Reklam

Bavuldan çıkan sesler

Bavuldan çıkan sesler
25 Aralık 2021 - 14:25
Gamze Ocak
Bavuluna koyduğu son eşyasını güçbela yerleştirdikten sonra fermuarını aradı. Kolları ve parmakları ondan bağımsız hareket ediyordu sanki. Güneş tepeye yerleştiğinde yeni günün coşkusunu içinde duyumsayan, aylardır bugünü bekleyen o değilmiş gibi endişe yüklü nefesinin esiri olmuştu. Onu görecek olmanın sevinci içinde çırpınıyordu hala çırpınmasına ama küçücük yerde ona dokunmak kolay mıydı? Arkadaş gibi görünmek için sis perdesinin altına gizledikleri bakışlarını kim durdurabilecekti? Soluğu iyiden iyiye hızlandı, parmakları ‘Sakin ol!’ nidalarını kulağına haykırdı. Nihayet bavulun iki yanındaki fermuar başlıklarını birleştirmeyi başarmış, o yaz gerçekleşecek olan her şeyle birlikte kapamıştı.
Otobüs terminale yaklaştı. Her zamanki yerinde, her zamanki ışığıyla bekleyen sevgilisini göremedi bu kez. İşten izin alamamıştı belli ki. Zaman, ne garip şeydi. Aylar, yıllar geçerdi de onu görmesi için geçecek saatleri nasıl bekleyecekti... Heyecanın esrikliğinden, beklediği kişinin yokluğuyla kurtulunca öfkesini bavulundan çıkardı. Her kaldırımda şiddetle yere çarptı. Tekerlekler, koşar adım yürüyen ayaklarını yakalamaya çalışırken bitap düşmüştü. Neyse ki camda bekleyen annesinin eli havada sallandı. Bizim bavul derin bir nefes aldı.
-Hoş geldin oğlum! Gözüm yollarda kaldı. Ah benim kuzum, nasıl özlemişim...
-Hoş bulduk anne.

Kupkuru bir hoş bulduk. Annesi, oğlunun yüzündeki kederi hemen okudu. Sebebini anlamak için çehresinde kazı faaliyetine başlayacak oldu, ilk günden darlamak olmaz diye vazgeçti.

-Nasıl geçti sınavların? Hep dua ettim senin için. Muvaffak ol da tez zamanda okulunu bitir diye sabahlara kadar yasin okudum oğlum.

Furkan’ın bir gözü annesinde, bir gözü yasinde. Annesinin ağzından çıkanları belli belirsiz işitiyor, cevap vermek için niyetlendiği kelimelerin her hecesini saatin sesi soğuruyordu. Akşam olana dek onca zaman olan biteni dinledi. Gözün aydına gelen komşuların kalabalığında gizlendi. Bir odasına, bir salona gidiyor, kulağı telefonda yolları arşınlıyordu. Ve sonunda beklediği mesaj geldi: “Evden çık, sokağın başında buluşalım.”

-Nerede kaldın? Sabahtan beri seni bekliyorum. İşten çıkalı çok olmadı mı?
-Tıraş oldum senin için. Ne o, beğenmedin mi?

Arkadaşça görünen kısacık bir sarılmadan sonra yüzlerinde asılı kalan tebessümle yürüyüşe başladılar. Emre, işten güçten; Furkan, okuldaki çileden çıkaran tiplerden bahsetti. Son görüşmelerinde birbirlerine hediye ettikleri kıyafetler üzerlerinde, kokuları hala burunlarındaydı. Ayrı kaldıklarında özlemin şiddetli sesini bastıran, yakınlaştıran giysiler... Şimdi bir adım mesafesinde olmalarına karşın dünya kadar uzaklardı. Gündelik konuşmalarının arkasındaki ‘Seni özledim, ‘Neden yanıma gelmedin’ sitemlerini bir tek ikisi biliyordu. Bir tek ikisi vardı o an dünya üzerinde. Çevrelerindeki insanların günah yüklü konuşmalarından sakındıkları sevgileri bir tek.

Emre yıllık izne ayrılır ayrılmaz, aylardır hayalini kurdukları tatil için harekete geçtiler. Tüm paralarını birkaç günlüğüne kendileri gibi olacakları tatil için harcamaya hazırlardı. Rol yapmadan, hissettiklerini dışavurabilecekleri bir tatil. Furkan’ın babası ”Ne işi var bu çocuğun tek başına tatillerde!” diye homurdandıysa da annesiyle işbirliğinin karşısında daha fazla duramadı. O büyülü günün ilk ışıklarına uyandıklarında sırt çantalarını aynı hazla sırtlayıp yola çıktılar.

Temkinli adımların gölgesinden biraz daha uzakta, tatil kalabalığının boğucu güruhundan sıyrılabildikleri Olympos’a vardılar. Akşama değin denizde, nispeten yakın olabildikleri bu antik kentin şiirsel doğasında eriyip gittiler. Mitolojik öykülerin tılsımlı nefesi eşliğinde akropolleri gezip efsaneler uydurdular. Karanlık çökünce yine denizin karşısında, belirgin yıldızların altında gitar çalıp şarkı söyleyen insanların arasında sarhoş oldular. Düşüncenin ihtiyatlı alanından çıkıp yakınlaştılar. Rüzgarın buyurgan tavrı, birbirlerine sokulmalarından başka olanak tanımadı. Fondaki Bülent Ortaçgil sözleri, yosun kokularıyla karışıp dudaklarını kavuşturdu. Zamanın durduğu bu âna tanık olan biri daha vardı. Kötücül bakışlarını telefonuna doğrultup gördüğü kareyi yakalamaya çalıştı. Şaşkınlığını bir kenara bırakarak haberi yayma işine saldırdı.

-Alo, Cansu! Sana attığım fotoğrafı gördün mü? Gözlerime inanamadım! Geçen yaz bana yüz vermedi diye nasıl üzülmüştüm. Hala şoktayım (...) Tamam, hadi kapat. Bizimkilere de atmıştım, onlar arıyor.

Sedef, hırsının kurbanı olmuş iki gencin kaderini tayin etmişti. Sabah uyandıklarında onlarca cevapsız aramayla karşılaşan Furkan, yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu fark etti. Fotoğrafları, yakın çevrelerinin kirli ellerinde gezinirken belirsizliği yok etme isteğiyle aileleriyle konuştular. Gariplik olduğu çok belliydi.

-Artık eve dönemeyiz. Kesin öğrendiler. Plan yapmamız lazım. Ev olmaz hayır, artık eve dönemeyiz.
 
Emre’nin panik halindeki sayıklamalarını iyimser olmaya gayret eden Furkan böldü:

-Ne olduğunu hala tam bilmiyoruz. Hem öğrendilerse de yapacak bir şey yok. Bir gün bunun olacağını biliyordum. Yüzleşmekten başka çaremiz yok.
-Seni dinleyeceklerini mi sanıyorsun? Ne yüzleşmesi? Olmaz, ben gidemem. Sen de bir yere gitmiyorsun.

Zaman garip şeydi gerçekten. Su gibi geçen birkaç güne karşın bu son birkaç dakika ömürlerinden ömür gitmiş, boşluğun dehlizinde parçacıklara ayrılmışlardı adeta. Dönüp anlamaktan, yüzleşmekten başka çareleri olmadıklarını ikisi de bal gibi biliyordu. Hem dönmeyip ne yapacaklardı? Nereye gideceklerdi? Ne kadar iki başına dayanabilirlerdi... Mecburiyet, renkli günlerinin karşısında galebe çaldı. Olabilecek tüm senaryoyu düşünerek içlerindeki korkuyla savaşım halinde, el mahkum evlerinin yolunu tuttular.

Mahalle, ikisi hakkında dedikodularla çalkalanırken hoş bir karşılama beklemek mümkün değildi. Korkunç ağızlarına sakız ettikleri iki gencin isimleri; mahalleliyi sıkıcı hayatlarından kurtarmış, kendi memnuniyetsiz hayatlarını unutturan bir sergüzeşte dalmışlardı. Dünyanın bütün kötülüğünü ikisi yapmış gibi kin yüklü ateş saçan yüzleri, onları recm etmeye hazırdı. Evin içi de yabancı yüzlerden çok farklı sayılmazdı. Evlerinde kopan fırtınaları bir onlar bilir, bir de bağırışmaların gürültüsüyle titreşen, sarkıt avizeler. Kendi çocuklarına o an göstermedikleri şefkatle büyüttükleri çiçekleri uç vermiş, korkudan toprağın dingin serinliğine tutunmuşlardı. Ama çocuklarının tutunacak kimsesi kalmamıştı. Bütün dünya sanki ağız birliği etmişçesine üzerlerine gecenin soğuk ayazını gönderiyor, sarp kayalıkların tepesinde ayakta durmamaları için elinden geleni ardına koymuyordu.

“Biz ne günah işledik de başımıza bunlar geldi Ya Rabbi! Nasıl çıkacağız el âlemin içine. Baban senin yüzünden işine gidemez oldu. Nasıl yaparsın, Allahım sen aklımı koru!”
 gibi benzeri cümleler iki evin duvarlarında yankılandı. İki ruh da kendini korumak için içlerindeki sığınağa gömüldü. Evlerde matem havası. O kadar ki ölü haberleri gelse bu denli harap olmayacak iki aile. Ne yapacaklarını bilmez halde ‘iyileştirmeye’ çalıştıkları oğullarını görmeye gelen hocaların nefesleri de nafile.

Dedik ya zaman anlaşılır şey değil diye. En geçmez zamanlarda bile bana mısın demiyor, geçiyor. Koca koca insanların bazen yemek sofralarına, bazen kağıt masalarına meze olan iki gencin hikayesi dirimselliğini kaybedebiliyor. Ahali için bir başka ‘skandal’ olana değin günlük yaşam devam ediyor. Furkan, devam edemediği okulundaki işe yaramaz arkadaşlarını bile özlüyor; Emre, aylardır beş parasız yaşama tutunmaya çalışıyordu. Birbirlerinden bihaber, artık kendileri bile suçlu olduklarına inanıyordu. Sevginin insanları acıdan kavurduğu, onulmaz bir suç.

Ortalık ne kadar yatışmış görünse de alaycı bakışlar ara sıra kendini gösteriyordu. Bu böyle olmayacak deyip, Furkan’ın annesi Âmine teyze taşınma kararını kesinleştirdi. Furkan, haberin hüznü dalga dalga yayılıp odasının kapısından içeri süzülürken tepkisizliğine şaşırdı. Usulca bavulunu yerinden çıkardı. Kolları ve parmakları ondan bağımsız hareket ediyordu sanki. Soluğu iyiden iyiye hızlandı, parmakları ‘Sakin ol!’ nidalarını kulağına haykırdı. Nihayet bavulun birleşik fermuar başlıklarını ayırmayı başarmış, o yaz sonu biten her şeyle birlikte kapamıştı.