Lades kemiği, sokak kedisi, 20'lik rakı

Zeynep Tuna
Saatine baktı, düdüklü tencerenin altını kapattı. Zar gibi soyduğu domatesleri, iki baş büyük soğanı, bir avuç sivri biberi doğradı. Bir sıralama gözetmeden, hepsini zeytinyağında biraz çevirdi, ocağın altını kıstı. Buharı biten düdüklüyü her ihtimale karşı, suyun altında biraz bekletip, kapağını açtı. Giriş katındaki mutfak penceresinden, sokağı harekete geçiren koku yükseldi.
“Sevcan abla, kız aç şu camı.”
“Ay Efsun daha kaç kez söyleyeceğim şu camı tıklatma. Niye herkes gibi kapıyı kullanmazsın bilmem ki. Kapıdan gel.” Yağlı elini peçeteyle kurulayıp kapıyı açtı.
 “Koca kız oldun hala çocuk gibisin.” Deyip yanağından öptü.
“Aman abla sen büyüdün de ne oldu. Bak haline.”
“Ne varmış halimde çok bilmiş kızım.” Diyerek bütün tavuğu parçalarına ayırmaya devam etti.
“Cemil abiyi gördüm. Kahvede başı ellerinin arasında oturuyordu. Kazanmak denirse sen kazandın iddiayı.” Dedi.
Sevcan bir süre durdu “yeni bir şey değil Efsuncum yıllardır ben kazanıyorum, sen de biliyorsun.”
“Nasıl olsa öğreneceksin diye söyledim, kızmadın dimi bana. Sen de bir hoşsun ha insan kocasının işten atılmasıyla ilgili lades tutuşur mu?” Kendi kendine konuştuğunu Sevcan’ı mutfakta göremeyince fark etti. “Abla ben çıktım.” diye seslendi.
“Çıkma yardım et. Yemeğe çağıracaktım zaten. Bir daha ne zaman kurarız bu sofrayı belli değil.” Dedi.
Dip dibe iki evde büyümüşlerdi Zümrüt’le. Aynı okula gitmişler, aynı fabrikada işe başlamışlar, iki yakın arkadaşla aynı gün evlenip, okulun bahçesinde düğün yapmışlardı. Gece vardiyasında çıkan yangında Zümrüt’ü ve beş arkadaşını kaybetmişti. Alevler… Geceyi isli sarıya boğan alevler her şeyi yutmuş, günlerce içten içe yanmıştı fabrika. Zümrüt’ten geriye Efsun kalmıştı bir de sönmeyen yangın. Defalarca deneyip doğuramadığı kızıydı, arkadaşının yadigarıydı, aslında çok şeydi Efsun.
“Hadi dolaptan malzemeleri çıkar da birkaç meze yap. Ben de Cemil’i arayayım.”
Telefon ilk çalışta açıldı. “Eve gel canımın içi.” diyerek telefonu kapattı. Rahatlamıştı.
Cemil işinin ehli, çalışkan, namuslu bir adamdı. Tek kusuru örgütlenmeye olan inancıydı. Birkaç büyük fabrikadan sendika örgütlenmesi yaptığı için atılmıştı. Açtığı işe iade davalarını kazanmış ama geri dönmemişti. Artık büyük fabrikalar ve onları koruyan yasalar yoktu. Yıllar içinde kendine sendikacı diyen adamlara da güveni kalmamıştı.  Dünya başka bir yere doğru gidiyordu ve O bu gidişten hiç hoşnut değildi. Sevcan’ın telefondaki sesi bir kez daha rahatlatmıştı. Sızlayan elini unuttu. Mahallenin içki satan tek büfesinden yirmilik rakı alıp evin yolunu tuttu.
“Hoş geldin canımın içi.”
“Hoş buldum.”  diyerek rakıyı buzdolabına koydu.
“A Cemil abi eline ne oldu.”
“Yok bir şey Efsuncum iş kazası.” dedi gülerek.
Sevcan, tam sıyırmadığı tavuk kemiklerini, mutfak balkonu önünde sıraya dizilen kediler için üç ayrı kaba, kalan etleri tencereye, dolaptan çıkardığı buzu kocasının elinin üstüne koydu. “Merak ettim anlat da dinleyelim şu kazayı.” dedi muzipçe gülümseyerek. Bir yandan masayı hazırladı Efsun’un yardımıyla. Cemil yirmilik rakıyı bölüştürdü. Çay tabağında duran lades kemiğini uzattı karısına, ikiye böldüler.
“Ustabaşına yumruk attım. Kadınları sıkıştırıp duruyor namussuz. Onlar da seslerini çıkaramıyorlar ki. Bir yandan işsiz kalmak, diğer yandan adları çıkar korkusu.  Şerefsizi kaç kez uyardım.  Kovulmayı beklemeden kendim çıktım.” dedi. İlk kadehi atılan yumruğa kaldırdılar. Sevcan o eli usulca öptü.
“Bunca yıl, hep kaybettiğimde neden söylenmedin, hır çıkarmadın.” dedi akşam güneşiyle yüzü parlayan karısına. Efsun da merak etmişti yanıtı.
“Zümrüt’le fabrikaya geldiğimiz günü hatırlıyor musun? On sekizimi yeni bitirmiştim. Bir öğlen paydosunda elinde kağıtlarla bizi üye yapmaya gelmiştin. İşte ben o adamı sevdim. Tavuktan pirzolaya, yirmilikten otuz beşliğe geçmek  için, senden vazgeçmem gerekirdi. Nasıl vazgeçerim?” dedi ikinci kadehi birlikte geçen yıllara kaldırdılar.

 

edebiyat gününöyküsü öykü sizdengelenler