Reklam

İroni

İroni
30 Aralık 2021 - 13:07
Mustafa Gökhan Bilgili
Yaklaşık bir saattir yüzmekte olduğum havuzdan çıktığımda bone ve gözlüğün neden olduğu başımdaki ağırlık kanımda dolaşan endorfin sayesinde yavaş yavaş azalıyordu. Çocukluğumdan gelen bu alışkanlık gurbet elde de imdadıma yetişmiş ve en sıkıntılı dönemlerimde bile rahatlamamı sağlamıştı. Yavaş ve keyifli adımlarla soyunma odasına geçtim, sıcak ve nem kokan duşta üzerimdeki klor kokusunu bırakarak giyindim ve arabama bindim. Eve ulaştığımda hastaneden arayıp aramadıklarına bakmak için cep telefonumu elime aldım. Bir yıldır bir kez bile konuşmadığım kardeşim sekiz defa aramıştı beni. “Arayı kapatmak istedi herhalde”   diye düşündüm ve isteksizce geri aradım. 
“Merhaba, hayırdır?”
“Pek hayır değil, annem hasta”
“Noldu?”
“Bir aydır kanamaları oluyormuş, bana da söylemedi, iki gün önce apartman girişinde bayılınca komşular apar topar hastaneye götürmüşler, dört ünite kan nakli yapılmış, doktor arayınca haberim oldu. Miyomu varmış. Doktor sadece miyomunun alınmasının yeterli olacağını ama ameliyatın ivedilikle yapılması gerektiğini söyledi”
“Ameliyat ne zaman?”
“İki gün sonraya özel bir hastaneden gün aldık, seni aramamı istemedi ama duramadım”
“İyi etmişsin, görüşürüz”
“Tamam, görüşürüz”
“Sıkıntılar hiçbir zaman tek başına dolaşmaz” demişti rahmetli. Daha iki gün önce aşağılık herifin hastanedeki mikrobiyologla işi pişirdiğini öğrenmiş, ağzının payını vererek kansız bir ayrılma yaşadığımı düşünürken kanama annemin rahminden başlamıştı. “Evet baba yine haklı çıktın” diye söylenerek bardağıma sütü doldurdum, yatak odasına geçtim ve uyuyabilme ümidiyle yavaşça soğuk çarşafın üzerine uzandım.
Uçaktan inince ilk işim soluğu mezarlıkta almak oldu. Yıllardır kimsenin ziyaret etmediği zavallı mezar üzerinde ayrık otları, yoncalar ve papatyalar bitmişti. Bir gün önceki yağmurun neden olduğu ıslaklık toprağın rengini koyulaştırmıştı ve tüm mezarlık mis gibi toprak kokuyordu. Elimdeki çiçekleri başucuna bıraktım. Babamı en son hastanede görmüştüm. Sarı-soluk yüzü, çıkık elmacık kemikleri ve kocaman göbeğiyle yatağın üzerinde hareketsizce yatıyordu. Soluk alıp verdikçe göğüs kafesinde anlamsız hareketler meydana geliyor ve bana bakarken gülmek için yüz kaslarını zorluyordu. Üzerine parşömen kalınlığındaki bir derinin gerdirildiği bu güleç kafatası aklımda kalan son hatırasıydı. Cenazesine de mezarına da gidemiyorduk, çocuktuk çünkü olumsuz etkilenebilirdik. Ölüm başlı başına bir olumsuzluk değildi sanki. Annemin kısacık da olsa bir mezar ziyaretini bile esirgemiş olmasını hiçbir zaman anlamamış ve affetmemiştim.
Eve vardığımda kardeşim açtı kapıyı. Geçen onca yıla rağmen derin dondurucuda saklanan aramızdaki soğukluk özenle muhafaza edilmişti. Annemi yatağında bitkin bir halde yatarken buldum, yanına sokuldum, kokladım. Kardeşim de diğer tarafına uzandı. Üç kadın boş gözlerle sokaktan yansıyan ışıkların neden olduğu tavandaki gölgelere bakarak iç geçirdik. Eminim hiçbirimizin hayalindeki buluşma sahnesi bu değildi.
Sabah erkenden kalkıp hastane için gerekli eşyaları hazırladık. Annemin aç kalması gerektiği için biz de kahvaltı etmedik. Hastanenin kasveti girişte kendini belli ediyordu. Yapmacık gülümsemesiyle karşımızda duran sekreter yatış işlemlerimizi yaptıktan sonra servise çıktık. Hastalığın neden olduğu iç sıkıntısını hafifletmek için seçilen renkler bulantımı arttırmaktan başka bir işe yaramıyordu. Anneme verilen mavi ameliyat önlüğünü yavaşça üzerine geçirdik, üzerinde sallanıp duran kuşakları iptidai bir şekilde bağladık ve asansöre doğru eşlik ettik. Hastane personeli bize ayrılmamız gereken anı kibarca bildirdi ve göz yaşlarıyla annemi içeriye uğurladık. Yıllar sonra kardeşime sarılmak ve ağlamak iyi gelmişti. Annesi ameliyathane masasında olan birinin kendini birazcık da olsa iyi hissetmesi günah sayılır mıydı acaba?
Ameliyatın bize söylenenden daha uzun sürmesi telaşımızı iyice arttırmıştı. Kardeşimle göz göze gelemiyor, içimizdeki merak ve sıkıntının neden olduğu gerginliği paylaşırsak çoğalacağından korkuyorduk. Beşinci saatin sonunda ameliyathaneye çağrılınca ters giden bir şeylerin olduğunu düşünerek koşar adımlarla kapıya doğru yöneldik. Ameliyathane önündeki sıkıntılı bekleyiş kapının yana doğru kaymasıyla bir anda sona erdi ve içeriden bize doğru seslenen maskeli bir adamın sesiyle o tarafa doğru yönelmemizi sağladı. “Ameliyat iyi geçti ama müdahale sırasında rahim delinince hepsini almak zorunda kaldık. Anneniz iyi merak etmeyin, birazdan servise gelecektir. Sizden ricamız tetkik amacıyla şunu bilmem ne patoloji kliniğine götürmeniz” İkimizde elimdeki kavanoza anlamsız gözlerle bakıyorduk. Sarı-yeşil bir sıvı içerisinde yüzen bir et parçası tüm haşmetiyle karşımızda duruyordu. Hayatın ironisi salvoyla geliyordu demek ki, ben ona dönmek isterken o bana dönmüştü.