Reklam

Dört duvarın kısıtlayamadığı uzam, ev

Dört duvarın kısıtlayamadığı uzam, ev
26 Nisan 2021 - 14:08
Utku Yıldırım
            Bachelard zamanın peteklerinden bahsediyor mekânı anlatırken, Lefebvre mekân temsillerini sermaye ve tüketim ilişkileri açısından inceliyor, pek çok tanımı ve açımlamayı bir kenara bırakıp ölçeği küçültürsek kıyıda karanlık noktalar görürüz, evdir onlar. Tuhaflığın, tekinsizliğin sisine boğulmuş evler sis çanını bile duyurmaz, insanın bataklığıdır. Evin karanlık yüreğini irdeleyen iki roman iyi yansıtır bunu, Ricardo Romero’nun Başkan’ın Odası adlı metninde isimsiz bir anlatıcı çocuğun evi deneyimleme biçimi tanıdık köşelerin, varsa basamakların ne kadar yabancılaşabileceğini gösterir. Anlatıcının evi iki katlıdır, tavan arasını sayarsak üç ama eve dahil olup olmadığı belirsizdir tavan arasının, sadece anlatıcı orada zaman geçirip düş kurar, düşünceleriyle evi biçimler, ailenin diğer üyeleri tavan arasından habersiz gibidir. Tanımlamaların muğlaklığıyla başa çıkmaya çalışır anlatıcı bir yandan, “çatı katı”nın “tavan arası”yla bağlantısını kuramaz, ikisinin aynı düzlemi ifade ettiğini kabul etmesi mümkün değildir. Aynı şekilde şehir merkezindeki evleri de bilişsel şemalarına oturtamaz bir türlü, şehir dışındaki eviyle apartman dairelerini kıyasladığında bir evin tavanının diğerinin zemini olması kafasını karıştırır, toprak ve gökyüzü arasında kurduğu yaşam-ölüm ilişkisini apartman dairelerine uyarlayamaz, amorf bir yapıdır ona göre şehir. Gariplikler bununla da bitmez, kırsaldaki evlerin tümünde bodrum katlar tuğlalarla kapatılmıştır, kimse aşağı inemez, üst katlardan gelen sesler bodrum katın bilinmezliğini yankır, böylece karanlığın dip gürültüsü evin atmosferini doldurarak anlatıcının garip ailesini de anlaşılır kılar. Anne ve baba daha çok diğer iki çocuklarıyla ilgilenir, anlatıcıyla pek ilgilenmezler, iletişim daha en baştan olanaksıza vardığı için anlatıcının kurduğu ev imgesi başka hiçbir şeyle etkileşime girmeden yaşamının merkezine oturur. Bununla da bitmez, kırsaldaki her evde Başkan için bir oda hazır tutulmaktadır. Başkan her gün televizyonda görülen adamdır, durmadan konuşur, takım elbisesi, sakalı ve bıyığıyla ekranlardan evlere girerken insanlar daha fazlasını isterler ki Başkan için ayrılan odayı her gün temizlerler, eşyaların tozunu alırlar, kendi yaşamlarına göstermedikleri ihtimamı oda için gösterirler. Başkan’ın ne zaman geleceği belli değildir, bekleme izleği mekânın anlatıcı tarafından inşa edildiği her bölümde karşımıza çıkar, böylece hep aynı tekinsizlik işlenir. Nihayetinde Başkan ortaya çıkar, anlatıcı evin önündeki ağaca çıkarak Başkan’ın odanın ortasında hiçbir şey yapmadan durmasını izler ve bu son gariplikten sonra sorunun kendisinde olup olmadığını merak eder. Uzam mantığın sınırlayamayacağı kadar geniştir, henüz oluşmamış bir dünyanın bilinmezliği kendini anlatıcı çocuğun gözlerinden var eder, Başkan’ın ziyareti bile odaların, evin anlamını ortaya çıkaramaz. Çocukluğun sihirli dünyasında oluşan mekânın anlatısıdır bu, bütün olumsuz çağrışımlarıyla birlikte.

Anlatıcının fark ettiği üzere zemin kat üst katlardan daha geniştir, duvarların alt katta birbirinden daha uzak olmadığı göz önüne alınırsa metafiziksel dünyayı da yansıtır ev, somut varlığından ötesini gösterir. Bu gösterinin en oyunlu, kurgusal açıdan en “karnaval” hali belki de Yapraklar Evi’nde bulunabilir. Bu müstesna metnin iki farklı zaman çizgisi üzerinde ilerleyen anlatısına çizgilerden birinde mevcut olan ev açısından yaklaştığımızda çok daha derin bir mekânla karşılaşırız, öylesine derindir ki sonu yok gibidir. Freud’un “tekinsiz” kavramı, Heidegger’in mekânla ilgili düşünceleri anlatının içinde veya kutucuklar içinde karşımıza çıkar, onca bilgi metne sonradan eklenmiş gibi görünür. Evin sonsuzluğu için iyi bir sembol, bitmek bilmeyen koridorlar ve odaların ardında yer alan odalar sanki oradaymış da ev bu boşluğun, bitimsizliğin etrafına inşa edilmiş gibidir.
Evde oturan ailenin üyelerinden biri fark eder önce, evin genişliği mimarî planlarda gösterilen değerlere uymamaktadır, üstelik aslında orada olmayan odalar ve koridorlar ortaya çıkıp kaybolmaktadır. Ailenin babası durumun farkına varınca önce tek başına anlamaya çalışır, odadan odaya geçer, merdivenlerden çıkıp iner, kilometrelerce yol yürürse de dört duvarın bittiği noktayı bir türlü bulamaz. Çok derin bir boşlukla karşılaştıktan sonra profesyonel yardım almayı düşünür ve dağcılığıyla ünlü bir uzmanı çağırır. Uzman ve ekibi eve gelerek aletlerini kurarlar, kilometrelerce uzunluktaki iplerini sağlam noktalara bağlayarak yolculuğa çıkarlar. Boşluğa geldikleri zaman ipleri sarkıtarak bilinmeyene doğru inerler, ellerindeki kaynakları tüketmemek için ihtiyatla ilerleseler de uzamın kurduğu tuzaklardan kurtulamazlar, zamanla psikolojileri bozulmaya başlar ve ekibin üyelerinden biri yaşamını kaybettikten sonra mutlak ve kusursuz boşluğun karşısında şanslarının olmadığını anlarlar. Metaforlar görünmeye başlar, evi bir tanrı olarak görmeye başlarlar, ev aslında umutsuzluğun fiziksel formudur, her türlü olumsuz çağrışıma açıktır. Neyse ki eşine âşık olan ev sahibi geri dönmek için kalanları yüreklendirir, yarattığı huzursuzluğun aşıldığını gören ev işleri daha da zorlaştırır ve başka canlar da almak için harekete geçer.
Daniel Kehlmann’ın Gitmeliydin’ini de anmalı belki, ev tasavvurunun gerçeklikle uyuşmaması Todorov’un “fantastik” tanımına uyduruyor bu üç metni de. Gerçekliğin zihindeki temsilleri mi gerçek yoksa fiziksel dünyanın algılanabilen yapısı mı? Madde ve anlam ilişkilerinin irdelenmesi için ev belki de en büyük olanak, insanın kendini ait hissettiği, içinde koşulsuz bir rahatlık duyduğu mekân karşısında korkuya kapılmaya başlaması kadar tedirgin edici bir olay olmasa gerek.