Reklam

ÖYKÜ/Sinan Yaşar yazdı: Bahçenin sonu

ÖYKÜ/Sinan Yaşar yazdı: Bahçenin sonu
12 Nisan 2021 - 11:55
Sinan Yaşar 
Evimiz köyün bitip ormanın başladığı sınırdaydı. Kendine has yapısıyla diğer evlerden kolayca ayrılıyordu. Burayı yaptıran dedem çocukları evlendikten sonra dağılmasın diye oldukça cömert davranmış ve ortaya on beş odalı bir saray yavrusu çıkmış. İçinde yaşan elli altı kişiyle de köy içinde bir minik köy gibiydi. Hangi köşeyi dönseniz karşınıza bir hala, amca veya kuzen çıkardı. Mimarisi “u” harfi şeklinde olan evin ortasında kocaman bir bahçe vardı. Bahçemizin başlangıç kısmı yemeklerin yendiği, akşam çaylarının yudumlandığı bir çayırdan oluşuyordu. Elli altı kişiden oluşan sofrayı hayal etmeyi deneniz mi? Her öğünümüz bir cümbüş edasıyla sonlanırdı. Düzlüğün bittiği yerdeyse meyve ağaçları başlıyor ve bahçenin sonuna kadar devam ediyordu. Yemekten kalkan tüm çocuklar ilk soluğu burada alırdı. Tüm torunlar kendi yaş grubunu hemen buluyor ve sahiplendikleri köşede çeşitli oyunlar oynuyordu. Oyunlarımız farklı olsa da bir kural hepimiz için geçerliydi. Bahçenin bittiği yerdeki duvara kimse yaklaşmayacaktı! Bu öğüt doğan tüm bebeklere yaşamın bir parçasıymış gibi öğretilirdi. “Bahçenin sonundaki duvara kimse yaklaşmayacak!” Ilık bir bahar akşamında tüm ahali yemek peşindeyken, birden iştahım kapandı. Gökyüzü mora çalan bir maviyle akşama hazırlanıyordu. Bu gürültüden uzaklaşıp yere düşen meyveleri toplamak istedim. Dedem yere düşen meyveleri toplayan torunlarına kilo başına para verirdi. Harçlığımızı böyle çıkarırdık. El arabasını kaptığım gibi meyve ağaçlarının arasına daldım. Tüm gücümle, düşüp çürümeye başlamış meyveleri topluyordum. Bazısı ağaçtan yeni düştüğünden onları sağlamlar bölümünde istifliyordum, sağlam meyveler için iki katı harçlık kazanıyorduk. Elmalar bir tarafta, armutlar bir tarafta, kayısılar başka bir tarafta birikiyordu. Güneş artık son ışıklarını da tepemizden çekmek üzereyken ben de yorulduğumun farkına vardım. Dönüş zamanı gelmişti. Çok az daha beklersem karanlıkta yolumu da bulamayabilirdim. El arabası oldukça ağırlaştığından toprak zeminde ilerlemem yavaşladı. Güç bela yürüyordum. Hava iyice karardığından önümü de göremez olmuştum. Bazen ağaçlara çarpıyor veya büyük keseğe takılıyordum.
 Seslerin geldiği yöne sürüyordum arabamı. Nefes nefese kaldığım bir anda büyükçe bir kiraz ağacının dibine çömeldim. Sesler iyice yakınlaştığından yolu bulacağıma emindim. Ay ışığı meyve ağaçlarının arasından usta bir terzinin makasından çıkmış gibi bahçemizi sarmaya başlamıştı. Kalkmaya hazırlandığım esnada hemen karşımda bir çift göz belirdi ve hırıltılı bir sesle yaklaşmaya başladı. Ağzından salyalar akan, çivi tasmalı bir kangaldı bu. Bahçemize nerden ve nasıl girdiği hakkındaki düşüncelerimi bir kenara bırakıp nasıl kurtulacağımı düşünmeye başladım.
Bağırsam bile beni duymaları mümkün değildi. Her yerden fışkıran çocuk sesleri arasında kaybolur giderdi çığlığım. Zaten yardım gelene kadar paçayı kaptırmış olurdum. Hemen dibimdeki kiraz ağacına tırmanabilirdim fakat göz ucuyla baktığımda dallarının çok yukardan başladığını ve tırmanmama imkân vermeyeceğini anlamıştım. Geriye iki seçenek kalmıştı. Ya kaçacaktım ya da boğuşacaktım.
Eğilip yerden bir sopa aldım. Benim saldırmaya hazır olduğumu anlayan köpek yaklaşmaya ve daha güçlü bir sesle hırlamaya başladı. Yaklaştıkça ay ışığında parlayan sivri tasması ve dişleri içimdeki korku düzeyini arttırdı ve bana kaçmaktan başka çare bırakmadı. Köpek, evimizin olduğu tarafta olduğu için bahçenin sonundaki duvara doğru koşmaya başladım. Ben kaçtıkça azgınlaşan köpeğin tasmasından çıkan şıngırtının şiddeti bana ne kadar yaklaştığı hakkında bilgi veriyordu. Tüm gücümle koşuyordum. Vücudumun her bir parçası çalışmayı durdurmuş ve kendisi için gereken enerjiyi koşmama aktarmış gibiydi. Korkunun ve hareketin temposuyla kalbim göğsümden çıkıp gidecek gibi çarpıyordu. Hâlâ paçamı kaptırmamıştım. Bir müddet sonra duvarın dibindeki armut ağacını gözüme kestirdim ve kalan son takatimi de o hedefe varmak için kullandım. Bir koşu yarışının son yüz metresindeki atletler gibi hızlandım ve bir sıçrayışta kendimi ağacın tepesinde buldum. Avını kıl payı kaçıran köpek hırlamayı bırakmış ve havlamaya başlamıştı. Bir süre sonra da ağacın altında çıt çıkarmadan beni beklemeye başlamıştı. Bu ağaca tırmanmamız da yasaktı. Kökü bizim tarafta olsa da dalları duvarın diğer tarafında, yani yasaklı bölgedeydi. Ancak bu kadar yaklaşmışken orada ne olduğunu görmeden de duramazdım. İki küçük manevra ile biraz daha yükseğe tırmandım ve duvarın diğer tarafını incelemeye başladım. Şaşırtıcı hiçbir şey yoktu. Burası da sıradan bir evin bahçesiydi. Peki buraya niçin görmememiz isteniyordu? Biraz bunu biraz da altımdaki köpeği düşündüğüm sırada bir çıtırtı ile irkildim. Ne olduğunu anladığımda her şey için geç kalmıştım. Oturduğum dal kırılmış ve duvarın öbür tarafına düşmüştüm. Gözümü açtığımda yaşlı bir adamın kucağındaydım. Alnımdaki çizikleri tedavi ediyordu. Doğrulmak istediğimde acıdan bağırdım.

-Zorlama kendini, kolunu kırmışsın.
-Siz kimsiniz?
-Büyük büyük amcanım.
-Babamın kardeşi mi?
-Hayır. Dedenin ağabeyiyim.
-Dedemin bir kardeşi olduğunu bilmiyordum.
-Doğrudur, kırk yıldır konuşmuyoruz. Senin o deden dünyadaki en inatçı keçiden bile daha inatçıdır.
-Demek duvara yaklaşmamızı istememelerinin sebebi, sizin burada yaşamanız. -Büyük ihtimalle öyledir.
-Neyse, çok geç oldu. Merak ederler seni. Gel bakalım.

Yaşlı adam bir hamlede beni kucakladı. Bu yaşta bu kadar gücü nasıl bulduğuna o halimle şaşırmıştım. Köy içinde birkaç yüz metre yol aldıktan sonra, tüm ev halkıyla ellerinde fenerlerle beni ararken karşılaştık. En önde dedem vardı ve ışık tutulunca hareketsiz kalan tavşanlar gibi donup kalmıştık. Kimseden çıt çıkmıyordu. Babam koşarak beni kucağına aldı. Yine sessiz bir bakışmadan sonra, dedem elindeki feneri yere attı ve ağabeyine sımsıkı sarıldı. İki ihtiyarın ağladığını gören kalabalık da sevinç nidaları ve gözyaşları ile eşlik etti. Kolum kırılmıştı ama yıllardır kırık olan kalpler de birleşmişti. O günden bir gün sonra amcamlar duvara bir kapı yapıp diğer tarafa geçiş sağladılar. Ve yıllardır içimizde biriken korkuyu silip attılar.