Reklam

Dardaki düşler

Dardaki düşler
20 Aralık 2021 - 12:42
Ayten Doğan
Yağmurun cama vuruşundaki kararlılık Sare’nin günlerden beridir yaşadığı çaresizliğe bir nokta koyuverdi.  Yatağında doğruldu, biraz oturdu. Düşününce vazgeçebileceğini bildiği için iki minder ötede yatan anasına, iki kardeşinin üstünden geçerek yanaştı. Bu işi bu gece konuşmalıydı. Eliyle annesini hafif hafif dürterek sessizce seslendi.
“Ana, anaaa!”
Anası,” Bismillah! Bismillah!” diyerek araladı tonlarca ağırlığın altında ezilen göz kapaklarını.
“Ne oldu kız gece gece?”
“Sana bir şey demem lazım.”
“Kör olasıca sabahın suyu mu çıktı? Yat uyu.”
“ Ana, sabah işten elime geçmiyor, hazır babam da bu gece ninemde kalmışken konuşalım.” 
“Ninesindeymiş ha! Bütün köy bilir babanın Zilli Zarife’nin koynunda olduğunu da sadece sen yakıştıramazsın .”
“Neyse ne ana, dinle beni.”
Fatma çaresiz kalkıp oturdu. Çünkü uyuyan küçükler kıpırdamaya başlamışlardı. En küçük olan Yakup iyice mızmızlanınca kucağına alıp ağzına sütü kaynamış memesini verdi. Memeyle buluşan bebek uykusuna kaldığı yerden devam edince Fatma yorganı kucağındaki bebesinin yüzüne kapattı. Sare anasının onu dinlemeye hazır olduğundan emin olunca başladı anlatmaya. O anlattı, ağladı; anası elini başına başına vurdu, ağladı, boğuldu ama tek kelime etmedi. Bebeğini yavaşça uzattı yanındaki mindere. Kalktı yüklükten deriyle kaplanmış bir muska getirip kızının boynuna taktı.
“Korkma kuzum! Korkma sakın! Bunu boynundan hiç çıkarma o seni korur. Benim gözüm de hep üstünde artık. Babana da söyleriz. O da sana bakarak olur sen üzülme yeter ki. “
Sare bir şeyler söylemek istedi annesi, elini yaşlar süzülen dudağının üstüne götürüp ‘sus’  işareti yapınca boynundaki muskayı iki eliyle sıkı sıkı kavrayarak yatağına gitti.
Yağmurun şiddeti artmıştı artık camlara hızla çarpıyordu. Sabah camlardan sızan suyla yerdeki kilimlerin ıslanmamasını diledi. Sobanın gümbür gümbür yakılması gerekirdi kurumaları için azıcık bile nemli kalınca mutfak tezgâhının altından gelen küf kokusuyla birleşip dayanılmaz bir hal alıyordu.
Gece; anayla kız için uzadı, yıldızları kararttı, ateş saçtı yüreklerine, daralttı nefeslerini… Uyutmadı.
Sabah ezanıyla avlu kapısının sesiyle daldığı kâbustan uyanan Fatma; önce kızına baktı, muska hala ellerinin arasındaydı ve gözleri dalmıştı karşındaki yüklüğün altındaki sandığa.
“ Kızım, baban geldi. Ben karşılayayım, sen de kalk çayı demle.”
Sare de çok iyi biliyordu ki anasının derdi babasını karşılamak değil anlattıklarını babasına söyleme çabasıydı.
Çayı koydu,  Yakup’u minderden alıp beşiğine yatırdı. Bebek uyanır gibi olunca ağzına emziğini koyup biraz salladı. Gün iyice açıldı.  Zaten Yusuf ile Zehra çoktan akşamki yağmurun arkasından doğan güneşin aydınlığına ve sıcaklığına vermişlerdi kendilerini. Babasıyla annesi hararetli hararetli konuşuyorlardı bahçedeki zeytin ağacının altında.
Fatma, kızının anlattıklarının doğru olabileceğine ikna etmeye çalışıyordu kocasını.
“Kız niye yalan söylesin? Hem niye başkalarının adını değil de Mahmut Ağa’nın adını söylesin ki sadece?
Fatma konuştukça kocası iyice sinirlendi.
“ Allah’ın belası kadın, kızın da senin gibi velveleci. Koca ağa senin kızına mı göz koyacak.  El kadar çocuk yanlış anlamıştır.”
Fatma’nın vazgeçmeye niyeti yoktu.
“ Lan kızın anlattıkları yanlış anlama değil diyorum ellidir sana.”
“ Allah razı olsun onlardan kapılarını açmışlar bize, şimdi biz sizden şikâyetçiyiz mi diyeyim? Hem farz et gönlü kaymış, konuşuruz, beklerler bir iki seneye de baş göz ederiz, hepimizin hayatı kurtulur.”
Fatma artık kendini kontrol edemiyordu. Eliyle kocasının göğsüne iki yumruk indirdi.
“ Sen ne dediğini biliyor musun? Sare okuyacak eline mesleğini alacak ancak o zaman hepimizin hayatı kurtulacak.”
Kocası yumruğun altında kalmadı, Fatma’ya arka arkaya vurmaya başladı. Olanları camadan gören Sare hemen avluya koştu. Annesinin dudağı patlamıştı, yüreğinde biriken bütün acılar kırmızıya boyanmış kararlı bir şekilde akıyordu. Babası avlunun kapısını çarparak çıkıp gitti, Yakup’un sessini duyar duymaz Fatma içeri girdi. Mahmut Ağa Sare’ye  seslendi,
“ Gel kız yukarı yıkanacakları al odadan.”
Sare’nin gözleri bir kurtarıcı aradı kocaman avluda iki küçük kardeşinden başka kimse yoktu.
Yavaş yavaş çıktı yukarı.
Ağa onu kapıda bekliyordu, kız içeri girer girmez kapıyı yavaşça kapattı…
Fatma oğlanı emzirip beşiğine yatırınca avluya çıktı, Mahmut Ağa ile karşılaştı.
“Sare! Kız neredesin?” diye seslendi avludaki ahıra bakarak. Ağa, 
“Yukarda kirlileri topluyor.”  dedi.
Fatma tam yukarı çıkacaktı ki evin hanımı yanına çağırınca aklı kızında bir halde hanımın verdiği işleri alel acele yapmaya çalıştı. İşini bitirir bitirmez Mahmut Ağa’nın odasına çıktı. Oda darmadağındı, yerdeki minderin çarşafı toplanıp kapının arkasına atılmıştı. Kafasından aşağı bir sıcaklık yayıldı. “Tövbe, tövbe “ diye diye aşağı indi. Avluda kızının adını bağırdı. Ev halkının hepsi cama çıkmış onu izliyordu.
Zehra; “ Ana, ablam ahıra girdi az evvel.” deyince Fatma; “ Yarabbi şükür!” derken küçük kızın boynundaki muskayı fark etti.
“Bunu nerden buldun kız?”
“ Ablam ahıra giderken benim boynuma astı.”
Fatma’nın dizleri çözüldü. Zihniyle kalbi koşarken bedeni ağır adımlarla ahıra yürüyordu.
Kapısı niye kapalıydı ki! Hiç kapanmazdı normalde, kapıyı ayağıyla itti. İçeri dolan aydınlığın tam ortasında saman balyalarının direğinde sallanan Sare’yi gördü. Olduğu yere yıkılıverdi.  Bedeninin tüm hücreleri birlik olup sesine güç verdi, avazı çıktığı kadar bağırdı. “ Sareee!” diye.
Köy yavaş yavaş avluya doluştu. Uğultular kelimelere dönüştü, anlam buldu zihninde “ Sare kendini asmış. Vah! Vah!”
Fatma saçlarına yapıştı iki eliyle zor bela ayırdı oradakiler. Sonra suratına vurdu saç yumağı dolu eller, dizlerine, göğsüne… Fatma ayağa kalkıp kızına doğru yürüdü ayaklarına sarıldı. Cansız bedeni artık kucağında sallanıyordu. Bir o yana bir bu yana…
Zehra ağlaya ağlaya geldi anasının yanına bir tiyatro izliyordu ahıra doluşanlar.
Fatma küçük kızının boynundaki muskayı çıkarıp boşlukta sallanan kızının ayağına taktı.
Sare değildi urganda asılı olan Fatma’nın düşleri, umudu, inancıydı aslında yok olan…