Reklam

Zülfü Livaneli'nin kaleminden: Yaşar Kemal ile anılar

Zülfü Livaneli'nin kaleminden: Yaşar Kemal ile anılar
26 Nisan 2021 - 13:06
Zülfü Livaneli
Bir öğleden sonra Stockholm’de bizim talebe evindeyiz; ona kendi şiirinden bestelediğim Merhaba adlı kaydı dinletiyorum. Ne diyeceğini de merak ediyorum doğrusu; yürek pır pır! Birden yüzünde büyük bir kaygı ifadesi beliriyor: Eyvah diyor, eyvah; bir yandan da sokak kapısına yöneliyor; çıkıp gidiyor. Afallayıp kalıyorum. Parçayı beğenmedi desem değil, daha tamamını dinlemedi bile. Başka bir yere sözü vardı da unuttu desem, o da değil; çünkü zaten görüştüğümüz çok az insan var. Neyse; merak içinde akşam ettim, sonra telefon ettim, “Ne oldu Yaşar abi” dedim. “Anlatırım yahu” dedi, “Hadi buluşalım.” Stockholm’de Thilda ile geçici olarak kaldıkları eve gittim, onu aldım, dışarı çıktık, her zamanki Çin lokantamıza gittik, her zamanki masamıza oturduk, her zamanki yemeği söyledik. O sıralarda Al Gözüm Seyreyle Salih romanını yazıyor. Dedi ki; “Yahu senin evde birden aklıma o sabah yazdığım bölüm düştü. Yunus balığı ölüyor, Salih de onu kıyıdaki kumlara gömüyor. Kendi kendime dedim ki bu çok çiğ bir şey; Yaşar Kemal nasıl yaparsın bu çirkinliği, yakışıyor mu sana! Hemen eve koştum, o sayfaları yırtıp attım, yeniden yazdım, balığı gömdürmedim, içim rahatladı.” Edebiyatı ölüm kalım meselesi olarak algılayan, dünyaya hikâye anlatmak üzere gelmiş bir büyük yaratıcının heyecanıydı bu. Şapka çıkardım. Çağrışımlarla, dilimin ucuna geleni yazdığım bu bölük pörçük anılarda bir de sokakta yatıp kalktığı her halinden belli olan bir Fransız'ın hikâyesi var. Cannes Film Festivali’ndeyiz, bir kahvenin terasında oturuyoruz. Önümüz ana cadde, ötesi kumsal ve deniz. Caddeden iki yana yıkıla yıkıla, sarı sakallı, yırtık ceketli, gözleri baygın baygın bakan bir Fransız berduşu geliyor, bize yaklaşıyor ve para istiyor. Sabah sabah öyle bir alkol kokusu geliyor ki adamdan anlatamam. Masada kalabalığız, gazeteci arkadaşlarımız var. Yaşar abi adama cömert bir bahşiş veriyor, adam “Mersi” diyor; bu sırada bir arkadaş sarhoşa Fransızca “Bu mösyöyü tanıyor musun?” diye soruyor, sonra ekliyor: “Yaşar Kemal.” Ben içimden amma da soru ha diyorum, sokakta yatıp kalkan adam nerden tanısın Yaşar Kemal’i? Sarhoş ileri geri sallanarak gözlerini kısıyor, Yaşar abiye bakıyor bakıyor, sonra ağzından şu kelimeler dökülüyor “Memed le bandit” yani “Eşkıya Memed.” Ağzımız açık kalıyor.

İsveç’te parasızlık yılları. Benim durumum daha içler acısı ama onun da sınırlı parasını idareli harcaması gerek. NK denilen lüks mağazadaki sabun satılan bölüme girdik. Güzel kokan cicili bicili sabunlar; hepsi bir moda firmasının adını taşıyor ama ateş pahası. Yaşar abi bu sabunlardan üçer beşer atıp sepeti doldurmaya başladı. Ne yaptıysam engel olamadım; hesabı ödeyip çıktıktan sonra bana “Şaşırma!” dedi ve şunları anlattı. Çocukken köyden kaçıp Kadirli’deki akrabalarının yanına gitmiş. Banyoyu yakmışlar, bir kalıp da sabun vermişler. Gürül gürül akan sıcak suyla o sabun Yaşar abinin o kadar hoşuna gitmiş ki bir kalıp sabunu neredeyse eritmiş. Çıkınca da bu yüzden hatırı sayılır bir dayak yemiş. Bu yüzden “Dayanamadım aldım yahu” diyordu. O günden beri sabunlara düşkünüm.

Paris 1984. Elysee Sarayı’nın görkemli bir salonunda Cumhurbaşkanı Mitterrand dört kişiye Legion D’Honneur madalyası veriyor. O dört kişi yan yana dizilmiş. Joris Ivens, Elie Viesel, Federico Fellini ve Yaşar Kemal. Salonda ağır bir teşrifat havası var. Konuşmalar yapılıyor, Mitterrand madalyaları takıyor. En son Yaşar Kemal’e geliyor sıra. Yine o soğuk tören konuşmaları yapılıyor; Mitterrand, Yaşar Kemal’e ödülünü takmak için yaklaşıyor ama o da ne! Koca Yaşar Kemal sarılıyor adama; o da “Yaşaaaar” deyip sarılmaz mı? O şatafat, o resmiyet birden insan sıcaklığına dönüşüveriyor; herkes onun sihirli dostluğuyla rahatlıyor. Törenden sonra yan yana duran Federico Fellini’yle, Yaşar Kemal’in benzerliği dikkatimi çekiyor. Nedense daha önce hiç fark etmemişim; boy pos, yüz, gözlük neredeyse aynı. Bu benzerliği dile getiriyorum; Fellini diyor ki “Tabii ikimizin de anası Akdeniz.” Bana anlattığı bir hikâye de Nâzım’a küsmesi. Paris’te Abidin Dino’yla birlikte Nâzım Hikmet’i tren istasyonunda karşılamışlar. Nâzım demiş ki “Yaşar, romanını okudum. Eğer bana bu kadar zulmetmeselerdi, bunca yıl hapis yatmasaydım belki ben de senin kadar güzel bir şey yazabilirdim ama olmadı.” Yaşar Kemal, “Koca Nâzım’ın genç bir adamla alay etmesi yakışık alıyor mu?” diyerek oradan ayrılmış ve küsmüş. Neden sonra anlatabilmişler ki Nâzım alay etmiyor, içinden gelenleri söylüyor. İki büyük yaratıcıdaki alçakgönüllülüğe bakın.
*Bu yazı Edebiyat Atölyesi Dergisi'nin ilk sayısında yer almıştır.