Reklam

HARİKA!

HARİKA!
17 Ekim 2022 - 10:32
Burcu Kulaç

Geniş salonun elbisesine iyice yapışan deri koltuğunda kıpırdaman otururken gözlerini tam karşısındaki mavi tabloya dikmiş patronuyla görüşmeyi bekliyordu. Çoğu insan Picasso’nun bu eserini kullandığı ağırlıklı mavi tonundan dolayı huzurlu bulurken, Ada’nın ruhunu sıkıyordu. O karmaşa, kadının biçimsiz tasviri… Harika! Yine aynı tablo, yine patronla geçecek ağır bir konuşma. Bu adama ne anlatabilirim ki? Zaten dinlemiyor. Hakkımı savunmam gerekir mi? Alttan alıp özür mü dilesem? Of boş ver Ada! Adamın yeğeniyle kapışmadan önce düşünecektin bunları. Ne olacaksa olsun.
Duvar saatinin gürültülü tik takları düşünce bulutunu dağıttı. Bakışlarını tablodan ayırıp saate baktığında görüşme vaktinin geldiğini fark etti ama Halit Bey karşısındakini on dakika bekletmesiyle meşhurdu. Bunu bilen mimarlık ofisi çalışanlarından daha önce toplantıya geç gitmeye cüret edenler olmuş, patronun gazabıyla karşılaşmışlardı. Bu yüzden herkes, yeğeni hariç herkes, beklemeye muhtaçtı.
Mızrak misali asılı duran akrep ve yelkovan saatin dört olduğunu söylüyordu. İzmir’in gündüz güneşinin aydınlattığı sokaklara inat jaluziler sımsıkı kapalıydı. Aydınlığa ulaşmak için kıpırdanacak olduysa da hemen vazgeçti. İki sene öncesine kadar geniş pencerenin önünde karşılıklı buran berjerleri anımsadı. Yeni patron o döneme dair hiçbir şeyi bırakmamıştı. Emek ve mesai kokan fotoğraf köşesi anında kaldırılmış, aslan büstleriyle donanmıştı. Berjerlerin yerini ise ağır cam objelerle kaplı alüminyum ayaklı dresuar süslüyordu artık. Aynı kalan tek şey firmanın ismiydi, o kadar. “Arkadaşlar sıfırdan başlıyoruz” demişti. Firma zaten sıfırı görmüştü, finansal olarak dipteydi. Başka nereden başlayacaklardı?
Firmanın el değiştirdiği dönemde Ada dışında herkes zaman içinde istifa etmişti. Benzer yolu izleseydi ne olurdu acaba? Bunu merak eder, hayaller kurar, sıklıkla da kendisini iç hesaplaşmanın tam ortasında bulurdu. Keşke bende istifa etseydim. Eski kadrodan kimse kalmadı. Kendi ofislerini açanlar bile oldu. Gitseydim nasıl olurdu acaba? İş bulabilir miydim? Acaba şimdi iş bulabilir miyim? Ya yedi yıl olmuş, bunca zaman nasıl terfi alamadınız derlerse? Bu düşünceleri karnına ağrılar saplanmasına yetmişti bile. Sonu apaçık belli olan bir mücadelenin içindeydi. Bataklığa balıklama dalmış, yalnız olduğunu anlayamamıştı. Hayali olduğunu düşündüğü aslında annesinin idealize ettiği iş kadını çizgisine odaklanmış, değişimi fark etmekte gecikmişti.
Kapının açılma sesiyle yerinden sıçradı. Odadan çıkan Okan’ın yılışık gülüşü karşıladı. Harika! Bir eli kanvas pantolonun cebinde, gömleğinin haddinden fazla sayıda açık düğmelerinin arasından fırlayan zincir kolyesi ve kahverengi, püsküllü loafer ayakkabısıyla adeta bir tezatlık abidesiydi. Bakışlarını Ada’dan ayırmadan yaylanarak yürümeye başladı. Genç kızın bu meydan okumaları, bu istemem yan cebime koyları bir yere kadardı. Salondaki tek koltuğa ulaştığında:
“Sıra sende güzelim” dedi. Göz mü kırptı o birde? Tüm terbiyesizliğinin üzerine bunu söyleyebiliyor mu? Hala yüzüme bakabiliyor mu? Cevap ver Ada, cevap ver! Sakın kitlenme! Haddini bildir şu pisliğe!
Ada şimdi de cevap veremeyişine kızıyor, sövemediği için yerine kullandığı “Harika!” nidası beyninde yankılanıp duruyordu. Halit Bey’in neredeyse Okan kadar sevimsiz asistanı “Girebilirsin Ada’cığım” dediğinde kadına nasıl ters baktıysa anında beynine ağrı saplandı. Ada’cığımmış! Sanki arkamdan ne dedikodular yaptığını bilmiyorum.
Halit Bey’in iki odanın birleştirilmesiyle oluşturulan çok çok geniş odasına girdiğinde, adamı odayla orantılı büyüklükte çalışma masasının ardındaki uzun arkalıklı, konforlu ve epey pahalı sandalyesinde otururken buldu. İki elini, parmak uçları birbirine değecek şekilde çene hizasında birleştirmiş, kurbanının huzuruna gelmesini sakince bekliyordu. Ada’ya hiç alıcı gözüyle bakmamıştı ama Okan’ın neden bu kıza taktığını anlıyordu. Kız güzeldi. Makyaj yapmıyor gibiydi. Yeğeninin etrafında fır dönen kalın dudaklı havalı sarışınlara benzemiyordu. Hayta yeğeni muhtemelen bu kıza asılmış, yüz bulamayınca da yıpratmaya çalışmıştı. Çalıştığı dönemde hiçbir aşırılığını görmediği genç kadının Okan’la kavga ettiğini duyunca çok şaşırmıştı. Dün yaşanan olayın üzerine yeğeni ailesinin gözü önünde sinir krizi geçirmiş, masayı dağıtmış, küçük bir çocuk şımarıklığında ortalığı birbirine katmıştı. Dayısını iş bilmezlikle suçlamış, kocaman adam alenen Halit Bey’i babasına şikâyet etmişti. Bunun üzerine baba, Halit Bey’i aramış “ya o kızı kovacaksın ya da firmayı terk edeceksin” demişti. Gururu, benliğini çok uzun zaman önce açıp batırdığı işlerin ardında kalan tüm borçlarını eniştesinin ödemesiyle terk ettiği için kararı vermek zor olmamıştı. Zira bu mimarlık ofisi Halit Bey’in yeni oyuncağı; yani ablasının, kardeşi hakkında yakınmalarını daha fazla dinlememek adına eniştesinin bir hediyesiydi. Okan’ı ya da eniştesini bu saatten sonra geri çeviremezdi. Bazen, çok geçmişi hatırladığı anlarda, üniversitede tüm dersleri dikkatle dinleyen, gece gündüz çalışıp dört yılda mezun olmayı başaran o genç mühendise ne olduğunu merak eder, elindeki içkinin verdiği rehavet ile pek fırsatı kalmadan uykuya dalardı. Uyandığında ise o genç mühendisin hatırasından eser kalmazdı bünyesinde. Yine böyle bir günün sabahıydı bu sabah. Hatırında kalan tek şey ise para babasının verdiği komut olmuştu. 
Ada sonun geldiğini anlamıştı. Kısa adımlarla devasa masanın önünde durdu. Masanın karşısında konuşlanan oturma alanına göz gezdirdi. Oturmalı mıyım? Halit Bey’in teklif ettiği de yoktu ya, direkt konuya girdi. Önceden hazırlandığı belli olan cümlelerle girizgahını yapıp Ada’nın profesyonel hayata yakışmayan tavırlar sergilediğini söylediğinde genç kadın bitirmesini beklemeden araya girdi.
“Halit Bey yapmayın. Projemi çaldı.” Vurgulayarak devam etti, “üzerinde aylardır çalıştığım proje dosyasını resmen aldı ve müşteriye sunum yaptı.” Halit Bey aynı sakinlik ve umursamazlıkla ezberindeki cümleleri söylemeye devam ediyordu. Ada’nın söylediklerine cevap vermiyordu. Genç kadın ise kendini duyurma çabasındaydı. Böyle kaç dakika geçti, kaç cümle birbirlerini duymadılar artık kestiremiyordu.
Beynindeki anı merkezi Okan’ın yaptığı tüm eylemleri teker teker gözünün önüne getirirken Ada olduğu yere çakılmış, Halit Bey’in söylediklerini güçlükle işitiyordu. Sabahlayıp çalıştığı mesaileri, ihmal ettiği sosyal hayatı, kazandırdığı projeleri… Hepsi bir cümleyle buhar olup gitmişti. “Fakat bu koşullarda seninle çalışamayız.” Son darbe ve nakavt. Bitmişti. Kaçınılmaz son karşısında onu kucaklamak için bekliyordu. Gözyaşlarıyla karşılık vermek, o görünmez canavarı püskürtmek istiyordu. Hayatını geriye sarsa, son iki yılı yaşamasa… ama bu ana maruz kalmasa.
                “İşte böyle. Sanırım Halit Bey konuşmaya devam ediyordu ama inan hatırlamıyorum.” Kimi meraklı, kimi şaşkın, kimi memnun bakışlara aldırmadan ofisten ayrılışını bu cümlelerle anlatacaktı. Birkaç parça eşyasını tıkıştırdığı çantasını omzundaki diğer yüklerle beraber sırtlandı. Gözlerine hücum etmeye hazır gözyaşlarını durdurmak için korkunç çaba sarf ediyordu. Sakın ağlama, sakın ağlama! Bu telkinler hiçbir işe yaramıyor, aksine emir kipi eylemin kendisini çağrıştırdığı için beynini etkisiz kılıyordu. Nihayet otoparka ulaştığında arabanın arka koltuğuna sığındı. Gözyaşlarını bıraktı. Bıraktı ki istedikleri gibi aksınlar. Bıraktı ki yol göstersinler.
Hıçkırıklarının arasında gayri ihtiyarı annesini aramak için telefonunu çıkardı. İsmin yanında göz kırpan telefon simgesine dokunmasıyla çekmesi bir oldu. Annesine kovulduğunu söylemezdi. İmkânı yok. Asla anlamaz. İdealist annesi yıl sonunda (artık!) terfi beklediği kızının kovulması haberini iyi karşılamazdı. Ada’yı geri dönmeye ikna etmeye bile kalkışabilirdi. Söyleyeceklerini kestirebiliyordu:
“Düzenli iş bulmak kolay mı? Yıllardır çalışıyorsun. Yeni bir yere geçip her şeye yeniden mi başlamak istiyorsun? Okul arkadaşlarını görüyorsun. Bak terfi alamadın daha. Ha birde kendini başka firmada tekrar ispat edeceksin. Ohoo!”
                Aklı, olmayan bir diyaloğu yaşatırken kalbi, hem işsiz hem de yalnız olduğunu haykırıyordu. Koltukta adamakıllı cenin pozisyonu almış, nefesini tutarak gözyaşlarını durdurmaya çalışıyordu. Toparlanıp eve gitmeliydi. Tek istediği kırk dereceye varan İzmir sıcağına rağmen örtünün altına girip kafasına kadar çekmekti. Kimse olmasın, kimse aramasın, kimse sormasın, kimse konuşmasın.
                Gözyaşları rimelini alt kirpiklerinden göz çukurlarına kadar akıtmıştı. Gözleri berraklığını kaybetmişti. Çalan telefonun ekranındaki ismi görmek için birkaç defa gözlerini kırpıştırmak zorunda kaldı. Arayan bir dönem beraber çalıştıkları eski iş arkadaşı Murat’tı. Halit Bey firmayı devralmadan hemen önce kendini mimarlık ofisini açmıştı. Büyük riskti ama nispeten başarılı olmuştu. İşleri fena gitmiyordu. Ara sıra Ada’ya projeleriyle ilgili akıl danışırdı. Kendisinden daha deneyimli olan adamın neden ondan destek aldığına anlam veremez ama bu ilgili hoşuna da giderdi doğrusu. Aslında Murat’ın ona ulaşmak için bahaneler yarattığını bilmezdi.
“Artık kovulmuş bir mimardan tavsiye almak istemezsin.” Telefonu, içinde bulunduğu durum umurunda değilmişçesine cevaplamıştı. Sözleri genç adama sadece cesaret vermişti. Yıllardır aradığı cesaret. Genç kalınmış bir sonraki adımı nihayet atabilecek kadar bir cesaret.
Kim bilir belki de bu iki insan, o akşam geçirdikleri zamandan çok keyif alacaktı. Kim bilir belki de atalarımızın dediği bir kapı kapanır bir kapı açılırdı. Kim bilir belki Halit Bey, çok zamanlar önce kaybettiği genç mühendisi anımsar, Ada annesinin değil, kendi hayalleri keşfeder, Murat da sevdiği kadının hayallerine ortak olurdu. Kim bilir yıllar sonra Ada, annesinin “kızlar kötü konuşmaz” dayatmasından sıyrılır, ağız dolusu söver ve kim bilir belki kelimenin sözlük anlamıyla “Harika!” hissederdi.