Reklam

Çıkış

Çıkış
29 Aralık 2021 - 12:31
Volkan Kahyalar
Her tarafı kapalı, beyaz bir kutuya benzeyen fabrikanın dışından çıt çıkmıyordu. İçerisi ise, bunun tam tersi savaş alanından farksızdı; ter kokusu, havasızlık, seri halde üretim yapan makinelerin gürültüsü ve bu ma­kinelerin arttırdığı sıcaklık, toz, pas, kir… Makinelerin belli bir hızı yoktu; başındaki kişinin keyfine göre hız sürekli değişirdi. Değişmeyen tek şey, işçilerin makine­lerden daha hızlı olma zorunluluğuydu. Bu, öylesine hızlı bir işti ki; fabrikaya yeni gelen biri kimin makine kimin insan olduğunu anlamayabilirdi. Ayakta çalışan işçilerin çoğunda varis baş gösterdi; kiminde ise varisler patladı. Kimisinin belinde ve boyunlarında fıtık oluştu. Mola saati on beş dakikaydı; ama işçilerin bu büyük fabrikada çayhaneye ulaşmaları ve sıraya girmeleri bazen yirmi dakikayı geçiyordu. Bu sebeple işçiler çoğunlukla çaya gitmemeyi tercih etti. Molalarda hiçbir yere gitmeyince en azından varisle­ri rahatlamış olurdu. Bel ve boyun fıtıkları için ise değişen bir şey olmazdı; Bunlar hep ağrı yapardı.
Sorumlu olduğu makinenin başında çalışan kara kuru, üzerindeki mavi işçi tulumunun çoğu yırtılmış montajdaki işçi İsmail’i amiri çağırdı:
“Seni İnsan Kaynaklarından çağırıyor­lar İsmail. Bir yukarı çıkıver…”
İşe girdiğinden beri hiç “yukarıya” çıkmamıştı İsmail. Morali bozuldu. Yüzü düştü. Bir taraftan da bir merak sardı. Kendi kendine mırıldanıp durdu: “Ne ola ki?” Yukarı kata çıkmak için merdivenin önündeki kalın camlı kapıyı açıp tam bir adım attı ki tertemiz takım elbiseli bir mühendis karşıdan belirdi. Bu sırada ken­di üstünden utandı; ter kokan vücudun­dan utandı. “Okumuş adam başka tabii.” diye mırıldadı. Mühendisin yanından bir şey demeden geçti.
Basamaklardan çıktıkça üretimin gürültüsü kesilmeye ve hava serinlemeye başladı. Bir an üşüdüğünü hissetti. Niha­yet ulaşmak istediği üst kata ulaştı. Saa­tine baktı. Mesainin bitmesine yarım saat vardı. “Burada mesai bitimine kadar işim sürerse en azından biraz dinlenirim.” diye içinden geçirdi. İnsan Kaynaklarının ofisi koridorun sonundaydı. Beyaz fayanslar üzerinde kara bir nokta gibi ilerledi. Sanki bir şeyler hissediyor ama kendine itiraf etmek istemiyordu. Odaya yaklaştıkça bu kötü his üstüne karabasan gibi çöktü.
Odanın camdan kapısına gelip iki üç defa tıklattı. Kimse ilgilenmeyince ortaya doğru boş gözlerle baktı. Hafif sesini yükseltti: “Beni çağırmışsınız!”
Takım elbiseli genç sarışın, hafif tebes­süm ederek, “İsmail Güler mi?”
İsmail’in baş salladığını görünce başka camla çevrilmiş odayı işaret etti; “Şöyle geçelim.”
İkisinin de odaya geçmesini fırsat bilen çilli uzun yüzlü genç, çalışma masasından yanında getirdiği içi kâğıt dolu beyaz dos­yayı krem rengi yuvarlak masaya koydu. Sonra kendini tanıttı:
“Ben Burak, İsmail Usta”
İsmail, tanışma merasimini hiç umursamadı. Nasıl olsa bu herifi bir daha Allah bilir ne zaman görebilecekti. Onun gözleri dosyadaydı; “içinde ne ola ki?” diye düşündü.
İsmail’in ona boş gözlerle ona bak­masına aldırış etmeyen Burak’sa, heykel gibi hiçbir mimik belirtisi göstermeden devam etti:
“Neden çağırdığımızı merak ediyor­sundur. Konuya direk gireceğim. Toplu çı­kış var İsmail Usta! Küçülmeye gidiyoruz.”
İsmail, üzerine çöken o garip duyguyu şimdi anladı; Dosya da çıkış evrakları var­dı. Burak, yavaşça elini önündeki dosyaya attı. İsmail’in elleri ve ayakları titremeye başladı. Bunca zamandır içinde tuttuğu her şey ağzından döküldü;
“Bak şimdi kardeş. Okumuş adam olduğun belli. Sen benden daha çok şey bilirsin. Sayılarla aran da iyidir; ben bura­da on senedir çalışıyorum. Tam on sene! Ömründen on sene vermek ne demek biliyor musun? Genç adamsın, biliyorum sen de emir kulusun; ama bir şuraya bak! Bir benim üstüme bak, bir de senin üstü­ne... Ne demek istediğimi anlıyor musun? Ben cahil adamım, çok laftan anlamam. Benim bildiğim tek bir şey var; bunca za­man kendi ürettiğim... Hem de günde en az üç yüz elli tane televizyon… Evet evet, bunca zaman içinden bir tane bile tele­vizyon satın alamadım. Bunu anlayabilir misin? Neden alamadım biliyor musun? Yok, bana öyle boş gözlerle bakma! Gerçi haklısın... Ben bile bilmiyorum çalışan olarak. Sen nasıl bileceksin ki?”
Genç sarışın, tepkisiz bir şekilde cevap verdi;
“Yapabileceğim hiçbir şey yok İsmail usta”
İsmail, bunca sözün hiç işe yaramadı­ğını anladı ve sadece “Haklısınız!” diyebil­di. İçinde neler yaşadığını tek bir sözcüğe sığdırmasına imkân yoktu aslında. Boğazı düğümlendi, yüreğine ateş düştü, göz­leri doldu. En çok da şu fabrikadan hiç televizyon alamadan çıkmak ağrına gitti. Adımları onu ne kadar geriye doğru çekse de o ileriye doğru, kara bir leke gibi tekrar beyaz fayansların üzerine basarak gitti. Burak ise, uzun yıllardır ayakta çalış­maktan varisleri artmış işçileri tek tek çağırmaya başlamıştı bile…