Reklam

İçimdeki yara

 İçimdeki yara
10 Ocak 2022 - 12:28
Seher Öztürk
‘Terliklerini mutfakta çıkararak yürümeye devam etti. Salona girdiğinde tüm ışıkları kapattı, sadece duvar kenarında duran uzun lambanın ışığını açık bıraktı. Elindeki kahvesini yudumlamaya devam ederek balkona doğru yürüdü. Balkona çıkmadan önce, yerde serili duran yumuşacık beyaz halıda gezdirdi çıplak ayaklarını. Ardından balkonun kapısını açarak dışarı çıktı. Kahvesinden bir yudum aldı, gökyüzündeki yıldızlara baktı, bir yudum daha alarak fincanı mavi örtü serili masaya bıraktı. Balkon demirliğinde asılı duran ve daha sabah suladığı ortancaların saksısını çıkarıp yere koydu. Sonra orada açılan boşluğa çıkarak ayaklarını yerleştirdi. Saçından tokasını çıkardı, saçları dalga dalga omuzlarına döküldü. Kollarını açtı, gözlerini kapadı. O sırada hafifçe bir rüzgâr öptü yanaklarını. Ve birden kendini boşluğa bıraktı…’


Sayfanın sağ alt köşesine kendi adını ve hikâyeyi bitirdiği tarihi yani o günün tarihini yazarak derin bir oh çekti. Toplam 4327 kelime yazmış, sonunda bitirmişti. Sadece 4327 kelimeyle anlatmıştı hissettiklerini, duygularını. Yaşadıklarını, yaşayamadıklarını. Keşke biraz daha uzun sürseydi diye geçirdi içinden. Bir roman olsaydı şöyle kalınca bir cilt.
Bilgisayara bakmaktan tutulan boynunu elleriyle ısıtarak masaj yaptı. Biraz rahatlayınca banyoya doğru yürüdü hızlı adımlarla. Mola vermemek için yerinden bile kalkmamış, yazdıklarını bitirince tuvaletinin geldiğini fark etmişti.
Elini yüzünü yıkarken hissetti gözlerindeki yanmayı. Aynaya baktığında gördüğü bir çift kızarmış ve kocaman olmuş göz anlatıyordu ne kadar çok ağladığını. Ağlamış ama kendi bile anlamamıştı. Acaba ne kadar zaman geçirmişti bilgisayarın başında?
-Naber güzellik?, diye sordu aynadaki aksine. Cevap bekledi bir müddet sanki konuşacakmış gibi.
Ardından lavabonun yanındaki dolapta duran saç fırçasını alarak fırçadaki saçları temizledi, sonra da dikkatle her bir teli okşarcasına taramaya başladı saçlarını.
-Hiç beyazın da yok ha. Keşke olsaydı birkaç tane. En azından yaşanmışlıkların var derdim. Saçların da çok güzel, yakında dökülecek olması kötü olacak. Ne dedi doktor “saçlarınızı tedaviden önce kestirebilirsiniz.”. Boşver sen kestirme, hem gerek de kalmayacak zaten.
Aynanın önünde duran ve üzerine diş macunu damlamış tokayla saçlarını esnek bir şekilde toplayarak içeri girdi. Masada duran telefona uzanarak arama tuşuna bastı. Karşısındaki ses epey sonra “Alo” diyerek açtı telefonu.
-Anne merhaba, naber?
-İyiyim sen nasılsın?
-Eh işte idare eder.
-Şeniz çok önemli değilse seni sonra arayayım mı? Baban banyodan çıkacak sobayı yakmam lazım üşümesin şimdi.
-Babam değil o benim.
-Allah aşkına Şeniz başlama yine, sana yıllardır babalık ya…
Kapattı telefonu. Duymak istemedi devamını çünkü biliyordu ne diyeceğini. Yıllardır babalık yapmamış mıydı? Senin baban bir kez bile aramazken her zaman yanında o yok muydu? Bla bla bla.. “Benim babam onun yüzünden gitti ya anne” diyemedi yine.
Bugün duymak istediği en son şey bunlardı, oysa içinde bir umut kırıntısıyla aramıştı annesini. Doktorun dediklerini duyunca belki koşarak yanına gelecek, son günlerinde kızının yanında olmak isteyecekti. Saçlarını dökecek o ilacı alırken damarları belki annesi elinden tutacak, üzülmemesini söyleyecekti. Ben yanındayım diyecekti. Yine olmadı…
Derin bir offf çekti bu sefer. Hala elinde tuttuğu telefonu duvara fırlattı. Duvarda gri bir oyuk oluştu telefonun çarpma hızıyla. Sonra masada duran kalemi alarak gri deliğin etrafına bir kalp çizdi. Altına da “İçimdeki Yara” diye yazdı…
Mutfak dolabından çıkardığı kupayı alarak kendine bir kahve hazırlamaya başlayacaktı ki vazgeçti. Ahşap şaraplıktan, geçen sene arkadaşlarıyla birlikte adada yaptıkları şarap şişesini aldı. Çok özel bir gün için saklıyordu bin bir emek, kahkaha ve gözyaşları içinde yaptıkları şarabı ama bundan özel gün mü olur diye düşünerek açmaya karar verdi.
Bir kadehe doldurdu kan kırmızı şaraptan. Kadehi hafifçe sağa doğru salladı, kokladı içinde duran kırmızı renkli şarabı, sonra bir yudum içerek dilini damağına yapıştırdı. O ekşimsi, mayhoş tadın onu mutlu ettiğini fark etti. Sonra ne mi yaptı?
Terliklerini mutfakta çıkararak yürümeye devam etti. Salona girdiğinde tüm ışıkları kapattı, sadece duvar kenarında duran uzun lambanın ışığını açık bıraktı. Elindeki kahvesini şarabını yudumlamaya devam ederek balkona doğru yürüdü. Balkona çıkmadan önce, yerde serili duran yumuşacık beyaz halıda gezdirdi çıplak ayaklarını. Ardından balkonun kapısını açarak dışarı çıktı. Kahvesinden Şarabından bir yudum aldı, gökyüzündeki yıldızlara baktı, bir yudum daha alarak fincanı kadehi mavi örtü serili masaya bıraktı. Balkon demirliğinde asılı duran ve daha sabah suladığı ortancaların saksısını çıkarıp yere koydu. Sonra orada açılan boşluğa çıkarak ayaklarını yerleştirdi. Saçından tokasını çıkardı, saçları dalga dalga omuzlarına döküldü. Kollarını açtı, gözlerini kapadı. O sırada hafifçe bir rüzgâr öptü yanaklarını…