Gecenin bu saatinde

Zeynep Ebla Ceylan
Ne zaman başladı hatırlamıyorum. Uyumaya çalışırken bir o tarafa, bir bu tarafa dönmesi, öflemesi pöflemesi, ille de saten olsun diye ısrarla aldırdığı çarşaflardan çıkan hışırtılar sinirlerimi bozmaya başladı. Bir anda oldu. Yıllardır aynı saatte girerdik yatağa. Çok hoşlanmasam da ses etmezdim sarılmasına. Önce sarılmasına sardım. Birazcık öte gitse n’olacaktı ki? Çok bozuldu. Uyuyamıyormuş. Uyuyamadıkça dönmeleri peyda oldu. Sonra da söylenmeleri. O dönüp söylendikçe benim uykularım da kaçmaya başladı haliyle. Dedim ya, ne zaman başladı hatırlamıyorum, yatağa o uyuduktan sonra gitmeye başladım. Onun uyuması ile benim yatağa gitmem arasındaki süre zaman içinde uzadıkça uzadı. Yine öyle bir geceydi. Sessizce girdim odaya. Telefonumu başucumdaki komodine bıraktım. Karanlıkta – ışığı açmama çok öfkelenir – el yordamıyla yastığımın altından çıkardığım geceliğimi giyip yavaşça ve sessizce girdim pikenin altına. Bana doğru dönüyordu ki elimle sırtına dokunup bebek gibi pışpışladım, uyumaya devam etti – her zaman işe yarıyor. Başımı yastığıma vurduğum anda geçti içim. Öyle olduğunu düşünüyorum. Uyumuş olmalıyım. Yoksa o tepkiyi vermezdim – galiba. Yattığım yerden bir flaş patlamasıyla fırladım. Telefonum son sesi ile mesaj geldiğini haber veriyordu. Kapamamış mıydım ben bu aleti? Uyku sersemliği ile gelen mesajı açtım. Adımı okudum. Merhaba anlamına gelen bir el emojisi de eklenmişti mesaja. Numara kayıtlı değildi.
“Kim bu Allah’ın delisi gecenin bu saatinde?” diye geçirdim aklımdan ama pek umurumda da değildi açıkçası. Telefonu komodinin üzerine bırakıp yastığıma vurdum başımı yeniden. Kalbim hızlı hızlı çarpıyordu, duyuyordum sesini güp güp. Uyu uyuyabilirsen. Tam telefonu kapamadığımı hatırladığım anda bir mesaj daha geldi – önce gök gürlemesi ardından güçlü bir şimşek. “Uyandırdım galiba.” Deli midir nedir, diye söylenerek sesini kıstım telefonun. “Nedir bu gecenin bu saatinde?” “Uyu sen, yok bir şey.” İsim benzerliği olsa gerekti. Numarası kayıtlı bile olmayan biri gecenin – belki de sabahın – köründe bana niye mesaj atsındı ki? Telefonu komodine uzatıyorken bir şimşek daha çaktı, ismim ve soru işareti. Cevap vermeyecek miymişim? Uyandıktan – uyandırıldıktan – sonra tekrar uyumakla başım hep derttedir. Yastığımın beni aynı hızla geri atacağı belliydi, debelenmeye gerek yoktu. Yataktan girdiğim gibi çıktım, yavaşça ve sessizce.
“Nereye?”
“Su içmeye.”
“Bana da getirsene.”
“Tamam.”
Ben odadan çıktığım anda uyumaya devam ettiğinden emindim. Koridorun ışığını açtım. Merdivenleri indim. Tırabzanlarda bıraktığım şalımı omzuma aldım, terasa çıktım. Telefonu masaya bıraktım. Yatarken masaya bıraktığım paketten bir sigara çıkarıp yaktım. Havaya bıraktığım yoğun dumanı görüp mesaj sanmış olmalı, bir şimşek daha çaktı;
“Tanımadın mı?”
Önce bir süre görmezden geldim. Umursamadım, kısacık bir an. Bir mesaj daha; “Demek unutuldum.”
Kalktım, içeri geçtim. Portmantodaki çantamdan iş telefonumu aldım, yeniden terasa çıktım. Masadaki telefonumdan numarayı alıp iş telefonuma “?” olarak kaydettim. Whatsapp’tan profil fotoğrafını açtım. Bir mağaranın önünde çekilmiş karanlık bir yan profil, kısacık koyu renk saçlar, koyu renk bir oduncu gömlek, muhtemelen kot pantolon, kadın mı erkek mi belli değil, o kadar cinsiyetsiz bir siluet. İş telefonumu bırakıp özelimi açtım.
“Tanıyamadım,” yazdım.
“Numara kayıtlı değil.”
El-cevap; “Fotoğrafımdan da mı tanımadın?”
“Hayır,” yazdım. “Çok karanlık, yüz seçilmiyor.”
Adını yazdı. Bildiğim bir ad değildi. Yani tanışlarımdan birinin adı değildi.
“Tanıyamadım,” yazdım.
“Demek öyle,” yazdı.
“Pekâlâ. İyi günler.”
“Dur,” yazdım aceleyle.
“Bir şey mi diyecektiniz?”
“Madem tanımadın niçin öğrenmek istiyorsun? Uyandırdığım için özür dilerim.”
Sigaramı kül tablasına söndürdüm. Kalkıp mutfağa geçtim. Makinedeki kahve henüz soğumamıştı. Evyeye bıraktığım fincanı alıp kalan kahveyle doldurdum. Kafeinin kokusu zihnimi açtı. Hemen cevap yazmazsam bir daha iletişim kuramayacağımı anladım. Bir mesaj daha yazmayacak.
“Hatırladım,” yazdım.
“Uyku sersemliği. Gözüm aydınlığa alışınca tanıdım fotoğrafını.” Yalandı tabii ki. Hiçbir şey görünmüyordu yeni yaktığım sigaranın ateşinden başka. Telefonum ekranını kendiliğinden kapatacak kadar bir süre geçti. Belki biraz daha fazla. Ve yeniden bir mesajla aydınlandı ekranı.
“Hiçbir şeyi hatırlamadın. Ne eski günleri, ne eski dostları, ne eski acıları.”
“Uyku sersemiydim dedim ya. Anlayamadım sen olduğunu. Eski günlerden konuşalım biraz.” “Gerçekten konuşmak istiyor musun? Korkmuyor musun?”
“Saçmalama,” yazdım. “Gecenin bu saatinde bana yazmışsın.”
“Sabah olmak üzere,” yazdı. “Tanyeri ağarıyor.”
Üst katta kapı açıldı, sabahın sessizliğini bozan ses merdivenlerden iniyordu; “Hani su getirecektin.”