Reklam

KAPLANIN SIRTINDA ROMANINA BİR DOKTOR BAKIŞI

KAPLANIN SIRTINDA ROMANINA BİR DOKTOR BAKIŞI
28 Aralık 2022 - 13:11
Fulya Özer

Zülfü Livaneli’nin son kitabı Kaplanın Sırtında romanı, II. Abdülhamid’i sürgün yıllarında kendisinin hususi doktorluğunu yapmaya başlayan tabip Yüzbaşı Atıf Hüseyin Bey gözüyle anlatılmış. Bir doktor ve hatta burnun önemini ve yeni bir salgın hastalık pandemisi atlatan bir kulak burun boğaz doktoru olarak ben de Livaneli’nin kitabına bir doktor bakışı ile bakmak istedim.
Roman, II. Abdülhamid’in hususi hayatını doktorun anılarında anlattığı kadarıyla bize vermektedir. Bu bilgiler ışığında değinmek istediğim birkaç nokta belirledim; burun ve burnun önemi, soğuk banyo, kolera tedbirleri ve sultanın titizliği ile kolonya kullanımı, Halley kuyruklu yıldızı sansasyonu ile beliren panik atak, dağlama tedavisi ile günümüz lazer ilişkisi ve doktor karakterine bir doktor bakışı…
Burn-u Hümayun ve burnun önemi
Burun, solunum sistemimizin en önemli organıdır. Havayı temizleyip, nemlendirip, ısıtıp akciğerlere göndererek akciğerlerimizin oksijen üretiminde en önemli görevi üstlenir. Peki, burun sadece nefes almak için midir? Şekli şimali bir saplantı haline geldiğinde kişi bir buruna takılıp ruhunda ne delikler açar? Zülfü Livaneli’nin II. Abdülhamid’in burnunu anlatırken kullandığı ifade; “dünyaca ünlü o burun”, sahibini mutlu etmeyen, onda saplantı haline gelen, babasında ya da o kadar özenle seçilmiş harem kadınlarının hiçbirinde bulunmayan, nereden ya da kimden geçerek yüzünün ortasına yerleşmiş, saklanamayan ve görmezden gelinemeyen ünlü burn-u hümayun… Sanki burnu o kadar büyük olmasa II. Abdülhamid, 33 yıl değil ömrü boyunca tahtta kalacak; haremindeki yüzlerce kadın yetmiyormuş gibi koca cihanda kendini sevdirmedik kadın bırakmayacak. Öyle görünüyor ki, II. Abdülhamit’in burnu da sultanın ruhunu delmiş geçmiş.
Günümüzde burun estetiği aldı başını gitti. Karakteristik bir buruna rastlamak bundan 10 yıl sonra pek mümkün olmayacak gibi gözüküyor. Artık bütün burunlar aynı şekle benzetiliyor. II. Abdülhamid’in burnu gibi veya kendisinin de belirttiği Fatih Sultan Mehmed’in kartal gagası gibi burunlar artık gelecekte olmayacak. Çünkü genç erkeklerimiz ve genç kızlarımız 18 yaşına girdiği ilk gün burun ameliyatı olmaya koşa koşa geliyor. Sağlık için yaptıranlar olduğu kadar; tabii ki fotoğraf yükleme, kendini gösterme ve beğendirme, ünlüler gibi olma isteği gibi bazı yeni gelişen ve sosyal medyanın körüklediği davranış bozuklukları ile yaptırmaya gelenler azımsanacak gibi değil.
II. Abdülhamid’in Avrupa seyahatinde yanındakilerin ona nazaran daha çok beğenilmesinin ve aşkı Firdevs’i kaybedişinin altında burnunu bir neden olarak görmesi, babasının yakışıklılığı ve beğenilmesinin altında ezilmesinin tek nedeni olarak burnunu göstermesi gibi noktaların özellikle belirtildiği roman, günümüzdeki kendini beğenme ve beğendirme davranışına da bir gönderme yapıyor sanki. Şimdiki gençler de “burnumu yaptırabilirsem evleneceğim, ajansta iş bulabileceğim, herkes beni beğenecek” diyerekkredi çekip, telefonunu satıp veya borçlanıp ameliyat olmaktadır.
Kitapta burn-u Hümayun anlatılırken dikkati çeken bir başka nokta, edebiyattaki burun kavramı olmuştur.Gogol’un burun öyküsü ve Cyrano de Bergerac’ın dillere destan burnundan sonra Livaneli, bu romanında II. Abdülhamit’in burnu ile edebi olarak da bambaşka bir açı yakalamıştır. Yeterli bir edebi birikimim yok ama şunu söyleyebilirim ki Livaneli, II. Abdülhamid’in köşkte banyodaki aynada kendini inceleyip, burnu ile halleşmesini mükemmel bir şekilde dile getirmiştir ve bu kısım ile Türk edebiyatında burun kavramını ele alan belki de yegâne eser olmuş olabilir.
Soğuk Banyonun sağlığa yararları

II. Abdülhamid, romanda her gün yaz kış demeden soğuk banyo ile yıkanmaktadır. Günümüzde yapılan bilimsel çalışmalar gösteriyor ki; soğuk duşun banyo sonrasına eklenmesi, oksidan-antioksidan mekanizmalar arasında dengeyi sağlamada, böylece bağışıklık sistemini güçlendirmede, iskelet kaslarının mikro kanlanmasında ve hatta kan şekerinin düzenlenmesinde önemli faydalar sağlıyor. II. Abdülhamid, hem romanda anlatıldığı kadarıyla hem de tarihi yazılardan öğrendiğimiz kadarıyla sağlığına düşkün olduğu kadar koruyucu tıbba da çok önem veren biri. Hasta olup ilaç kullanmaktansa öncelikle sağlığını korumayı düşünen ve bu konuda sürekli araştıran/okuyan biri olarak sürgünde olsa dahi bazı rutinlerini bırakmıyor. Bağışıklık sistemindeki güçlendirici etkisi ile soğuk su banyosunu, tıpkı yüzünün gerginliğini sağlamak için kullandığı çıra suyu gibi bırakmaması, sürgüne gönderilen devrik bir padişah olarak, onun hasta olmaktan korktuğu kadar hayata da bağlılığını gösteren ve bu yönüyle de şaşırtan bir özelliği aynı zamanda. Çünkü 33 yıllık hanedanlıkta ne yapıyorsa aynen devam etmeye çalışması, olumsuzluklar karşısında hemen depresyona giren günümüz insanına tokat gibi çarpıyor.
Rutinler demişken; yakın zamanda yaşadığımız Covid-19 salgın hastalığı ile beraber giderek artan sayıda bağışıklık sistemini güçlendirmek için türlü türlü tavsiyeler veriliyor. Bunların arasında hiç değişmeyen maddeler ise uyku rutinini korumak, günlük yürüyüş ve bir inanca sahip olup dua veya benzeri bir ritüeli tekrar ederek ruhen rahatlamak gibi bazı rutinler. Bu rutin davranışların, romanda geçen II. Abdülhamid’in günlük aktiviteleri ile oldukça benzer olduğu gözlerden kaçmamaktadır. II. Abdülhamid, dışarı çıkamasa dahi köşkün odasında 30 dakika yürüyüşünü ve beş vakit namazını diğer sağlık için yaptığı günlük alışkanlıkları gibi devam ettirmiştir.
Kolera tedbirleri ve Sultan’ın titizliği, Atkinson kolonyası
Özellikle enfeksiyonlardan şiddetle kaçınan II. Abdülhamid, vücudunun temizliğine dikkat ettiği kadar, aralıklı olarak kolonyası ile sürekli el temizliği yapmaktadır. El hijyeni, bulaşıcı hastalıkların önlenmesinde en önemli ve ilk yapılması gereken kuraldır ve bu kural, Covid-19 salgınında tüm dünyada iki yılı aşkın bir süre televizyon ve diğer medya kanallarında ve ilanlarda sürekli hatırlatılmıştır. Bizim ülkemiz insanının eski bir alışkanlığı ise bu dönemde yeniden hatırlanmış ve karşılıklı buluşmalarda ya da pratik uygulamalarda sıklıkla kullanılmaya yeniden başlanmıştır. Bu misafirperver geleneğimiz, kolonya kullanımıdır.
Bir doktor ve bir cerrah olarak alkolün dezenfektan etkisini bilmekle beraber, II. Abdülhamid’in kullandığı kolonyanın markası kadar bu markanın alkol oranının dezenfektan için yeterli olup olmadığını araştırdığımızda; 1799 yılında Londra’da Atkinson isimli genç bir girişimci tarafından üretilen bu kolonyanın içindeki etil alkol oranının 80 derece olduğunu görürüz. Ayrıca üretildikten sonra Atkinson kolonya ve parfümleri, İngiltere’de kraliyet ailesine de girmiştir. Antiseptik için kolonyanın en az 80 derece oranda alkol barındırması gerekir. Romanda bahsi geçen kolonya alışkanlığı ile II. Abdülhamid, bu marka kolonyayı hem rafine bir zevk için kullanırken; hem de bulaşıcı hastalıklardan korunmak adına doğru bir davranış sergilemektedir.
Romanda Selanik’te baş gösteren Kolera salgını, dışarı çıkması yasak olmasına rağmen II. Abdülhamid’in gözünden kaçmaz. Çünkü İstanbul’da uyguladığı tedbirler sayesinde önüne geçebildiği bu salgını anında fark eder. Hemen köşkte bir dizi önlem alır; temasın azaltılması, içme suyunun kaynatılması, kıyafet ve çarşafların atılması, doktor ile görüşürken yüzünü maske takar gibi mendil ile kapatması v.s. aldığı bu tedbirleri düşününce hiçbirinin bizlere uzak olmadığını fark ederiz. Covid-19 salgını ile iki yılı aşkın süre ön saflarda mücadele eden bir doktor olarak; el hijyenin sağlanmasının, temasın azaltılmasının ve maske kullanımının özellikle damlacık yolu ile bulaşan hastalıklarda ne kadar önemli olduğunu çevremize anlatmaya ve yaymaya çalıştık. Yine salgın hastalıkların önlenmesinde aşının önemini bu salgında bir kere daha fark ettik. Aşı konusu, koruyucu tıbba çok büyük değer veren II. Abdülhamid için daha o zamanlarda önemlidir. Romanda ailesinin aşı olmasına karşı çıkmaz; kendisi de ailesinden sonra olmaya ikna olur. Şüphesi aşıya değil, aşı bahanesi ile öldürücü bir ilaç zikredilip edilmemesi ile alakalıdır. Zaten tarihi yayınlardan da bildiğimiz kadarıyla difteri aşısı ve kuduz aşısı dünyada icat olunduktan hemen sonra II.Abdülhamid tarafından getirtilmiş ve halkın aşılanması sağlanmıştır. Romanda da Posteur kliniğine yardım yaptığını öğreniriz. Açıkçası, Covid-19 salgını sırasında eski Amerikan başkanı Donold Trump’ın maske takmamak, aşı olmamak gibi sorumsuz tavırlarını görünce bilime önem veren bir yöneticinin tarihimizde olması bizi gururlandırmalıdır.
Halley kuyruklu yıldızı sansasyonu ile beliren panik atak
Panik atak hastalığı, aniden ortaya çıkan ve zaman zaman tekrarlayan, insanı dehşet içinde bırakan yoğun sıkıntı ya da korku nöbetleridir. Göğüs ağrısı ya da göğüste sıkışma, çarpıntı, terleme, nefes darlığı ya da boğulur gibi olma, soluğun kesilmesi, düşecek ya da bayılacak gibi olma, kontrolünü kaybetme ya da çıldırma korkusu ve ölüm korkusu görülebilecek semptomlardır. II. Abdülhamid, doktorun verdiği abartılı haber yüzünden gece sabaha kadar bu belirtilerin neredeyse tamamını yaşamıştır. Günümüzde, panik atak tedavisinde ilaç tedavisinin yanı sıra bilişsel davranış terapisi uygulanmaktadır. Bu sayede hastaya panik atağa neden olabilecek korkuları ile baş etmesi öğretilir. II. Abdülhamid de sabaha kadar oturup dua etmiş, tespih çekmiş; kendisini telkin ederek atağı atlatabilmeyi başarmıştır.
Dağlama tedavisi ve günümüz lazer, radyofrekans tedavileri
Vücutta ağrıyan bir bölgenin ısı ile tedavisi, çok eski bir uygulamadır. Her ne kadar sünnet denilse de; Hz. Muhammed, bu tekniği zorda kalmadıkça pek tavsiye etmemiştir. Günümüzde ısı uygulama tedavilerinin başında lazar ve radyofrekans uygulamalarını saymak gerekir. Vücudun pek çok alanında uygulanmakla beraber kulak burun boğaz alanında radyofrekans tedavisi, alerjik hastalarda burun içi etlerin küçültülmesinde ve allerjisemptomlarının azaltılmasında kullanılır. Ses tellerinde görülebilen iyi ya da kötü huylu bazı kitleler için de lazer uygulaması yapılabilir. II. Abdülhamid’in demir parçasını kızdırıp, oğlunun boğazına yaklaştırmak sureti ile tonsillit veya bademcik enfeksiyonunu tedavi etmeye çalışmasında zannediyorum; iltihaplı cerahatin sıcak kompres ile ortaya çıkıp boşalması mantığı olabilir. Yoksa günümüzde böyle bir uygulama, boğaz enfeksiyonunda yapılmaz.
Tabip Yüzbaşı Atıf Hüseyin Bey karakterine bir doktor bakışı
Kaplanın sırtında romanında doktor karakterini okuduğum zaman; bir doktor, mesleği ile inancı veya siyasi eğilimleri arasında kalırsa ne yapmalı ya da arada kalması doğru mu? diye düşündüm. Elbette kolay cevap; doktorlar mesleğe başlarken Hipokrat yemini ettiler, arada derede kalmak olmaz, aklından bile geçirmez, önce meslekleri olur. Ama doktorlar da etten kemikten yapılma kalbi olan, düşünen insanlar. Bir doktor, mesleğini her şeyin önüne koyup hastasını tedavi edecektir etmesine de; arka planda hastası için de bazı düşünceleri olabilir. Doktor Hüseyin Bey de, ölesiye nefret ettiği II. Abdülhamid’in hususi doktoru olmayı beklemiyordu. Karşılaşmaları, ilk görüşmeleri doktor için çok daha sancılı olmuştur diye düşündüm.
Başıma gelmediği için çok fazla yorum yapamamakla beraber Doktor Hüseyin Bey’i anlamaya çalışıyorum. İnsan sevmediği, nefret ettiği ve hatta ölmesini istediği bir insana doktorluk yapabilir mi? Yine de, Halley kuyruklu yıldız meselesinde; ona asla hak veremiyorum. Hiçbir doktor, hastasının korkularını alevlendiremez. Ölümcül bir hastalığı bile olsa, hastayı yatıştırıcı ifadeler kullanmak zorundayız. Elbette doğruları söyleriz, hastamızdan sağlığı ile ilgili bilgi saklamayız ama hastamızı ürkütecek, daha da korkutacak ifadelerden kaçınırız. Doktor Hüseyin Bey, olası bir kuyruklu yıldız geçişini kıyamet haberi gibi verip, daha bir abartıp II. Abdülhamid’in zaten var olan ölüm korkusu ve kuruntularını daha da arttırıp panik atak geçirmesine neden oldu. Bu, gerçekten de bir doktora yakışmadı diye düşünüyorum. Roman ilerledikçe, Doktor Hüseyin Bey de hatasını fark ederek ve II. Abdülhamid’in geçmişinin büyüsü altına girerek hekimlik mesleğine objektif bir biçimde yeniden odaklanabildi.
Sonuç
Kaplanın sırtında romanı, II. Abdülhamid’in sadece insani taraflarını ortaya çıkaran objektif yazılmış bir roman değil; aynı zamanda bir Osmanlı padişahının koruyucu tıp ve sağlıkla ilgili ne kadar hassas ve bilgili olduğunu da göstermesi bakımından önemlidir. II. Abdülhamid’in kocaman burnu “burn-u Hümayun” ise artık Türk tarihinin değil; Livaneli sayesinde Türk edebiyatının bir motifi olmuştur. Doktorların dini mezhebi olmaz, doktorluk siyaset üstü meslektir sözünün bu romanla bir kere daha altı çizilmiştir.