Reklam

Tek Kullanımlık Dünya

Tek Kullanımlık Dünya
19 Nisan 2022 - 11:51

Ebru İleri
Üsküdar’ın denize çıkan,Arnavut kaldırımlı sokaklarından birinde beyaza boyalı cumbalı evin kapısı ardına kadar açık. Mahallenin kadınları telaşlı bir koşuşturma içinde. Bu koşuşturmaya itiraz eden yaşlı ahşap merdivenler, taze rahmetli, eski Gümrük Müdürü Muzaffer Bey’in sağlığında yaptığı gibi gıcır gıcır gıcırdanıyor.
Evin deniz manzaralı, cumbalı odasının orta yerinde bir divan. Divanın üzerinde son yolculuk hazırlığı tam teşekkül yapılmış mefta. Boylu boyunca uzanmışbeyaz çarşaflar arasına. Sanki yassı keçe beresi kafasına konsa, ellerini kavuşturup baş parmaklarını birbiri etrafında çevire çevire akşam ajansı seyretmeye başlayacak gibi yaşlı suratı.
Gelen geçen göz ucuyla bakıp, ağzının içinden iki laf çevirip, sonunu yüksek sesle “Amiiiiin” diye bağlasa da ne mırıldandığı Allah’la kul arasında, o ayrı.
“Başınız sağolsun. Maşallah güzel yaşadı Muzaffer Amca…”
“Hadi ordan seni kıtırcı!Daha üç gün önce ben hasta yatağındayken, kazık kaktı gitmiyor diyen kimdi?”
“Dostlar sağolsun…” Muzaffer Bey’in ortanca kızı Meral gelen gideni karşılar, yolcularken bir yandan da defin işleriyle uğraşan kocasına çemkiriyor.
“Karahayıt’a haber verdin mi? Nasıl götürücez babamı? Vermem öyle devletin arabasına, kaybederler adamı!”
“Hanım olur mu öyle şey. Bir senin babanı mı kaybedecekler!”
“Ne varsa sende var gökgözlü kızım…Ağustos gabağı damat! Adam gibi tek parça götür beni köyüme.”
Akşam karanlığı çöktüğünde tam takım giydirilip, fötr şapkası kafasına kondurulan Muzaffer Bey, bir kolundakarısının dırdırına yenilmiş damadı, öbüründe oğlu, ayağı yere değmeden uçarcasına 1940Plymouth’un arka üçlüsüne konduruluyor. Soluna oğlu, sağına torunu oturuyor.
Bak şu Meral’e huzurla kurulmuş koltuğuna. Dikkatle inceliyor babasını. İçine siniyordurum demek ki “Haydi” diyor, “Gidelim bakalım Karahayıt’a”
“Anne ya dedem ölü mü cidden?”
“Adamın gözünün feri sönmüş hala ölü mü diyor. Allahım şu çocuğa hiç mi akıl vermedin?”
“İttirme oğlum dirseğinle!”
Oğlu,saatlerdir arabanın sarsıntısıyla kayanbabasını koluyla tutmaya çalışıyor.Torun, sıkışıklıktanaz kaykılmış, başı Muzaffer Bey’in omzunda uyuyor.
“Gitti sağ yanım. Meymenetsiz torun yığıldın üstüme!”
“Susurluk’ta duralım da bir karnımızı doyuralım. Gerginlikten acıktım abla ya! Babamla ömrümde bu kadar zaman yan yana kalmadım he!”
Çift kaşarlı uzadıkça uzuyor, şapırtıylaçektikçe sünen kaşar,ekmeğin içinden zembereğini boşaltıp oğlanın çenesine, yağlı ekmeğin kırıntıları daMuzaffer Bey’in üzerine yapışıyor.
“Beceriksiz! Bir tost yiyemedin rezil ettin üstümü başımı”
Oğlu çenesindeki kaşarı diliyle yalayıp yutuyor.Düşen büyücek bir parça ekmeği babasının üzerinden alıp lop diye ağzına atıyor.  “Ne o baba gene söyleniyor musun? N’oldu bak dünyanın sonu gelmedi de seninki… Tövbe..”
 Meftanın üstüne pat pat vuruyor, kalan kırıntılarıarabanın yerine döküyor.
“Tek kullanımlık bu dünya da bi sen bilemedin bunu be Muzaffer Efendi”
“Edepsiz bu, hadsiz! Ben şimdi senin alemine, devranına…”
“Ay n’apıyorsun adama ne vuruyorsun” hışımla arka kapıdan içeri dalıyor Meral.
“Bir ömür durdun şimdi mi çıkarıyorsun acısını meftadan. Terbiyesizlik etme! Ayyyy babacımın üstüne ayran da dökmüş bu hayırsız”
“Anne ya sen gelip otursana dedemin yanına…”
Ters ters bakıyor Meral oğluna “Dizini kır, otur da helalleş dedenle. Meslek lisesine gir diye ne uğraştı şu adamcağız. Hayırsızlık etme dayın gibi”
“Hay ben dayısına” diye homurdanırken ablasına hin hin bakıyor.
“Boş konuşmayı bırakın allasen. Gel ön tarafa Meral sende vır vır vır dalaşıyorsun.”
Gün ağarmasına çeyrek kala damadın gözleri yavaştan kapanıyor.
“Hanım, şu radyoyu az aç da uykum dağılsın”
Ses yok.
“Meraaal”
Karısına bakıp uyandırmaya çalışırken kayıyor direksiyon elinden.
“De gidi deee! Taş mı ne o tekere çarpan? Damat oğlum yola bak yola. Refüje çarpı….”
Ne zamandır yuvarlandıkları bu ağacın altındalar? Güneş yükselmeye başlamış. Arabanın sağında solunda gıcırtılar. Patlamış camlardan içeri dolan hava Meral’i kendine getiriyor sanki. İnlemeye başladı zaar.
“Oğlum? Kan mı kafandaki? Oğlum kalk. Şimdi olmaz. Benden önce olmaz. Torunum yavrum kalkın çocuklarım kalkın”
“Ambulans… Aaaambulanssss!”
“Duysanıza beni! İmdaat çocuklarıma yardım edin!”
Uğultulu konuşmalar yaklaşıyor.
Uzaktan siren sesleri gelmeye başlıyor. Önce Meral’le damadı sonra torunu çıkarıyorlar.
Doktorun “Kırıklar var ama durumlarıiyi” dediğini duyuyor Muzaffer Bey.“Şükür”
Biri “itfaiyeyi çağırın” diye bağırıyor. “Sıkışmışlar, çıkaramıyoruz.”
Bir diğeri zorlukla ulaşıyor Muzaffer Bey’e. “Nabız yok
“Yok tabi 15 saattir. Budala bırak beni oğluma bak oğluma!”
“Otuz beş yaş civarı erkek. Bilinci kapalı. Nefes alıyor. Sıkışmış. İtfaiye nerede kaldı!” Sağlıkçılar oğlunu hayatta tutmaya çalışırken, oğlunun eli Muzaffer Bey’in kolunda sımsıkı. Kelepçe gibi sarmış.
“Baba duyuyorum seni.”
Muzaffer Bey’in ölü kalbine bıçaklar saplanıyor. “Duyma beni oğlum git. Araf burası. Sana göre değil.”
“Geldim baba yanına. Bu sefer helal edecek misin hakkını?”
Son bir telaşla bir ömür içinde kalanı, göstermemeyi marifet saydığını döküyor ortaya Muzaffer Bey.
“İyi ol isterken şirazesi kaydı huysuz dilimin. Seni çok sevdim be oğul. Hadi git oğul, git buradan”
Muzaffer Bey’in gözündeki son damla yaş oğlunun yüzüne düşüyor. Oğlunun bedeni sağlıkçıların elleri altında sarsılıyor.
“Helal olsun oğlum” dediğini duyuyor tek kullanımlık dünyasına bir kez daha doğarken.