Reklam

Yadırgatan bir metin: Âşık kadınlar

Farklı mekânlarda farklı hayaller kuran hem benzer hem de farklı yönleri olan kadın karakterler ataerkil sisteme bir şekilde eklemlenerek kısır döngüyü kıramaz

Yadırgatan bir metin: Âşık kadınlar
22 Şubat 2021 - 13:08
Metin Yetkin  
[email protected]

Nobel ödüllü yazar Elfriede Jelinek’in “Âşık Kadınlar” adlı romanı Anıl Alacaoğlu’nun çevirisiyle İthaki Yayınları etiketiyle okura sunuldu. Şehirli ve köylü iki kadın karakter üzerinden feminist bakış açısının inşa edildiği roman, tiyatro türünün imkânları ve yabancılaştırma tekniğiyle okura alışılmadık bir metin sunuyor.
            Avusturyalı yazar Elfriede Jelinek 2004 yılında Nobel Ödülü’nü ciddi tartışmalar neticesinde kazanmış ve ödülü “kadın edebiyatının vekili olarak” kabul etmiştir. Bu tartışmaların sebebi yazarın dilidir çünkü yazar küfür ve argo kullanmaktan çekinmemiş, gerçeği tüm çıplağıyla ortaya koymuştur. Kadın-erkek ilişkilerinin ve evlilik kurumunun norm dışı boyutunu irdelediği için ilkin muhafazakâr kesimin hışmına uğramıştır. Halkın en eğitimsiz kesiminden seçtiği kadın karakterlerin ataerkil sistemi olumlaması, erkeği ilahlaştırması da sol kesimi rahatsız etmiştir. Kısaca yadırgatıcı metinler ortaya koyar çünkü amacı yadırgatmaktır.

Kader” sözcüğü romanda onlarca defa tekrarlanmıştır. Öte yandan yazar sadece toplumsal sorunlara dikkat çekmez, cinsiyet eşitsizliğinin arka planına ekonomiyi koyar.

            Önsözde de vurgulandığı üzere oksimoron ve totoloji kullanımı fazladır. Yani, çelişkili ifadelere ve gereksiz sözcüklere yer vermiştir. Bununla beraber yazım kurallarına riayet etmez: Cümleler küçük harfle başlamaktadır. Üstelik, bazı kelimeler büyük harfle yazılır. Teknik olarak ise “yabancılaştırma” ön plandadır. Jelinek’in bu çabaları tabii ki hesaplıdır. Yazar ilkin okuru metne yabancı kılmak ister, yani okur bunun bir kurgu olduğunu asla unutmamalıdır. Bunu sağlamak için tiyatro türünün imkânlarına yönelmiş, kip ve zamanı tiyatrodan almıştır. Romanı ustalıkla çeviren Alacaoğlu’nun önsözdeki notuna kulak vermeli: “Romanın neredeyse tamamı Almancada hem şimdiki zamanı hem geniş zamanı karşılayan bir zaman kipiyle yazılmıştır. Bu zaman kipi Almancada tiyatro ve senaryo metinlerinde kullanılır, yazarın tiyatroyla ilişkisi âşikar olduğu, Türkçede de tiyatro metinlerinde geniş zaman kullanıldığı için Türkçe çevirisinde geniş zamanı tercih ettim.” Geniş zaman, masal, sinema, tiyatro metinlerinde karşımıza çıkan, insanın bir sahneyi canlandırmasına hizmet eden kiptir. Bu bağlamda romanın tamamını bir çeşit tiyatro olarak görmek mümkün. Zaten yazar da buna sıklıkla gönderme yapar: “ışıklar açılsın.” Birinci çoğul şahıs kullanımı ise bir masal anlatıcısını akla getirir: “brigitte’nin kaderini elimizde tuttuğumuza göre onu istediğimiz zaman sona erdirebiliriz de.” (s.125) Üstelik okura seslenerek kitabın bir roman olduğunu hatırlatmayı ihmal etmez Jelinek: “bu bir memleket romanı değil.”, “yakında güzel bir düğünü betimleyeceğiz ki olay örgüsü fazla üzücü olmasın.” (s. 154-155) Bu sayede okurun duygusal kazanımının ussal kazanımının önüne geçmemesi engellenmiştir.
            İlkin, 1975 yılında yayımlanan romana gelirsek, “iyi insanların” kurduğu fabrikanın ironik tasviriyle başlayan metin, lise çağıyla evlilik çağının bir görüldüğü bir dönemde iki kadın karakterin hayatı üstüne kuruludur: Şehirde yaşayan Brigitte ve köyde yaşayan Paula. İkisinin de amacı eğitimlerine devam ederek yetişkin hayata kendilerini hazırlamaları gereken bir yaşta (16-15) evlenerek hem sosyal hem de ekonomik refaha kavuşmaktır. Brigitte elektrikçi Heinz ile, Paula ise oduncu Erich ile bir yuva kurmak ister. Ancak bu yuvaya giden yol hamile kalmaktan geçmektedir. Özsaygılarını umursamayan kadın karakterler erkekleri ellerinde tutmak için cinselliklerine başvururlar: “aferin, brigitte’nin bedeni. zaferin adı doğurganlıktır. rahim ve yumurtalıklar.” (s. 149)
            Erkekler ise bencil, alkolik, aptal ve kösnüldür. Eşlerine ve çocuklarına fiziksel şiddet uygularlar. Yine de, kadınlar için mutluluğa giden yol, onlardan biriyle evlenmek olup bu uğurda gururlarını hiçe saymaktan, her türlü aşağılanmaya göğüs germekten çekinmezler. Romandaki kadın erkek ilişkileri sıklıkla okuru tiksindiren bir hâl alır: “paula samanların arasında oturur, bir pazar mendiliyle kanı siler. isteyerek yapılan çocuk, neredeyse bir anda beyninde müthiş bir korkuya, akut bir tehlikeye dönüşür.” (s.106)
            Üstelik böyle berbat erkekler için kadınlar gözlerini karartıp birbirlerine düşmanca davranmaktan çekinmezler. Susi’nin belirmesiyle Brigitte’nin bu “potansiyel düşman” karşısındaki tavrı korkutucu boyuta ulaşır: “adı heinz olan müstakbel hayatımı, adı brigitte-ve-heinz olan müstakbel evimi, bunların hepsini benden alacak olursan o zaman seni öldürürüm, bilesin!” (s.78)
            Kız lisesine giden Susi karakteri de önemlidir. Susi, diğer kadınların aksine okumaya ve öğrenmeye önem veren, politik sorunlarla ilgilenen hatta bir öğrenci grubuna üye olan bir karakterdir. Heinz’ın onun için uygun aday olmadığını bildiği için bir öğretmenle evlenecektir. Okur bir an için Susi’nin ideal karakter olacağını düşünse de beklenen atılım ondan gelmez: “akıllı susi’nin yükü yalnızca iki kattır: kadın ve anne (çok yakında). susi başladığı alman dili ve edebiyatı eğitiminden vazgeçmiştir, yakın zamanda bir bebek bekler.” (s.177)    
            Kısaca, farklı mekânlarda farklı hayaller kuran hem benzer hem de farklı yönleri olan kadın karakterler ataerkil sisteme bir şekilde eklemlenerek kısır döngüyü kıramaz. Bu döngüye hapsoluş akla Deleuze ve Guattari’nin “köksap” modelini getirmektedir. Kökağaç modelindeki düzenli yapının aksine köksap modelinde hiyerarşi kümeleri düzensizdir. Romanda, herkesin hiyerarşik bir konumu vardır. Büyükanneler, büyükbabalar, oğullar, kızlar, kadınlar, erkekler, çocuklar, oduncular, elektrikçiler, şoförler… Bu hiyerarşik konumlar sürekli bir değişiklik içerisindedir. Hepsi toplum yapısını oluşturur ve insanların “kaderini” tayin eder. Zaten “kader” sözcüğü romanda onlarca defa tekrarlanmıştır. Öte yandan yazar sadece toplumsal sorunlara dikkat çekmez, cinsiyet eşitsizliğinin arka planına ekonomiyi koyar. Bu noktada ilkin kadın bedeninin metalaştırılması eleştirilir: “brigitte’nin bedeni dışında başka bir sürü beden aynı anda piyasaya sürülür.” (s.18) Öte yandan kadın-erkek ilişkileri çoğu defa bir “girişim” olarak belirtilir. Brigitte’nin kadın iç giyim fabrikasında çalıştığını ve hayatının “sutyen üretim bandına” hapsedildiğini de unutmamalı. Bir bölüm ise Marx’ın altyapı-üstyapı ilişkisini akla getirir: “paula’nın hayatıyla ilgili anlatılacak birkaç bölüm daha var, bunların o kadar devasa bir üstyapısı var ki bu hikâyelerin önemiyle hiçbir şekilde örtüşmüyor.” (s. 138)
            Böylece, bu yadırgatıcı metin amacına ulaşarak mevcut gerçeklik karşısında okuru düşünmeye, çözüm üretmeye sevk eder. Son olarak, kelime oyunlarıyla, ironiyle dolu bu yoğun metnin, üsluba hiçbir çapak sürülmeden yetkin bir çeviriyle Türkçeye kazandırıldığını da eklemeli.