Reklam

ÖYKÜ/Oda-evi-m

ÖYKÜ/Oda-evi-m
27 Nisan 2021 - 11:53

Tuğçe Kozan
Bir demet çiçekle geldi bugün. Odamın -evimin- yağmurlu gök veyahut çamurlu derya rengindeki maviliğine inat gülümseyen sarı, kırmızı, beyaz kasımpatılarla... Arka avluya bakan pencerenin önündeki, tek dünya mirasım olan sandıktan hatırasını anımsamadığım vazoyu çıkarttım. Geçen gün gözüme ilişmese orada olduğunu da çoktan unutmuştum ya neyse. Çiçeklere can olacak kadar suyla doldurup,  başucumdaki ahşap sehpanın üstüne koydum. Kokularını içime çekmeden bir soluk dahi almayım diye… Hoş, yirmi metrekarelik odamın –evimin- ciğer yakan ağır kokusunu bastırmaya çiçeklerin gücü yetmez ama olsun en görünür yerde dursunlar. Şu sehpaya da helal olsun! Ne koyduysam taşıdı bunca zaman titrek bacaklarıyla. Bir dolu simsiyah sigara yanığı da üstünde benek gibi sırıtıyor. Çiçekleri koyunca fark ettim. Utanma belası bir zahmet tozunu da sildim. Ben ona iyi bakmayı beceremedim ama o bana iyi bakıyor. Hani şair demiş ya:
“Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke”* diye, benimki de o hesap. Kahkahalı gözyaşlarımı, hisli sarhoşluğumu, suyumu, sigaramı, ekmeğimi… Ha babam de babam koydum hepsini yıllar yılı, bana mısın demedi. Edebiyat patlattığımdan değil. Bizim entel abi yok mu? Hani bir omzuna kitap dolu çantasını, diğerine de bir şişe aslan sütünü asıp gelen. O okumuştu. Bir keresinde “Madem şu mereti birlikte içmek için geliyorsun, al git okumuş orospularla iç,” demiştim. Sessizce, uzun uzun yüzüme bakıp “Sıkıldım onlardan,” demişti. Bir daha da yüzünü görmedim. Adamın iki gram zevki vardı, çenemizi tutamayıp onun da içine etmiştik iyi mi?
Pencereden dışarı bakarken, sigaramdan çektiğim derin nefesi karanlığa doğru yolculayıp çiçekçiye gittiği anı düşünüyorum. Ne demiştir acaba? “Abi sevdiğim kadına güzel bir demet hazırlasana,” mı? Yok yok, kabadayılığından ödün vermeyip “Yap şuradan renkli bir demet,” diye böğürmüştür. Belli de olmaz bugünü asla unutmayayım diye “Kuruyunca da kaybolmayacak bir demet yapıver be abi,” de demiş olabilir. Ne önemi var ki… Camın ardında akıp giden ya da duran hayatı izliyorum. Aralıksız kondurulmuş ve ne yöne baktığı belirsiz apartmanlar, günün tüm pisliğiyle ağzına kadar dolup kusan çöp konteynırı, etrafında birkaç aç köpek, sokak lambasının üzerinde göçerken ezkaza yuva yapmış bir leylek… Bizim dışındaki cümbüşe meftun olup içindeki hüzne kulak tıkayan evin arka avlusundaki insan boyu kadar uzamış, arapsaçına dönmüş otlara gözüm ilişiyor. Hayrına kimse de budamamış. Odalarındaki kadınlar gibi kök salmışlar nicedir. Zihnimde bu benzetmeyle, son dumanı da içimin karanlığına çekip yıkanacağım suyu ısıtmaya koyuluyorum.
“Bugün son, daha da gelmeyeceğim,” dedi birkaç saat önce, insan kirinden sararmış nevresimli yataktan çıkarken. Epeydir içini kemirip duran, söylemeye çalıştıkça dilinin dolandığı iki çift lafı etmişti sonunda.
“Tamam,” dedim.
“Niye-sini sormayacak mısın?”
Sormadım. Annesi helal süt emmiş bir kız mı buldu, hayatının aşkıyla mı karşılaştı, gören duyan oldu da buraya gelmesini laf mı etti, ne fark eder. En nihayetinde Yeşilçam filmi değil gerçek hayat. Kocam, sevgilim, abim, babam kim olduğunun ne önemi var, işte hayırsız bir Âdemoğlunun beni düşürdüğü bu odadan-evimden- namusumsun deyip, elimden tuttuğu gibi çıkarıp götürmeyecekti ya. Ama hüzün çökmüş gözlerini, ağlamaklı yüzünü gördüm, ne yalan söyleyeyim o bana yetti. Akıl çelen bu hüzün, şu çiçekleri aldırmış olsa gerek. Dalga geçtiğimi sanmasından korkmasam “Oğlum bu evin ilk kuralını unutup, orospulara âşık olmayacaktın,” diye teselli edecektim.
Her gelişinde bu boz bulanık mavilikteki duvarların sardığı, üç beş eski ahşap mobilyanın doldurduğu odamı yaşayan bir ev haline getirmenin yollarını arardım. Çünkü burası şu koca evrende sadece bize ait olan, birlikte nefes aldığımız tek yerdi. Hiç sahip olmadığım yuvam gibi… Daha kapıdan girer girmez içimde koca bir boşluğu dolduruyordu, o öyle içimi doldurunca yok sayıldığım yerden tekrar görünür oluyordum adeta. Beni buna inandırmıştı. Belki de o hiçbir şey yapmadı, kalbini evim yapan bendim kim bilir.  
O gitti… Göründüğümü kim ispatlayabilir artık?
Su ısındı. Geniş leğeni ortaya çekip, ibriğe suyu dolduruyorum. Durup çiçeklerin gülümsemesine aynı sıcaklıkta karşılık veriyorum. Ne ki, kokuları gidene, yaprakları kuruyana kadar yıkanmayacağım. Odamın-evimin- kokusu eskiye dönene kadar, onun kokusu da bende kalsın.


*Edip Cansever, Masa da Masaymış Ha.