Reklam

Mustafa Kömüş yazdı... Kahretsin

Mustafa Kömüş yazdı... Kahretsin
12 Kasım 2021 - 12:13
Mustafa Kömüş
Tahtaya ev ödevlerini yazıp masasına oturdu. Öğrencilerden biri yazılanı anlamamış olacak ki bir yandan parmağını kaldırıp bir yandan da adeta altında bir yay var gibi zıplıyordu. “Öğretmenim” diye bağırdığında ancak dikkatini çekebildi. “Söyle Eyüp” dedi, çocuğa doğru yaklaşarak. Eyüp, “Atatürk’ün hangi resmini çizeceğiz” diye sordu. Öğretmen cevap vermeden önce diğer öğrencilerden bazıları tıpkı öğretmenlerinin onlara öğrettiği gibi seslendiler: “Resim değil fotoğraf.” Fakat öğretmenleri onları duymadı. Çocuklar bundan pek memnun olmadılar. Öğretmen Eyüp’e dönerek “İstediğin fotoğraftan bir resim çizebilirsin” dedi. Cebinden telefonu çıkararak saate baktı. O anda müdürün çıkışta kendisini görmek istediğini bildiren mesajıyla karşılaştı. “Ne istiyor olabilir” bu adam diye geçirdi içinden, fakat bunu öğrencilerine hissettirmedi. Kapının yanına giderek hafta içi her gün yaptığı gibi “Evet, çıkış vakti arkadaşlar” diye seslendi öğrencilere bakarak. Çocuklar daha önce kendilerine öğretildiği gibi boy sırasına göre dizildiler. Karşı sınıfın kapısının açılmasıyla birlikte önde öğretmen, arkada öğrencileri olmak üzere koridorda yürümeye başladılar. Çocukları bahçeye indirip ailelerine teslim ederken velilerin her günkü klasik sorularına cevaplar verdi. Bütün çocukları ailelerine teslim ettikten sonra bahçedeki kalabalığı yararak okula tekrar döndü. Müdürün kapısını çalarken oldukça gergindi. İçeriden gelen belli belirsiz bir “Gir” sesinin ardından kapıyı açtı. İçeri girer girmez önünü ilikledi. Kafasını hafifçe öne eğip müdürü selamlayarak “Buyurun Muhlis Hocam” dedi. Muhlis oldukça sinirli görünüyordu. “Hoş geldin” bile demeden masanın diğer ucundaki kahverengi deri koltuklardan sağdakini gösterdi, “Otur Hakan.” Muhlis’in bu tavrı Hakan’ın dikkatinden kaçmadı. İçinden ne olabileceğini düşünürken aklına iki gün önce velilerin WhatsApp grubundaki şikâyetleri geldi. Öğrencilerden birisi annesine sevinçle “Her derste oyun oynuyoruz” demişti. Halbuki Hakan, öğrencilerin konuları ezberlemesinden ziyade oyunla öğrenmesinden yanaydı. Bir veli bu konuyu WhatsApp’ta yazıp Hakan’a sormuştu. Ardından çocuklarıyla konuşan birkaç veli daha benzer şeyleri yazmış ve bundan şikâyet etmişti. Hakan bu konunun çok üstünde durmamış ama yine de velileri tek tek arayıp yapmak istediği şeyler hakkında bilgilendirmişti. Ama bir Rıfat’ın babası Mehmet’le aralarında tartışma çıkmıştı. Mehmet, Hakan’ hiç dinlememiş ve onu azarlamıştı. “Bana bak hoca” demişti oldukça saygısız ve sert bir üslupla “Ben oğlumu, okula oyun oynasın diye göndermiyorum. Doğru düzgün ders  yapacaksan yap. Yoksa senin sınıfından alacağım bu çocuğu.” Hakan şaşırmış ama tepki verememişti bu duruma. “Kesin onlar müdüre şikâyet etti” diye düşündü. Ortamdaki sessizliği müdürün elindeki kâğıtları Hakan’a uzatırken “Şunlara bak Hakan” demesi bozdu. Hakan, elindeki A-4 kâğıtlarına bakmaya başladı. Kâğıtlarda 7 ayrı veli, Hakan’ın ders işlemediğini, çocukların başarısız olduklarını anlatıyordu. İçlerinden ikisinde ayrıca Hakan’ın sosyal medyadaki paylaşımları da yer alıyordu. Hakan sosyal medyada atanma talep etmiş ve bununla ilgili tweet’ler atmıştı. Hükümeti eleştiren birkaç paylaşım yapmış ve bu da velileri rahatsız etmişti. Hem de içki içiyordu ve bu da çocuklara kötü örnekti. Hakan baktıktan sonra Muhlis’e kâğıtları uzattı. Muhlis esnek sandalyesinde arkasına yaslanarak “Ne diyorsun Hakan” dedi. Hakan çocukların başarısız olduğunu söyleyen velilerden birinin çocuğunun iki hafta önceki deneme sınavında okul birincisi olduğunu söyledi. Müdüre çocukların sınav kâğıtlarını uzattı, “Diğer çocukların da sonuçları burada. Hepsi de ben geldikten sonra seviyesini yükseltti” dedi. Müdür, Hakan’ın bu cevaplarını umursamadı, “Onu kast etmiyorum” dedi ayağa kalkarken “Bu tweet’ler, bu paylaşımlar ne?” diye odayı inletti Hakan’ın karşısındaki koltuğa otururken. Ardından, Hakan’a başka bir kâğıt daha uzattı. Kâğıtta Hakan’ın sözleşmesinin sona erdirildiği yazıyordu. Hakan ne diyeceğini bilemedi. “Sağ üste bak” dedi. Hakan sağ üstte bir şey yazmadığını gördü. Müdür yüzünde alaycı bir gülümsemeyle Hakan’ın yüzüne baktı “Tarih kısmını boş bıraktım. Hakan, bunu şimdilik işleme koymuyorum. Ama bir daha böyle bir şikâyetle karşılaşmak istemiyorum. Sen ücretli öğretmen de olsan devletin memurusun. Böyle şeyler yazamazsın.” Muhlis konuşmaya devam ediyordu fakat Hakan onu dinlemiyordu. Oturduğu koltuktan vücuduna yayılan sıcaklık adeta derisini parçalıyordu. Muhlis’le göz teması kurmuyor, müdür odasının sadelikten uzak görüntüsüne göz gezdiriyordu. Masada duran Ensar Vakfı’na ait takvim dikkatini çekti. Bir an karşısındaki adamdan ve onun sözlerine boyun eğdiği için kendisinden iğrendi. Muhlis’i bir insan gibi değil de ağzından salyalar akan bir hayvan gibi algıladı. Midesi bulandı, bir an önce oradan kaçmak istedi. Kapıyı çarpıp gitmek ve bir daha da bu okula dönmemek… Muhlis’in konuşması bittiğinde Hakan elindeki kâğıdı, müdürün masasına bıraktı ve “Çıkabilir miyim” dedi. Müdür de “Tabii” diyerek eliyle kapıyı gösterdi. Hakan başıyla selamlayarak odadan ayrıldı. Kapıdan çıktığında okulda neredeyse hiç öğrenci kalmamıştı. Her zaman öğrenci sesleriyle dolan koridordaki bu suskunluğa alışık değildi. Etrafa iyice bir göz gezdirdikten sonra midesinde tekrar bir bulantı hissetti. Tuvalete girdi, lavaboda yüzünü yıkadı. Aynaya baktığında gördüğü adamdan nefret etti.
“Orospu çocuğuna bak. Beni tehdit ediyor. Ah sen müdür olmayacaksın. O oturduğun koltuğu sana mezar yapmıyor muydum?” diye geçirdi içinden. Fakat Muhlis’e bir şey diyemediği için kendine çok kızgındı. Okulun merdivenlerinden inerken yumruklarını devamlı sıkıyordu. Sürekli küfür ediyordu. Hem kendine hem de Muhlis’e… Okulun kapısından çıkıp bakkala girdi. Kendisine bir sigara aldı. Bakkaldan dışarı adımını atar atmaz sigarayı yaktı. Kafasında Muhlis’e söylemek isteyip de söyleyemediği şeyler vardı. Her zaman olduğu gibi içine konuşuyordu. Söyleyememişti, konuşamamıştı. Söylese okuldan atabilirdi. Atılsaydı ne olurdu ki? Hayır, öğrencilerinden ayrılmak istemiyordu. Kazandığı hepi topu üç kuruş paraydı. Her şey para demek değildi. Bir özel okulda çalışsa hem daha fazla kazanırdı hem de orada öğrencileri olurdu. Buradaki yoksul çocuklar gibi olmaz özel okul çocuğu. Yine de kişiliğinden taviz vermeye değer miydi? Özel okuldaki idarecilerin en iyisi bile Muhlis’ten daha kötüydü. Bunları düşündü yol boyunca. En sonunda söylemediği için doğru davrandığına kendisini ikna etti. Evin kapısını çalarken o velileri düşündü bu kez. Çocukların hiçbir suçu yoktu ama o velileri aramalı mıydı? Arasa kavga edeceğini bildiği için vazgeçti. Kapı açıldı. Binaya girdi. Her gün olduğu gibi 4 kat merdiven yine gözünde büyüdü. İş bilmez müteahhitlerin yaptığı tıpatıp birbirine benzeyen İstanbul’un her yerine yayılan o kişiliksiz binalardan birinde merdivenleri çıktı. Kapı açıktı.
İçeriye adımını atar atmaz mutfaktan bir ses yükseldi, “Yemek hazır oğlum.” Hiç iştahı yoktu, “Şimdi yemeyeceğim anne” dedi. Doğruca odasına yollandı. Annesi “Niye” diye seslendi ama umursamadı. Odasına girdi ve bilgisayarının power tuşuna bastı. Facebook’u açtı ve KPSS gruplarına gelen soruları defterine yazdı. Ardından dünden planladığı gibi sırasıyla testlerini çıkardı. Testleri çıkarır çıkarmaz saatini kurdu. Fakat öfkesi geçmiyordu. Buna rağmen 90 dakika boyunca söylene söylene soruları çözdü. Sonra yaptığı yanlışlardan not almaya başladı. Birden durdu, kaşları çatıldı önce. Sonra istemeden gözünden yaş geldi. “Yeter” diye bağırdı içine doğru. Fakat onu kimse duymadı. Bir kez daha kendisinden nefret etti. “Tam 15 yıl okudum” dedi aynaya yansıyan görüntüsüne kinle bakarken “Ne istiyor bunlar bizden. Bunca yıl dirsek çürüttüm. Hâlâ birilerinin istediği gibi adil olmayan bir yarışa esiriz. Bunlar yetmiyor bir de müdürü, velisi geliyor üstüme. Ben kendimi harap ediyorum çocuklar için. Ne yaparsam yapayım bu anne babalar böyleyken başarılı olamayacağım.” Yatağa uzandı. Gözünün önündeki duvardaki boşluğa baktı, bir yandan da her zamanki gibi hayallere daldı. Atanıp bir ömür öğretmenlik yapmak, sevdiği işi yapıp biraz da para kazanmak istiyordu. Ayrıca genç çocuklara ülkenin gerçeklerini anlatacaktı. Muhlis gibilerden de böyle intikam alabilecekti. Hepsinden de önemlisi maaşıyla burs verebilecek ve bir üniversite öğrencisine küçük de olsa destek verecekti. Hakan, bunları düşünürken kapısı çaldı.
Annesi elinde tepsiyle yemek getirmişti. Elindekileri masaya koyarken “Oğlum, istemedin ama içim el vermedi. Dayanamadım, ısıttım, soğumadan ye istersen” dedi. Hakan yataktan doğruldu, hâlâ iştahı yoktu. Buna rağmen masaya doğru hareket etti, annesini kırmak istemedi. Annesine teşekkür ettikten sonra, kaşığı yemeğe daldırdı. Bir taraftan da elinde cep telefonuyla Twitter’dan haberlere bakıyordu. Bir haber, çok dikkatini çekti. Başı döndü, gözü karardı, kaşık o hiç farkında olmadan elinden yere düşüverdi. Haberin linkine tıkladı ve gözleriyle yazılanları okumaya başladı: “İzmir Çiğli’de coğrafya öğretmenliğini bitirmesine rağmen ataması yapılmayan 27 yaşındaki İbrahim Yeşilbağ intihar etti. Cebinden yalnızca 6 TL ile cep telefonu çıkan Yeşilbağ’ın yakınları, çalışamadığı için moralinin bozuk olduğunu, KPSS’ye hazırlandığını söyledi.” Haberi okudukça gerginliği daha da arttı. Masanın başından kalktı, balkona çıktı ve bir sigara daha yaktı. Sigarasını tellendirirken ağzından şu cümleler döküldü: “Bu kaçıncı ölüm, bu kaçıncı intihar. Ne zaman öğretmenine hak ettiği değeri verecek bu ülke. Allah kahretsin.”