Reklam

ÖYKÜ/Pirinç pilavı

ÖYKÜ/Pirinç pilavı
01 Mayıs 2021 - 11:23
Elvan Ucur
“Bak ağlarlar arkandan. Kalır mı şu kadarcık şey tabağın içinde? Hadi aç bakayım. Aferiiiin. Kalk şimdi yıka elini ağzını, pamuk kızım benim. Pijamalarını da giy. Dikkat et, yatak örtüsünü yerlere atma yatağını açarken.” Masadan kalkarken gözünün ucuyla yere dökülmüş pilavlara bakardı. Onlar da ses etmezse hiç kimse fark edemez, diye düşünürdü. Akşamları yatağına yattığında anneannesinin “Bu da babandan,” diyerek yolladığı iyi geceler öpücüğünü havada yakalar, yerdeki pilav tanelerini görmüş olabileceğini düşünerek göz kırpardı babasına. “Sadece onlar değil baba, örtünün altına da bir ekmek kabuğu sıkıştırdım, çok karnım şişmişti. Ağlar mı şimdi o da?” diye başlatırdı aralarındaki sohbeti. Ta ki gözleri karanlığa gömülene kadar. Öyle demişti okuldaki çocuklardan biri; ölünce bedenin toprağa gömülürmüş gözlerin de karanlığa. “Mutlu olur mu orada babam,” diye sormuştu anneannesine. “Arkasından ağlarsak üzülür,” demişti. Her akşam nefesini tutarak suya dalar gibi uykuda karanlığa gömerdi gözlerini. Önce arkasından ağlayan pirinçler gelirdi aklına sonra ekmek kabukları, bazen de son kaşığı içmemek için ağzını kilitlediği tarhana çorbası. Onlar ağlardı da bir o ağlayamazdı. Babası mutsuz olmasın diye.
“Çocukken arkamdan ağlayanların sayısını düşündüğümde anneannem bayağı bir zorlanmış olsa gerek. Bir iki öğün çıkardı herhalde tabakta bıraktığım yemeklerle,” dedi bir gün annesine. Annesinin elleri yüzünde, güldüğünde içeri kaçan gamzelerini yakalamaya çalışıyordu. Hep gülümseyerek hatırlayın beni, demişti anneannesi de bu sefer sözünü çok iyi tutamıyordu. Fark etmeden yanaklarından süzülen gözyaşlarını işaret parmağıyla durdurmaya çalışsa da ağzının içine tuzlu tatlarını bırakmayı başaranlar da oluyordu.
Her pazar çalmayan alarmın telaşıyla uyanır, o günün pazar olması dileğiyle telefona bakardı. Her seferinde dileği gerçekleşir, kendine bir saat daha yatağın içinde kalma ödülü verirdi. Halbuki pazar dışında her gün çalardı saati; tam 6:45’te. Kurmadığı saatin çalmayan alarmı ona bir dileğinin gerçekleşmesi için elde ettiği tek fırsat gibi gelirdi. Pazar günleri yatağın her zaman aynı tarafından kalkardı. Duvara yakın tarafın yastığı, çarşafın o bölümü ilk serildiği haline yakın derli toplu kalırdı. Yapması gereken işlerin yoğunluğunu düşünerek yatağın sadece bir tarafını toplamakla zaman kazandığını düşünürdü. Her şeyi hep pazarları yapardı çünkü. Banyosunu, temizliğini, yemeklerini, çiçekleri sulamayı… Bir de duvara asılı tabloların yerlerini değiştirirdi. Babasından kalanlarla kendi yaptıklarının belli bir sıra ile yerlerini değiştirirdi. Akşamları gözleri karanlığa o kadar çabuk gömülüyordu ki babası ile yapamadığı sohbeti artık tablolar birbirleriyle yapıyordu. “Delirdin mi sen? Anneanneni hatırlatıyorsun bana valla korkuyorum. Ne yani babanın tabloları ile seninkiler birbirlerini ziyaret mi ediyorlar sohbet için. Yalnızlıktan bunaldın sen kızım. Yok mu iş yerinde bir arkadaşın, çıkıp dışarı vakit geçirseniz. Belki yine evlenirsin. Gidenin anılarıyla yaşanır mı kızım,” dedi annesi, bunları anlattığında. Her gün iş çıkışı ya ekmek getirmesi ya da bir yüzünü göreyim ricasıyla uğradığı annesine artık pazar günleri gitmiyordu. Yaşlandığını düşündükçe hissettiği suçluluk duygusunu, bir gün de bana ait olsun, diyerek savuruyor hatta savurduğunu yine her pazar yazdığı günlüğünün sayfalarına kilitleyip kapatıyordu.
O pazar yine günlüğünü yazmak için akşam saatini bekledi, yatağına yattı. Arada tenini incitecek şekilde kaba davransa da yaz kış üzerine örttüğü battaniyesinin içine girdi. Her zaman ki gibi o ana kadar yazacağım, diye düşündüğü her şeyi unuttu, aklında kalanları hızlıca defterine not etti. Yazmayı bitirdiğinde göz göze geldiği kelimelerin yan sayfada geçen pazar yazdıklarıyla benzer olduğunu gördü. Merak etmenin yanı sıra biraz da cesaretini toplayarak önceki sayfalara da göz gezdirdi. Temizlik yaptım, barbunya pişirdim, tabloların yerini değiştirdim, annemi aramamak için kendimi tutabildim… Annemi aramadım, fasulye zor pişti, toz aldım, solmuş çiçekleri attım, tabloları değiştirdim… Temizlik yaptım, yemek yaptım, annem aradı açmadım, tabloları değiştirdim ama içime sinmeyince yine değiştirdim… Süpürge iyi çekmiyor, tablolardan birini düşürdüm ama bir şey olmadı, annem aklıma bile gelmedi, pilav yaptım… Annemi aradım, Sinan bana çiçek getirmiş onu affedeceğimi sanıyor, babamla anneannemin mezarına gittim, canım temizlik yapmak istemedi. İş çok yoğundu, dinlenmek istedim.
…Özlüyorum. Pirinç pilavlarının arkamdan ağlamalarını, ekmek kabuğunun rüyamda beni buradan çıkar diye bağırışını, babamın bütün bunları gülümseyerek izlediğini düşünmeyi. Şu an bu günlüğü ilk kez yazmaya başladım. Devam eder miyim bilemem. Anneannem öleli yıllar oldu. Annem çalışıyordu, beni anneannem büyüttü. Bu yaşımda hâlâ mutsuz olmasınlar diye ağlamamak için çabalıyorum. Babamı hiç tanımadım zaten, ben bebekken ölmüş. Şimdi kocam da beni terk etti. Takıntılıymışım. Bıktırmışım. Tahammül edemiyormuş, sevseydi edermiş. O yüzden sevmediğine artık kendisi de inanmış. Adam giderayak bıktım senin pilavından da senden de dedi. Pilav tanelerini bile sayıyormuşum tabağındaki. Sayarım tabii. Ağlıyor sonra onlar. Onlar ağlayınca sen mutsuz oluyorsun. Bak o kadar çok ağladılar ki arkamdan… Neyse… Saçmaladım… Aman bunları okumasa valla çocuk olsa velayeti baştan kaybederdim bu defterle… Hoşuma da gitti… Ne istiyorsan yazıyorsun… Şimdi yıllar sonra annemle ben yeni tanışıyor gibiyiz, çok yakın olamadık birbirimize. Ona yakın bir yere taşındım, yaşlandı çok. Biraz ilgilenmem gerekecek gibi. Aslında bunca yıl yalnız yaşadı ama ben de şimdi yalnızım nasıl olsa. Belki bana da iyi gelir. Biraz plan yapmalıyım. Eksikleri tamamlamalıyım. Pazar, evet pazarları benim günüm olsun. Ne istersem onu yapayım.