Reklam

ÖYKÜ/Neval Berçem Eser yazdı... Rüya

ÖYKÜ/Neval Berçem Eser yazdı... Rüya
08 Nisan 2021 - 13:01
Neval Berçem Eser 
Kendimden memnun değilim, hem de hiç memnun değilim,” diye yineledi yaşamının büyük bir bölümünü geride bırakan emekli orkestra şefi. Onu teselli edecek cümleler kurmak istemedim, düpedüz sahtekârlıktı birine afilli cümleler söylemek. Kendim için de istemezdim bunu, çünkü şıp diye anlardım samimiyetsiz ağzı. Konuşmayı kısa kesip telefonu kapattım. Kitaplardaki kahramanlarım, olağanüstü güzel filmlerim olmasa ben de memnun sayılmazdım kendimden. Muhteşem hatalara ve skandallara bata çıka sonunda normale yaklaşır, bir müddet stabil kalırdım. Gösterişsiz bir hayat benim için en ideali belki. Yanlış manevralar yapan kötü bir örnek olmaktan yeğdi bu. Kalabalık bir meydandayım, nasıl da özlemişim bu cümbüşü, derin bir nefes aldım. Adımlamaya başladığım caddede etrafı yokluyorum göz ucuyla.

El arabalı satıcıya bakıyorum, çocuk sayılır daha. Başında gri beresi, avazı çıktığı kadar bağırıyor, “İğneee, ipliiik, taraaak, cımbııız, gel abla geeel,” diye. Ne yok ki arabasında… Biraz göz gezdirip el arabasından bir tırnak makası satın alıyorum. Kadınlar, erkekler, çocuklar ve sokak köpeklerinin arasından, ortasından kıyısından omzumu sağa sola yatırıp ilerliyorum. Vitrinler göz alıcı taşlarla bezenmiş. Çimen yeşili, haşhaş moru, deniz mavisi, gül kırmızısı, kehribar sarısı, kar beyazı… Hepsini gözümle tartıyorum küpeleri, kolyeleri, bilezikleri. Baharat ve kahve kokusu çarpıyor burnuma hemen ötemde aktarlar var, yaklaştıkça kahve kokusu baskın kalıyor burnumda. Bakır çıngırağının takırtısıyla bir şerbetçi karşılıyor beni, suyla çalkaladığı maşrapayı elime tutuşturuyor. Sırtında taşıdığı tankın çeşmesinden akıttığı bu buz gibi içeceği becerikli bir serilikle alıcılara servis ediyor. “Peki, o kendinden memnun mu?” diye yankılanıyor iç sesim ve damağımda kalan mayhoş meyan kökü tadıyla sokakları arşınlamaya devam ediyorum.

O meşhur hanın önünde soluklanıyorum. Çok eskiden tüccarların uğrak yeriymiş, yukarıya bakıp kara bazalt taşındaki yazıyı okuyorum: “Hasan Paşa Hanı.” İçeride şallar, otantik, etnik giysiler satan dükkânlarla çevrili geniş, küçük havuzlu bir avlu görünüyor. Hana girmeyip karşı kaldırıma geçiyorum. Sıra sıra dizilmiş ayakkabıcılardan birinin yanına gidiyorum. Bir ayakkabı bağı alıyorum, bahaneyle sorular soruyorum. Adam, boya sandığına bakıp yaptığı işin akışını bozmayarak bir iki kelime ediyor. Bir süre sağ eliyle kavradığı süngerin ayakkabı ile buluşup ayrılma sürecini sallantılı ritmik hareketleri izliyorum. İçimden “Seviyor musunuz işinizi” demek geçse de vazgeçiyorum. Adamcağız yaşam derdine düşmüş, bu da soru mu?” diye cevaplayıp kendimi ayrılıyorum oradan. Yolumun üzerinde aynı bazalt taşından yapılmış bir cami var. Ulu cami… İçindeki, taş güneş saatini görebiliyorum ama kılığım hiç müsait değil üstelik namaz vakti bu harika yapıyı daha sonraya bırakıyorum. Açık bir pasaj şeklinde kumaş satan dükkânları allı pullu elbiselere gözüm takılarak, esnafın bakışları eşliğinde geçiyorum. Epeyce yürüyüp peynirciler çarşısına vardım. Tuzlu yağ kokusu ve yoğun otlu peynir kokusu, sirme otunun verdiği ekşimsi tadını hatırlatıyor damağıma, biraz ileriden bakırcıların çekiç sesleri geliyor. Güzel bir cezve alsam, bir ibrik ya da bir lokumluk alsam... Açgözlülüğüm tuttu yine, memnun olmadığım huyumu defliyorum başımdan. Bir bakır ustasını izlemek kâfi geliyor. Tokmağı vuruşunu, bakırın kalayını, ustanın yüzündeki bilgeliği izlemek doyuruyor nefsimi. Sokakta yaptığı iş için devinen bunca insan eşliğinde yürüdükçe devâ buluyorum. Surlara yetiştiğimde, koca bir günü ardımda bıraktığımda o eşsiz Hevsel karşılıyor beni. Kuşbakışı kibrit kutusu kadar küçük görünen muntazam tarlaları yarıp geçen nehre “Dicle” ye selâm veriyorum. Canlı ve meşakkatli yol eşliğinde, yanına yaklaştıkça devleşen tarlaları geçip o görkemli kavakların içine dalıyorum. Göklere, nerdeyse ulaşan ağaçların bedenine kollarımı dolayıp başımı yapraklarını görecek kadar geriye atarak coşkuyla,sevinçle kucaklıyorum kavağı. Bunun tadını bilmeden her gününü aynılıkla yaşayan ömürler için hayıflanıyorum. Dünyaya mal olmuş bu bahçelere daha adımını atamamış, onun varlığını bilememişler için üzülüyorum. Bu kadim şehrin hevsel bahçelerinde…
•••
Telefonun tuşlarına bastım, birkaç kez çaldı. Elimdeki fotoğrafa bakarken, “Kendinizden memnun kalmak istiyor musunuz?” diye sordum emekli şefe. “O halde dışarıya çıkın ve ilk gördüğünüz ağaç gövdesine sımsıkı sarılın.” bir kahkaha işitip, kendimden memnun telefonu kapatıyorum.