Reklam

Taha Şahin yazdı... Geceyle yüz yüze…

Taha Şahin yazdı... Geceyle yüz yüze…
16 Kasım 2021 - 11:47

Geceyi ve kışı bugüne kadar sıcak evimde karım Büşra’nın sıcak kolları arasında severdim. Bugün 20 Ocak ve kırk yaşına gelmiş olan ben ilk defa geceyle böylesine baş başa kaldım. Kulağa şehrin gürültüsü az biraz gelse de sokağın başında bağlı olan yaşlı köpeğin kesintisiz havlayışı şehrin gürültüsünü bastırmaya yetiyor. Etrafta ürkütücü bir şekilde benden başka kimseler yok fakat korkmuyorum. Soğuktan başka bir şey de hissetmiyorum. Kar mı yağmur mu tam belli olmayan şey ufaktan ufağa çiseliyor. Neyse ki çıkarken sıkı giyindim de bacaklarım dışında üşümüyorum. Aklımda yalnızca, birazdan buraya gelecek olan Yakup... Yakup benim en sevdiğim insan. Benden başka hayranı olmayan entelektüel ve tabii dostum. Tuhaftır Yakup, gecenin bu saatinde beni bu sokakta bekleyeceğini söyleyip geçen hafta verdiği kitabı acilen istemesi ve getirmezsem bana küseceğini söylemesi de bu tuhaflıklarından biri işte. Beş yıl önce buldum Yakup’u. Onun beni bulduğunu söylesek daha doğru olur. Öğlen saatinde Beykoz’da küçük bir balıkçı dükkânındayken müşteri olarak tek başımaydım. Bir yandan yaz sıcağına karşı soğuk biramı yudumlarken öte yandan da içeriye elinde çantayla giren Yakup’u süzüyordum. Ben onu çenesindeki çukurdan tanır gibi olmuşken o hızlı adımlarla yanıma geldi. Gülerek oturdu masaya. Uzun süre arayıp da bulamadığım Yakup’la tesadüfen karşılaşmamın verdiği şaşkınlıkla ona sarılmak için ayağa kalkarken masadaki tuzlukları düşürdüm.
Kırılanlara bakmadan sarıldım Yakup’a. Vardır bir bahanesi diye; sormadım bu zamana kadar nerede olduğunu, beni neden arayıp sormadığını, askerden sonra görüştüğümüzde nikâh şahidim olacağına dair söz vermesine rağmen neden ortalıktan kaybolduğunu, bırak beni annesine bile yılda bir iki gün uğrayıp hemen kaçtığını, nereye kaçtığını… İçimden ona haykırmak gelirken sormadım tüm bunları. Kırdığım tuzluğun döküntülerini toplayan gençten Yakup’a da bir bira getirmesini istedim. Yakup bana bakıp güldükçe beni de anlamsız bir gülme tuttu. Yazın dehşet sıcağında bomboş dükkânın ortasında durduk yere gülen iki cins deli... Biz sinir bozucu şekilde gülerken Yakup’a birasını getiren gençten kim bilir ne çok küfür yemişizdir. Artarak başlayan gülüşmemiz bir süre sonra durdu ve sessizlik oluştu. Ben ne söyleyeceğimi bilemeyip terlemeye başlayınca Yakup sessizliği bozdu. Nasıl memnun musun hayatından? Aramayıp sormadığım yer kalmadı seni bulmak için tesadüf bizi buluşturdu ya, ne kadar memnunum bilemezsin. Tesadüf yok dedi Yakup. Şaşırdım. Nasıl yani? Cebinden çıkardığı çok defa katlanmış kâğıdı açarken burada olduğunu bilerek geldim dedi ve kâğıdı bana uzattı. Bir kez daha şaşırdım yuh sana Yakup dedim.
Gösterdiği kâğıtta A-dan Z-ye ne yaptığım ne iş gördüğüm nerelere uğrayıp nerelerde yediğime kadar yazıyordu. Askerdeyken de boşuna deli demiyorlardı buna. Biraz düşününce kâğıtta bilinmeyecek şeylerin yazmadığını fark ettim. Annesine ev adresimi vermiştim. Karım Büşra, gözü açıktır. Kesin kapıcı Bekir’den öğrenmiştir bunları. Ağzından laf almak ve konu açmak adına İstihbaratçı mı oldun sen dedim. Yüzünü ekşitip yok artık dedi. Sigarasını göstererek çıkalım mı dışarıya dedi. Sahile doğru inerken anlatmaya başladı başına gelenleri. O anlattıkça ben de ağzım açık dinledim. Yakup’un kalemi birtakım kravatlılara fena dokunmuş anlaşılan fakat Yakup’u asıl sinirlendiren; yazıp çizdiklerine arka çıkıp destekleyen, Yakup’u okuyup Yakup’u savunan kişilerin azlığıymış. Ben onun yerinde olsam hiç umurumda olmazdı ama Yakup işte… Saatime baktığımda iki saat kırk beş dakika boyunca dışarıda yalnız olduğumu fark ettim. Durup birini beklemek en nefret ettiğim şeydir ama bu defa kendimle yalnız kalmak iyi geldi sanırım. İnsan ancak yalnız kalınca düşünebiliyormuş bunu anladım. Çok şey düşündüğümden olsa gerek canım sıkıldı ve karşımdaki apartmanın dış basamaklarına oturdum. Sırt çantamdan Yakup’un acilen istediği kitabı çıkardım. Ön kapağı siyah, arkası kırmızı, adı “kendinle baş başa kalmalı” Geçen hafta on yıl emek verdiğim şirketten kavga ederek ayrılıp Yakup’a içimi dökmeye gittiğimde vermişti bu kitabı bana. Büyük uğraşlar verip bastırdığını söylemişti. Fırsat bulup kapağını bile açmamışım. Erteleme huyum bu defa da Yakup ayıp etti. Okumayı severim oysa. Okumadığım anlaşılmasın diye kitabın ortasını açıp sertçe katladım ve yan kartonunda iz olacak şekilde hafifçe kırdım. İlk sayfasına bir şeyler yazmış Yakup onu bile yeni gördüm. Böyle bir havada terlemeye başladım ve utandım. Turgut Uyar’ın külliyatından ezbere bildiğim şiirin son satırını yazmış Yakup. “Herkes geceyle yüz yüze şimdi” Anlaşılan benim aklını kaçırmış arkadaşımın bir oyunuydu bu. Şirketten ayrılma sebebim erteleme huyum muydu? Yoksa kendimle baş başa kalamayışım mı? Bunları mı anlatmak istedi Yakup bana yok sadece tesadüf mü? Üzerine çok düşünmeden yavaşça kalktım ayağa ve havlamayı kesen köpeğe doğru ağır ağır yürümeye başladım. Çocukluğumdaki kadar güzel yağıyordu kar. Yakup olduğu gibi yazmıştı dizeyi fakat eksikti. Herkes ancak kendi gecesiyle yüz yüzeydi şimdi.