Böyle şeyler sadece kitaplarda olmaz kuzum!
14 Nisan 2021 - 13:02
Namık Kemal’in Ahmet Midhat’a yazdığı mektuplardan birinde kurgunun gerçeğe dayanması gerektiği bahsi geçer, Kemal’e göre Paris’e gitmeden Paris’i yazmak bir nevi sahtekârlıktır. Paris’te Bir Türk adlı metinden bahsedilmektedir muhtemelen. Kemal Tahir’e rica minnet, biraz da zorla yazdırılan Mayk Hammer romanlarında New York’un ara sokaklarının ustalıkla anlatıldığını görürüz, Kemal Tahir yazı masasının arkasına şehrin haritasını asmıştır, caddeleri, sokakları, binaları oluşturmak için ihtiyaç duyduğu tek şey fotoğraflar ve o haritadır. Gerçekliğin inşası için biraz hayal gücü, biraz da bilgi yeter, hakikat sonrası çağda bunlara bile gerek yoktur aslında, inançlar yeter, yazarların işi daha kolaydır artık. Eskiden? Yüzlerce yıl süren kalem savaşları yapılmıştır bu konuyla ilgili, örneğin Defoe’nun Veba Yılı Günlüğü metni üzerinden dönen tartışmalar geçtiğimiz yüzyılın başına, muhtemelen çok daha sonrasına dek sürmüştür. Defoe, amcasının günlüğünü temel alarak sunduğu metni doğrudan tanıklığın yansıttığı gerçeklikle parlatır, böylece Moll Flanders’ın önsözünde değindiği gibi romans ve roman ikilisinin iktidarından kurtarmaya çalışır metni. Gerçi metin günlük türünün biçimine sahip değildir, anlatım biçimi de günlüğü hiç çağrıştırmaz ama metnin sonunda amcanın adının ve soyadının ilk harfleri yer alır, sanki amca yeni bir günlük türü icat etmiş gibi. Defoe yeni bir alt tür icat etmiştir belki, o dönemlerde kurmacayla gerçeklik arasındaki çizgi oldukça bulanık olduğuna göre romanı biçimlemek için pek çok yolun varlığını sezebilen Defoe gibi yazarlar gerçekliği defalarca, farklı biçimlerde icat etmiş olmalılar. Ian Watt’ın Romanın Yükselişi adlı metninde değindiği gibi Defoe’nun roman yazarı olmadığını düşünenlerin yanında Virginia Woolf gibi pek çok yazar Defoe’yu birkaç büyük romancıdan biri sayar, Woolf’un Moll Flanders’ı “büyüklüğü tartışılmaz denilebilecek birkaç büyük İngiliz romanından biri” olarak görmesi ne kadar önemli olsa da oldukça su götürür.
Edebiyatın geçirdiği evreleri, gerçeklik temsillerinden kurmaca biçimlerine kadar pek çok öğenin zaman içinde farklı biçimlerde yorumlandığını düşündüğümüzde Defoe’nun Moll Flanders için yazdığı önsözü hikâyenin hikâyesi, 17. yüzyılın romanına bir eleştiri olarak görebiliriz, önsöz bu açıdan oldukça değerlidir. Defoe dünyanın romanlara ve romanslara kapıldığını, bu yüzden esas kişilerin özel yaşamöykülerinin gerçek olduğuna inanmanın zor geleceğini söyler ve okuru serbest bıraktığını ekler, okur anlatılan hikâyeyi istediği gibi değerlendirebilir, yorum yapmakta özgürdür. Tabii kitabın kapağında yer alan “gözlemler ve anılar” ibaresi okuru çoktan yönlendirmiş, metni nasıl okuması gerektiğine dair bilgilendirmiştir. Yazar kendi yaşam tarihçesini kaleme almıştır ve okura sunulan metin bu tarihçeden ibarettir ama hayır, Defoe öykünün özgün hâlini yeni kelimelere döktüğünü, bazı yerlerini düzelttiğini, edepsiz kelimeleri çıkararak ahlâka uygun kelimeler kullandığını söyler. Metin elden geçirilmiş, dönemin okuruna uygun hale getirilmiştir, böylece okur nice ibret, hayat dersi çıkarabilecektir.
Defoe didaktik bir metinden bahsediyor gibi gözükse de anlatıcı başına gelen olaylardan pişmanlıkla bahsetmez genellikle, kendi tercihleri doğrultusunda yaşamıştır ve ömrünün son zamanlarında ettiği tövbenin etkisi düzeltmen üzerinde hiçbir iz bırakmamıştır neredeyse. Okurla yazarın niyetini önceleyen bir şekilde açıklama yapmaya devam eder Defoe, okurun yazarla aynı zevke ve hevese sahip olmaması metnin canlılık ve çarpıcılık açısından başarısını gölgelemez, okurun eğilimleri, değer yargıları, kısacası alımlama biçimleri aslında metnin değil, okurun niteliğini ortaya koymaktadır. Moll Flanders kanonun temel metinlerinden biri olmasını okurun kurguyla gerçek arasındaki ilişki üzerinde yoğunlaşmasını, düşünmesini sağlamasına borçludur biraz, keskin çizgilerle belirlenmemiş yapısından ötürü otobiyografik roman, roman veya otobiyografi olarak görülebilir, görülmüştür, tartışmaların sebebi bu belirsizliktir. Bunların yanında anlatının başarısından da bahsetmek gerek, savaş kapitalizminin mülkiyeti yücelttiği dönemlerde yazılan metinde en önemsiz hırsızlıklar için bile ölüm cezasının verilebilmesi sermayenin orantısız bir şekilde korunmaya başladığını gösterir bize, Flanders’ın düştüğü hapishanedeki hemen herkes küçük hırsızlıklar yüzünden hüküm giymiştir ve ölüm gününü beklemektedir, adalet mekanizmaları o kadar hızlı çalışır ki savunmaya zaman ayrılmaz neredeyse, yakalanmadan idam edilmeye geçiş pek kısa sürede gerçekleşir. Londra’nın alt sınıfı, aristokrat kesim, yalnız bir kadının var olma mücadelesi oldukça etkileyici bir biçimde anlatılmıştır.
Moll Flanders ve Veba Yılı Günlüğü gibi metinler bize gerçeğin ve kurmacanın Don Quijote’tan sonraki evrimini gösterdiği için önemlidir, özellikle Veba Yılı Günlüğü pandemiyi düşündüğümüzde okumaya hayli hayli değer.