Reklam

Benim Kızlarım Kimseye İtaat Etmeyecek

Benim Kızlarım Kimseye İtaat Etmeyecek
19 Nisan 2022 - 09:40

Enjeksiyon makineleri harıl harıl çalışıyordu. Toplama plastikleri kıran makina, kulakları sağır edercesine bağırıyordu. İşçiler birbirlerini duymuyor, mecbur kalmadıkça konuşmuyorlardı. Çalışanlar kazak üstüne kazak giymişler, o da yetmemiş, bazıları eski kabanlarını da kazakların üstüne geçirmişti. Kamyonların bile girebildiği kapı, günboyu açık tutuluyor, İzmir’in nemli kış rüzgârı içeri doluyordu.

Çalışanlar saat on iki olduğunda mutfağa girmeye başladılar. Yemek masasında yer bulanlar sıcacık çorbalarını içiyorlardı. Bir çorba bu kadar mı güzel olurdu. Çorbayı kaşıklarken, sohbet de ediyorlardı. Yemeğini bitirip çayını alan mutfağı terk ediyordu.İkinci grup yemek masasına oturmuş, sıcacık çorbayla donmuş iliklerini ısıtırken, sohbetin de başındaydılar. Yemeklerini yapan aşçı kadın genellikle güler yüzlüydü. Biraz da onun sevgi dolu gülüşü, görmüş geçirmiş, olgun hali ısıtıyordu burasını. Ama o gün Hatice’nin yüzü hüzünlü, her zaman pırıltılı olan çakır gözleri sönüktü. Muhasebede çalışan Yasemin, çorbadan sonra yemek alma bahanesiyle Hatice’nin yanına gitti.
“İyi görünmüyorsun hasta mısın?
Hatice zaman kazanmak ister gibi önce başındaki tülbendi düzeltti, sonra Yasemin’in elindeki tabağı aldı, iki kepçe kuru fasulye koydu. Tabağı geri verirken gözlerindeki hüznü saklayamadı. Gerçeği söylese mi söylemese mi bilemiyordu. Yasemin kısık sesle konuştu:
“Var sende bir şey… Anlatmak istersen dinlerim.”
Aşçı kadın boşalan tabakları temizlerken, gözlerini lavabodan ayırmadan konuştu.
“Akşam kocamla kavga ettik, biraz moralim bozuk.”
“Yok yok bu değil seni üzen. Kocanla kavgalarını sen göbeğini hoplatarak anlatırsın.
Eğer seni tanıyorsam, bu başka bir şey, hem de önemli.”
Hatice masadakilere tek tek baktı. Kendi alemlerinde görünüyorlardı. Yasemin’in kulağına eğildi.
“Kocam liseye giden kızım Sevda’yı akşam biraz geç geldi diye dövdü, bundan sonra okula gitmeyeceksin diye odaya kilitledi. Sabaha kadar uyumadım. Şimdi aç, susuz odasında kilitli. Okula da gidemeyecek.”
Yasemin, “Neee!”diye öyle bağırdı ki masadakiler şaşkın, baktılar. Beş dakika içinde Hatice’nin anlattıkları sır olmaktan çıkmış, ortalığa dökülmüştü. Kadın, erkek her kafadan bir
ses çıkıyor, kimse kimseyi dinlemiyordu. Erkekler, kıza yapılanı yanlış bulsa da “kız
kısmının” eve geç gelmesi kabul edilecek bir şey değil, diyorlardı. Kadınlarsa, babanın yaptıklarına hepten karşı çıkıyorlardı. Yaşlı erkekler suskun, gençlerin çekişmelerini dinliyordu. Yasemin üzgün,sandalyeye çöküp kalmıştı. Yemek tabağı ona, o tabağa bakıyor, boğazından bir şey gitmiyordu. Ne dese sorunu çözmeyecek, Hatice teyze daha çok üzülecekti. “Ortalık sakinleşsin, bir çözüm buluruz.,” diye düşünüyor, sessizce konuşmaları dinliyordu. Bulgaristan göçmeni, güzel mi güzel Reyhan, öfkeli bir sesle bağırdı: “Bu zalim adamı boşa gitsin. Çalışıyorsun da… Hem sen kurtul hem de çocukların. Böyle baba olmaz olsun.” Artık saklayacak bir şeyi kalmayan Hatice, bulaşıkları yıkarken yaşlı gözlerle döndü:
“Bu yaştan sonra boşanayım da el aleme rezil mi olayım?”
Eski tütün deposunun küçük mutfağı birden soğudu. Sözcükler boğazlarda dizildi. Şimdiye kadar hiç konuşmayan emekli baş çavuş pat diye söze girdi. “Kadınları anlamıyorum. Bunda şaşıracak, kızacak bir şey yok. Babadır, istediğini yapar. Evlat onun değil mi?”
Herkes bir hışımla baş çavuşa döndü. Yutkundular…Nede olsa ustabaşıydı. Yasemin yutkunmadı: “Sen sus, senin söz hakkın yok. Olayı iyice şirazesinden çıkarma.”
“Niye susayım ki, adam babalık hakkını kullanıyor. Ben, kızıma her akşam işten eve dönünce, ayaklarımı yıkatırım, sonra da ayağımın altını öptürürüm, bir
diklensin de göreyim.”
Yemeğini bitiren, bu adam delirmiş, konuşmaya değmez deyip çayını alıp çıktı. Yaşlı birkaç erkek bıyık altından gülüyordu. Yasemin gözlerini baş çavuşa dikmiş, bakışlarıyla adamı adeta dövüyordu. Dayanamadı, dünyanın bütün zalim erkekleri karşısındaymış gibi öfkeyle, “Hadi ayağını yıkatıyorsun diyelim. Altını niye öptürüyorsun? Bu aşağılama, bu kötülük
niye?” diye bağırdı. Çalışanların delirmiş diye ciddiye almadıkları ustabaşı kendinden emin,
evrenin önemli bir sırrını veriyormuş gibi bir sesle cevap verdi: “Niye mi? Kız kısmı, daha çocukken, babasının evinde itaat etmeyi öğrenmeli ki, evlendiğinde kocasına baş kaldırmasın.” Baş çavuş konuşurken yüzünde yaptıklarının doğruluğundan emin bir ifade,
gözlerinde derin bir yalnızlık vardı. Yasemin’in elleri titremeye başladı. Sakin olmaya çalıştıkça öfkesi büyüyordu. Zaten istemeden Hatice’nin ev halini ortaya döktüğü için kendine kızgındı. “Kadınların erkeklere itaat etme dönemi geçti. O eskidenmiş. Bilmiyorsan
söyleyeyim. Yeni medeni yasamızda artık baba tek başına aile reisi değil. Anneyle birlikte karar almak zorunda. Sen rüya görüyorsun. Uyan artık uyan.” Sesi sert, kızgın ve soğuktu.
Yasemin’in söyleyecek çok sözü vardı ama makinelerin çalışmasıyla iş yerinde olduğunu fark etti. Mutfakta birkaç kişi kalmıştı. Hatice bulaşıkları bitirmiş, masadakilere çay koyuyordu. Yasemin’e çayını verdi. “Bunlar değişmez, yorma kendini. Konuşur konuşur otururlar kıçlarının üstüne. Artık ağlamayacağım. Ustanın söyledikleri aklımı başıma getirdi. Eve gidince ne yapacağımı biliyorum ben.”” Başçavuş oturduğu yerden kalktı, hala dediğim dedik, en doğruyu ben bilirim havalarındaydı: “Hatice sen bunlara uyma. Bunlar, dinden imandan çıkmışlar. Geleneğimizi göreneğimizi unutmuşlar” Aşçı kadın, yüzünde damıtılmış bir sabır, sakin ama tok bir sesle, “Usta usta, yıllardır mutfaklarda sessiz sedasız yemek yaparken tencerelerde beynimi pişirmedim ben. Yaşadıklarımdan ben de bir şeyler öğrendim, öğreniyorum. Ne yapacağımı gayet iyi biliyorum. Hadi işine hadi, uğurlar ola. Benim kızlarım kimseye itaat etmeyecek.”