Reklam

Şiir yazmanın incelikleri

Şiir yazmanın incelikleri
01 Mayıs 2021 - 12:14
Altay Öktem
Çok duyduğumuz bir sözdür: Şiirin okulu olmaz! Şiir öğretilemez. Dahası; elimizde, bu şiir iyidir, bu kötüdür; ya da bu metin şiirdir, bu değildir, diyerek kesin bir yargıya varmamızı sağlayacak bir şablon da yok. Ancak bu, şiire ait bazı ölçütler olmadığı anlamına gelmiyor. Sanatın bir kısmı yetenek, bir kısmı da emekse, yani işin emekle ilgili bir yönü de varsa, ki var, esnek de olsa bazı kurallardan söz etmeye hakkımız var demektir. Şiirin kuralı olmaz, diye düşünenler elbette haklı. Ama unutmamak gerek, hepimiz aynı sözü söylemeye başladığımızda, bu söz bir kural haline dönüşür. Dergimizin bir okuru, gönderdiği mailde “Tuhaftır ki, yazarların yazmayla ilgili fikirleri ne kadar birbirine benziyor, matematikteki değişmez teoremler gibi. Birçok yazardan yazmayla ilgili aldığım tavsiye bol bol oku, bir meselen olsun, dile hâkim ol!” diyordu. Çok haklı! İşte yukarıdaki paragrafta bahsettiğim “bazı kurallar”dan birkaçı… Elbette her yazar bunları tavsiye edecek, çünkü aksi mümkün değil. Okumasan da olur, bir meselenin olması gerekmiyor, dil önemli değil, dile hâkim olmana gerek yok… Böyle iddialarda bulunabilir miyiz? Elbette hayır. Peki, bu tavsiyelere uyduğunuzda formül tamamlanıyor ve siz iyi bir yazar/şair olma yolunda ilk adımınızı atmış mı oluyorsunuz? Ne yazık ki bu sorunun cevabı da hayır! Tavsiyelere yakından bakalım… Mesela, “bol bol oku” tavsiyesi doğru, ancak her yazarın “mutlaka okunması gereken kitaplar” listesi birbirinden farklıdır. Aynı olanların büyük kısmı da, muhtemelen, herkesin algısında yer eden klasikleşmiş yapıtlardır. Genel kabul göreni istisnasız kabul etmek, insan davranışlarından biridir ve yazar da bu toplumsal/ psikolojik davranış şeklinden muaf değildir. Dahası var; okur, okuduğunun ne kadarını anladı, ne anladı? Bunlar okuyan kişinin hem entelektüel hem bilişsel durumuyla ilişkilidir ve standardı yoktur. Gelelim ille de bir meselemiz olması gerektiği konusuna… Mesele de görece bir kavram. Yoksulluğu anlatacağım demek de bir meseledir, yazacağım metinde hiç “e” harfi kullanmayacağım demek de, en azından dille ilgili bir meseledir. Peki, meseleleri yarıştırmak, bir meselenin diğer mesele karşısındaki üstünlüğünü öne sürmek mümkün mü? Ne haddimize! Öyleyse başa mı döndük? Sıfır noktasında mıyız yine? Kesinlikle hayır. Başa dönmediğimiz gibi, çok fazla yol kat ettiğimiz de söylenebilir. Sorgulamaya başladık çünkü. Sorgulamak, yolun yarısı demektir. Okuduğumuz metinleri sorgulamak, kendi yazdıklarımızı sorgulamak… Öyleyse biz ne yapıyoruz, diye sormuştuk ya yazının başında, şimdi onun cevabını vermenin tam zamanı. El yordamıyla öğrendiklerimizi, düşe kalka edindiğimiz tecrübeleri bir araya getiriyor; aynı yoldan geçerken daha az zaman kaybedin, daha az hasar alın diye bunları sizlerle paylaşıyoruz. Doğru, şiir öğretilemez, kimsenin böyle bir iddiası da yok zaten, ama tecrübeyle edinilen bazı sonuçlar paylaşılabilir. Yaptığımız da bu zaten.

•••
Öyleyse, dergimize gönderilen şiirlere hep beraber bir göz atalım… İlk sayımızın yayımlanmasının ardından, 200’den fazla şiir ulaştı elimize. Şiire gösterilen bu yoğun ilgi sevindirici. Her şiir hakkında tek tek yorum yapmak mümkün değil elbette, ama yukarıda tartıştığımız konular ışığında, gönderilen şiirlerle ilgili bazı genellemeler yapabiliriz. Şiirlerin bir kısmı (aslında küçük bir kısmı) halk şiiri formatında yazılmış. Bunun hiçbir sakıncası yok. Ancak, modern şiirin olanakları düşünüldüğünde ve şiirimizin farklı dönemleri ve akımları incelendiğinde, edinilen tüm bu kazanımları göz ardı ederek, şiiri sadece halk şiirinin kalıpları içine sığdırmak oldukça güç. Ancak, bugünün şiirinin, bu kadim toprakların binlerce yıllık kültür birikimden, geleneğinden yararlanmaması elbette mümkün değildir. Bugünün şiiri, dünün şiir birikiminin üzerine inşa edilebilir. Ancak bu, geçmişin şiir kalıplarına birebir bağlı kalmak anlamına gelmez, gelmemelidir. En kapalı şiiri bile yazsanız, yazılan şiirin, bir turnusol kâğıdı gibi şairini görünür kılma olasılığı, diğer edebiyat ürünlerine, kurgusal yapıtlara oranla çok daha fazladır. Şiir, sadece şairin dünya görüşünü, hayata karşı nasıl konumlandığını, iç dünyasını değil; okuma pratiğini bile, en azından belli oranlarda ele verir. Dergimize şiir gönderenler arasında, Nâzım Hikmet’i çok seven ama Nâzım Hikmet sonrası şiiri pek okumamış olanlar da var, eğitim hayatı esnasında, ders kitaplarında yer alan şiirlere ilgi göstermiş, şiiri onlarla sevmiş ama devamını getirmemiş olanlar da. Faruk Nafiz’in, Cahit Sıtkı’nın, Dıranas’ın esintilerini yakaladığınız, ama Edip Cansever’i, Turgut Uyar’ı, Gülten Akın’ı, Ahmet Arif’i, İlhan Berk’i, Ece Ayhan’ı, Behçet Necatigil’i, Metin Altıok’u, Asaf Halet Çelebi’yi okumamış birinin kaleminden çıktığına dair güçlü verilere rastladığınız şiirler mesela… Peki, şiirimize damgasını vurmuş her şairi okumamız şart mı, diyeceksiniz. Şart! Sevmek şart değil ama okumak şart. Şiir bir heves değil de bir yolculuksa eğer, şart. Bunlar, sadece adını andığımız şairlerle sınırlı da değil, baştan aşağı, tüm külliyatını okumak zorunda olduğumuz o kadar çok şair var ki… Bunlara, halk ve Divan şiirinin önemli şairlerini de eklemek gerek. Neyse, şiirin olmazsa olmazları ayrı ve geniş bir yazı konusu. Belki sonra… Şiir gönderenler arasında, düzyazı şiire yatkınlığı olanlar da hiç az değil. Bu güzel. Ama düzyazı ile düzyazı şiir arasındaki o pamuk ipliğine bağlı sınırı gözden kaçırmamak koşuluyla…