Reklam

Bozuk kıyma

Bozuk kıyma
25 Haziran 2021 - 12:00
Defne Karadağ 
Suna, elindeki poşetle, kaldırım kenarındaki ağacın altında uzunca süre bekledi. Karşısındaki SEÇKİN KASAP’ı gözetliyordu. Kasaptaki müşterilerin, dükkânı boşaltması zaman almıştı. İçeriden biri çıksa, kapıda hemen yenisi boy gösteriyordu. Sadece, kasaptan aldığı bozuk kıymayı iade edecekti halbuki. Müşterilerin içinde bunu yapmayı doğru bulmadığı için, bir saate yakın kasabın boşalmasını beklemişti.

Kasap boşalır boşalmaz, hızlı adımlarla içeri daldı. Mahcupluğu yüzünden okunuyordu. Herhangi bir suçu olmamasına rağmen, tıpkı bir suçlu gibi gözlerini kaçırdı ve öylece dikildi bir müddet. Boğazını öksürerek temizledikten sonra söze başladı: “Ben bu kıymayı dün sizden almıştım, bozuk çıktı. Çok kötü kokusu var. Bakın bakın! Siz de koklayın.” Suna’nın telaşlı ve mahcup hali, kızaran yüzü, kasabı cesaretlendirmişti. Kıymayı aldı ve kokladı. “Koku moku yok hanımefendi, bozuk olması imkânsız. Bu mahallenin kırk yıllık kasabıyım ben. Bilen bilir. Kime sattığımız et, bozuk çıkmış şimdiye kadar? Mümkünatı yok!” Arkada beliren iki müşteri de kulak kabartarak beklemeye başlamış, meraklı gözlerle Suna’yı incelemeye koyulmuştu.

Kasap hırslanmıştı, hızını almadan konuşmaya devam etti: “Bizde olmaz efendim olmaz! Neyse, size ne verelim; kuşbaşı, tavuk? Evet söyleyin, ne verelim bu kıymanın yerine?” Suna, suç üstü basılmış bir hırsız gibi hissetti o an. Soğuk soğuk ter dökmeye başladı. “Yok bir şey istemem, ben bir şey istemek için gelmedim. Bana sattığınız etin bozuk olduğunu size göstermeye ve iade etmeye geldim. Hayır hayır, ben bir şey istemiyorum.” Gözlerini şarküteri reyonundan tiksinircesine çekti. Ürkek bir kuş gibi titriyordu. Diğer müşterileri fark ettiği için, sesini olabildiğince kısarak konuşmuştu. Köşeye kıstırılmış gibiydi. Arkadaki fısıltılar, anlayamasa da canını sıkmıştı. Kasap, işaret parmağını öne arkaya sallayarak “Bakın tekrar söylüyorum; bizde bozuk mal olmadı, olmaz!” dedikten sonra, kendini toparladı ve arkada biriken müşterileri çaktırmadan süzerek kibarlığı ele aldı.” Ama müşteri velinimetimizdir elbette, hemen iadenizi yapalım.” parayı uzattı. Suna, elleri titreyerek aldı parasını. Utanç içinde hızlıca uzaklaştı oradan. Yol boyunca, içini kemiren o huzursuzlukla baş başa kalmıştı. İnsan hakkını aramalıydı, evet o da tam olarak bunu yapmıştı. Kokuşmuş bir et satılmıştı ona. Bu, hoş görülür bir şey olamazdı. Peki o hâlde, neden bir suç işlemiş gibi gergin ve huzursuzdu? Yürürken dışarıdan bakıldığında, yediği zehirden dolayı yalpalayarak yürüyen bir fare gibi mide bulandırıcı gözüktüğünü düşünüyordu. Eve vardığında, kasabın iade ettiği parayı iğrenerek yere fırlattı.

Pencere kenarına geçti, kollarını birbirine bağladı ve cadde kaldırımında yürüyen insanları izledi. Acaba şu kadın o kıymayı kasaba götürür müydü? Belki de sorun bile yapmaz, çöpe atardı. Ya şu yaşlı teyze, benim gibi mi yapardı? Yok yok, o da kesin hoş görürdü. Benim yaptığım gibi yapmazdı. Ben kötülük yaptım bugün; evet evet, hem de büyük kötülük. Suna’nın bu kıvranışı, bir kaç saat kadar sürdü. İnsan bazen, hakkını aramış dahi olsa; iç huzursuzluğundan kurtulamıyordu. Hakkını gasp edenlerin yaşamadığı rahatsızlığı, hakkını arayanların yaşaması ne tuhaftı. Bu kıvranışlar, kapı zilinin sesi ile sonlandı. Tıpkı; sözlü sınav sırası gelen bir öğrencinin, teneffüs zili ile rahatlaması gibi, Suna da o an rahatlamıştı. Gelen annesiydi. Suna için yaptığı alışveriş poşetlerini, mutfak tezgahına bıraktı ve acelesi olduğunu söyleyerek gitti. Suna’nın gözleri, bir an annesinin bıraktığı poşetlerden birinin üzerindeki yazıya takıldı: “SEÇKİN KASAP, HER YERDE HİZMETİNİZDE”