ÖYKÜ/Kuşluk vakti

Sercan Bulut 
Bahar güneşi ışıldadığında kış sabahlarında bir çingene kuşu tıklardı camımı Uyurken gördüğüm tabirsiz rüyayla yarışır gibi gülerdi yüzüme Bir parça bulgur atarsan yerim derdi, gözümün içine baka baka -Atsan atılmaz satsan satılmaz- Bir avuç bulgur atardım üstüne doğru Çırpınarak havalanır kaybolurdu gözden Bir süre göremezdim Tam beni bunun için mi uyandırdın diyecek gibi olurdum Tiz bir cik sesi sallandırırdı perdemizi Korkutmamak için uzaktan bakardım Kuş olmasa gözleri velfecri okuyor derdim Ama onunki can belasıydı; Kuş kadar canı vardı sonuçta Bir bulgur tanesini geçirene kadar kursağından Yüz defa titrerdi korkudan Korkunun ecele faydası yok çingenem der sırıtırdım Anlarmış gibi cik cik cik diye başlardı anlatmaya Anlıyormuş gibi bilirim bilirim derdim; Avcı milleti bakmaz gözünün yaşına Hele bir boş bulun alnının ortasından yersin kurşunu. Bizimki başlardı titremeye Yok canım benim yok ben avcı değilim... ••• Bunu duymuş gibi bir rahatlardı Hiç korkusuzca atmaya başlardı bulgurları löp löp. Gel zaman git zaman tüm kış alışmıştık birbirimize Artık muhabbetlerimizde ayrı bir güzellik vardı, korkusuzca açmıştık yüreklerimizi; Göç yolundan, oradaki zorluklardan En çok da insanların zulmünden yakınmıştı Üç Kardeşi varmış üçü de sizlere ömür; Kurşun ile... Camıma ilk vurduğu günden bahis açmıştı Çok açtım demiş, başka çaresi kalmadığından tıklattığını söylemişti. Allah kimseyi düşmanının kapısına düşecek kadar yokluğa sürüklemesin demişti. Hem de bayağı ciddi ciddi söylemişti bunu. Alınmıştım fakat belli etmek istemeyerek, Gülmüştüm. İstemsizce bir tebessüm yer etmişti dudaklarımın arasında. Bakma öyle demiş ve senin kardeşlerin çok kötü diye söze devam etmişti. Benim hiç kardeşim yok ki demiş, anlatmıştım; herkesin bir olmadığını, Çeşit çeşit insan olduğunu, iyisinin de kötüsünün de bulunduğunu Ama insanlıkta bir olmadığını. Kuşluk inancını ve hepsinin birbirlerini kardeş olarak gördüklerini anlatmıştı. Yine bir gülüştür sarmıştı beni, alındığımdan değil de küçümsediğimden gülmüştüm bu sefer. Biz de hep kardeşim diye hitap ederiz birbirimize ederiz de Çıkarımız girerse işin içine; her şeyimiz değişir bir anda. Demem o ki, sen herkesi bir sanma dikkat et; Bana bile!! Bugün sana bulgur atan elim, gün gelir bakarsın kurşun atar demiştim. Bir anda yutkunup gözlerimde sözlerimin doğruluğunu aramaya koyulmuştu. Gözlerimdeki müstehzi oynaşmayı sezince Aman sen de deyip devam etmişti yemesine... ••• Bir sonraki kış yine gelmişti; serpilmiş, etlenmiş, büyümüştü çingenem. Gezdiği diyarları anlatmıştı bir bir. Ben de bir değişiklik yoktu anlatamamıştım. Yemeğini yemiş uçup gitmişti. Ertesi gün beklemiştim ama gelmemişti. Meraklanmıştım. Canım da sıkılmıştı çok gelmeyince. Tam perdeyi çekip içeri girmiştim ki cama sert bir cisim çarpmıştı. Demek benimle oyun oynuyorsun haa çingene diye söylenmeye başlamıştım. Söylene söylene perdeyi açınca kanlar içinde yerde yatan dostumu gördüm; çingenemi... Boğazım düğümlenmiş, gözümün içinden yaşlarla beraber bu acıyı atmamı salık veriyordu bedenim. Çingenem kanlar içinde yatıyordu, düşünemiyor, gidemiyor, göremiyordum Ama duymuştum sadece duymuş, işitmiştim son dediğini; İnsanlık kuşluğu öldürdü! Gözyaşları içinde kalmış, hüngür hüngür ağlamıştım. Elimde uzanan kardeşim dediğim çingene kuşum ölmemiş, öldürülmüştü. İnsanlık onu değil kendini öldürmüştü. Bir gün anladığında bunu her şey çok geç olacak diye geçirmiştim içimden Cenazesinde tüm kuşluk orada hazırdı Önce güneşin doğması beklendi. Güneş doğup kırk beş dakika geçince Namazı kılındı ve son yolculuğuna uğurlandı çingenem. Tüm gözlerin üzerimde olduğunu fark ediyordum Ağızlarından kulaklarıma ilişen sözlerde; ‘Bir insan insanlığı temsil ediyor, İnsanlık adına hala umut var galiba’ sözleri çınlıyordu. Kuşluk vakti bir insan, insanlığı ufacık kuşlardan öğreniyordu...
 

edebiyat edebiyatatölyesi öykü