Reklam

Arzu Uysal yazdı... Tek Bozuklu Boş Kumbara

Arzu Uysal yazdı... Tek Bozuklu Boş Kumbara
20 Nisan 2022 - 14:19

Arzu Uysal

“Baba, bu o mu ?”
“O, deden ölene kadar bırakmadı bu kırmayı elinden”
Elini kolunu nereye koyacağını bilemeden, kaynayan tencereden taşan süt gibi kabarıyordu içi. Öyle ya artık sekiz yaşındaydı ve herkesin söylediği gibi adam olmuştu. Artık oyunu bırakıp ciddi şeylerle uğraşmalı, erkekçe davranmayı öğrenmeliydi. Aklı, sabah sabah köyü birbirine katan çocukların sesinde kalsa da bastırdı içindeki çocukça duyguları.Geri dönerken avların bir kısmını o taşıyacaktı. İşte o zaman gösterecekti onlara,  hepsinden  önce nasıl adam olduğunu?
Babasının “hadi hadi biraz daha sallanırsak bir şey bulamayacağız!” demesiyle  irkildi. Gözlerini kapatıp başını iki yana salladı. Açık kalan bir televizyonu kapatır gibi kapattı akşamın hayalini zihninde. Dili dışarıda av köpeğinin hızlı nefesleri, babasının ve arkadaşlarının av sohbetleri ilehararetli tartışmaları arasında, nihayet içinde yer alabildiği bu tablo. Yol ilerledikçe babasıyla  arasındaki  -sebebini  hiçbir zaman anlayamadığı-mesafe dekısalıyordu.Babasına, avlanmayı dedesi öğretmişti. Öğretme ve öğrenme sırası şimdide bu baba oğula geçmişti.
Bahar güzelliği gözler önüne serilmiş, ağaçların yeşili canlanmış ve orman sesleri korosu tam kadro işinin başındaydı.  Mayıs ortalarına gelinmiş, günün belli saatleri sıcaklar bastırmaya başlamıştı. Bakanlık, 6 Mart’ta av mevsimini kapatan genelgeyi yayınlamıştı. Ne Kemal Bey ne de babası  üç kuruşluk cezaları umursamazdı.Böyle daha çok av bulacaklarını biliyorlardı. Mart sonunda hayvanların üreme ve doğum zamanları geldiği için ağustos sonuna kadar uzanan yasak olurdu. Hem yasak olması hem de hayvanların üreme ve doğum gibi gardının düşük olduğu zamanlar, av çok bereketli olurdu . Avcılar arasında namının yayılmasına neden olan meşhur dağ keçisini de iki sene önce haziran ayında avlamıştı.
 Yaklaşık bir buçuk saatlik yolculuktan sonra avlanmak istedikleri orman bölgesine ulaştılar. Kuş sesleri ile cır cır böceklerininbağırtısı bir de ara ara esip ağaç yapraklarını hışırdatan rüzgar dışında derin bir sessizlik hakimdi.Arabadan indiklerinde, babasının bir müddet gözlerini kapatıp bu sesleri dinlediğini gördü. Biraz sonra burada süreceği hükmün karşılama törenini dinliyordu Kemal Bey. O da gözlerini kapatıp  babasına eşlik etti. Sesler, kokular ve hafif hava ile mest olmuştu. Kahkaha sesiyle uyandı, ne kadar uyuduğunu bilemeyen bir çocuk gibi.
“Yaman senin bu oğlan!İyi avcı olacak belli, nasılda dinliyor,kokluyor senin gibi.”
 Kemal Bey’in yüzünden gururla karışık bir memnuniyet ifadesi belirdi. Mehmet için yeterliydi bu bakış, daha fazlasına hiç görmemişti.Bir müddet sonra  yürüyüş başladı. Bütün hafta aklında dönüp duran kuralları, içinden tekrar saymaya başladı. Sessizce yürü, konuşma; çok lazımsa işaret et.
 Günün büyük kısmı geride kalmasına rağmen, henüz  kuş ve tavşan dışında bir şey avlanamamıştı. Kemal Bey huzursuzlandı.  Bugün büyük bir av yapmak istiyordu. Yüzü kızarmaya başladı. Hırsla etrafına  bakınırken Mehmet’e takıldı gözleri. Çocuk sarsılmış görünüyordu. “Neyin var?”Sesin içinde saldığı ateşten bir müddet konuşmadı, yutkundu. Hayvan  ölülerine bakamadığını, midesinin bulandığını, üzüldüğünü ve korktuğunu söylemeye utandı.
“Yok bir şey yoruldum” diyebildi.Sinirleri iyice gerilen babası  “sık dişini biraz az kaldı adam ol!”deyip yürümeye devam etti. Az sonra herkesi durdurup susturdu. İleride bir geyik ve yavrusunu gördüler. Kemal Bey’in yüzü aydınlandı. Kovalamanın, yakalamanın ve avlamanın verdiği tutkunun ışığı parladı gözlerinde. En çok da bu anlarda “yaşadığımı hissediyorum” derdi. Bir canlının hayatının parmaklarının ucunda olduğu anlarda, gücü ve iktidarı damarlarına kadar hissederdi. Böyle zamanlarda, daha bir erkek olur daha bir kibir tutuşurdu kanında.Dost meclislerinde “Yaşamayan bilmez” derdi sıkça.
Mehmet,oldukça yakınındaydı anne ve yavru geyiğin. Kemal Bey, ağır hareketlerle dayadı babadan kalma,kırma tüfeğini omzuna.Bu avı, babasının tüfeğiyle yapacaktı, ruhu şad olacaktı babasının. Mehmet, babasının yüzündeki bu ifadeyihiç  görmemişti. Yıllar önce kuduz olduğu için vurulan köpeği görür gibi oldu  yüzünde. Midesinden ağzına acı bir su yürüdü. Babasının, yavru geyiğe tüfeğini doğrulttuğunu fark etti. Sonrası ise öyle hızlı oldu ki,düşünceleri, hareketi bittikten sonra gelebildi zihnine. Olanca gücüyle “kaaaç!” diye haykırdı. Bir an için anne geyiğin kendisine baktığını gördü.  İki geyik de hızla kaçıştı. Bembeyaz kesilen babası, üzerine yürürken ne yaptığını ancak idrak ediyordu.
“Ne yapıyorsun sen, aklınca geyiklerimi kurtardın? Sen kimsin ulan, sana mı kaldı? Donumdan düşen ite bak sen!”
Babasının gözlerine kan oturduğuna, o anda kırmızıya  döndüğüne  yemin edecekti her hatırladığında.Son gördüğü şeydi bu kırmızı alev topları. Hemen sonra yüzünde şimdiye kadar duyduğu tüm acıları unutturan tokadın sesini duydu yere yığılırken. Babasının arkadaşları, yetişip aldılar Mehmet’in üzerinden. Kulağından ince bir kan sızıyordu. İki kolundan tutmuşlardı babasını, o sürekli Mehmet’e doğru hamle yaparak kurtulmaya çalışıyor bağırıp küfür ediyordu. Bıraksalar ne olacağını düşündü. Tüfeği alıp yavru geyik yerine kendisini vurduğunu hayal etti. Bugün dedesinin ölüm yıldönümüydü, büyük bir av olmadan dönemezlerdi eve.

- Bu gece aç yatacaksın, bir daha da benimle ava gelmeyeceksin. Sen kim adam olmak kim? Sen kimsin ulan? Hayvan herif!
Babasının sesiyle sıyrıldı zihninin uydurduğu trajik sonlu finalden. Son beş dakikada bir yabancıya dönüşen babasına baktı bir müddet.Yabancı mıydı? Yoksa yıllardır yakından tanıdığı, adını koyamadığı ama içten içe hep hissettiği,yüzleşmeye cesaret edemediği  gerçek babası mıydı?Bilemedi.
Arabaya bindiklerinde artık uyuşmuştu. İçinde tek bir bozukluk kalmış kumbara gibiydi. Çın çındiye yanıp sönen bir ses, bir his sadece.  Derinlerde bir yerde, tarif edemediği bir memnuniyet vardı. Bozuk paranın, metal yüzeye her çarpışında büyük geyiğin bakışı beliriyordu gözünde. Kısacık anda, saliseler içinde görmüştü bu bakışı ve ne olduğunu anlamıştı, hem de bugüne kadar hiçbir şeyi anlamadığı  kadar doğru ve net bir biçimde.
Tanıdık yabancının yüzünde bıraktığı kızarlık, sağ kulağında kalacak ömürlük maraz ve içinde tek bozukluk olan kumbarasıyla geçti köy meydanından.