor bize. “Arkadaşlar bitti, emeklerinize sağlık” tam geri dönecekken tekrar gelip seslenmeye devam ediyor.
“Dayanışma yaşatır!”
Gerçekten yaşatır mı? Bilmiyorum.
İnanmak istiyorum.
Ama şunu biliyorum.
Artık yalnız değilim.