Reklam

KÖŞE

KÖŞE
14 Kasım 2022 - 11:26
DİLBER DÜZ
  
   Kırk beş numara olmuş ayaklarını yerde sürüyerek dükkânın kepengine kadar uzandı. Asma kilidi kepenkten ayırırken zorlansa da esnekliğini kaybetmiş parmakları bu işi başarmaya yemin etmiş gibi ısrarlıydı. Yılların tozunu yutmuş, boyaları dökülmüş kepenk açılırken oradaki en çevik şeyin kendisi olduğunu ilan edercesine büyük bir gürültü çıkardı.
   O esnada sürünen ayaklar çoktan içeri girmiş, kasaya doğru yönelmişti. Adım atmak denemezdi ayakların gösterdiği çabaya, sürünerek taşımak denebilirdi 98 yıllık bu vücudu.
   Her sabah önce kasayı sayardı babasından yadigâr bakkal dükkanında. Sonra tezgâhın tozunu alma çabasına girdi. Bu tozlanmış şekerler, sakızlar tutuyor beni ayakta. Nefes aldıkça açacağım bu dükkânı.
   Güneş ışıklarının arkadan vurduğu ilk müşterisi belirdi kapıda. Dünya gibi yukarıdan ve aşağıdan basık kel kafasını cüsseli vücuduyla birlikte ileri geri sallayarak kapıda duruyordu. ’’Dönüyor Sabri dede. Dönüyor…Hep dönüyor…’’
   Kapıda sallanan Yusuf bugünkü rızkını bekliyordu. Çocukluğunu bilirim Yusuf. Çocukluğunu bilirim de delirmek iyi midir kötü müdür bilemem. Beni böyle bir sürüngene, seni böyle bir deliye çevirdi işte dünya döne döne. Mavi, yuvarlak şekeri Yusuf’a uzatırken ağzından akan salyalardan tiksindi. Sonra tiksindiği için kendinden tiksindi. Çocukluğunu bilirim Yusuf… çocukluğunu…
   Dükkânın ikinci müşterisi ayaklarına dolandı o sırada. Herkes rızkının peşinde…Tezgâhın altındaki kuru mamaya uzanır uzanmaz konuşmaya başladı kedi. Miyav demiyordu da hadi diyordu hadi. Ver artık şunu bunak! Bu ne yavaşlık! Hızlı hareket et hızlı! Kendi kendine de söyledi Sabri, ’’Biraz daha hızlı!’’ Bir kedi bile olmaya razıyım, yeter ki biraz daha genç olayım. Neyse… Yaşadığıma şükür.
   Duvarda asılı babasından yadigâr saatin yılgın tik takları arasında toz almaya devam etti. Toz almak değil de tozları olduğu yerden başka yere taşımak diyelim. Yıllarca çalışmış bu parmaklar, duramaz yerinde. Dizine battaniyeyi çekip çocukların getireceği yemeği görene kadar oturuyor yaşıtları evin en çok güneş alan yerinde. Yaşlılıkları hep akıllarındadır onların. Unutmasa yaşayabilir mi insan. Ben unutuyorum duvarda babamın gencecik halini görünce çürümüş bir elma gibi olduğumu.
   ‘’Hooopppp… Yavaş ulan ayı!’’ Birazdan ağız dolusu küfür edecek o sesle irkildi. Tahsin bu, köşedeki taksi durağından. ‘’Duran arabaya çarpılır mı lan! Sana o ehliyeti verinin…’’
   Yaman bir kavga kopacak. Hızlan ayaklarım hızlan. O yumruğu görmek isterim. Ben olsaydım sırf genç olduğum için girerdim kavgaya. Kaş göz yarmayı bile özledim.
   Yanlarına vardığında herkes sakinleşmişti bile. Bir ihtiyar tavsiyesi bile veremeden dükkâna dönmek zorundaydı şimdi. İlk Onu oturttular tabureye. ‘’Sabri dayı sen niye geldin? Allah korusun kalırsın arada.’’ Kalsa ya keşke. Kalsa da kurtulsa şu hantal et yığınından. Ölmesin diye getirdikleri bir bardak suyu içerken gözleri taksi durağının yanındaki çiçekçiye takıldı. Her gün yanında başka çocuk getiriyor sanki. Nereden çıktı lan bunlar! Yüzyıldır yaşadığı Karantinada nereden türediler? Durmadan da ürüyorlar soyuna sıçtıklarım.

   Dükkâna döndü. Kasaya yöneldi. Dükkân yalnız kalırsa döndüğünde ilk kasaya bakarsın. Yüzyıllık alışkanlıklardı bunlar, dededen toruna geçen. Bir asırlık dükkâna kimse elini uzatmaz ama dedik ya alışkanlık işte.
   Kasayı açtığında duvardaki fotoğraf bile şaşırmıştı. Kasa boşalmış. Ulan nasıl olur! Kapattı kasayı, tekrar açtı. Boştu lan işte. Kataraktan rengi kaybolmuş gözlerini açabildiği kadar açtı.
   Bir hışımla çıktı dükkândan. Hışım dediğimde işte daha fazla ses çıkararak sürünen ayaklar. ‘’Kim açtı lan kasayı?’’ diye bağırdı sokağın ortasında. Boğuklaşmış sesiyle çıkardığı tınlama sokaktakileri rahatsız etti. ‘’N’oldu Sabri dayı! Hayırdır! ‘’ ‘’Kim açtı lan kasayı. Soymuşlar, paralar yok!’’ Bu da delirdi dediler herhalde. Herkes tanıdık, kim çalacak! ‘’Hayri, git bak lan kasaya.’’ dedi duraktaki en kıdemli şoför çaycı çocuğa.
   Yine aynı tabureye oturttular. Yaşlılık buydu işte. Tanıklığın bile geçmez. ‘’O kadar bunamadım ben.’’ dedi doksan sekiz yıllık ses telleri. Hayri durağa döndü, ‘’Valla bomboş abi.’’
   Sanki bu anı bekliyordu. Maç düdüğü gibi gelmişti Hayri’nin sesi. Tabureden inanılmaz bir hızla fırlayıp vücudundaki tüm gücü çiçekçi kadının piçinin boğazına sarılmak için harcadı.
   ‘’Nerde lan paralar!’’ Az önceki kavgaya girememenin tüm öfkesini çocuğun incecik boğazından çıkaracaktı. Gözü kesmişti on yaşındaki veledi, hallederdi.
   Beklemediği bir darbeyle çocuğun gövdesinden daha büyük ellerindeki tüm derman çekildi. ‘’Ne istiyon lan kızanımdan! Hepiniz bizi hırsız bellediniz. Biz de ekmeğimizdeyiz sizin gibi.’’
   Uğultudan başka bir şey duymuyordu yığıldığı yerde. Dönen insanlar, ambulans çağırın feryatları ve kafasının arkasından yere usulca dağılan sıcaklık…
   Birden şenlendi sokak. Polisiydi ambulansıydı tanıklardı derken… Çınar ağacının arkasına iyice sokuldu Yusuf. ‘’Dönüyor Sabri dede, dönüyor…’’ Cebinden dökülen paraların farkına bile varmadan yokuş yukarı tıknaz bedeni kaybolana kadar koştu.
   ‘’Dönüyor Sabri dede, dönüyor…’’