ÖYKÜ/Kadillak Kemal

Mehtap Aydemir
Rüyamda ekmek arası patates yediğimi görüyordum ki uyandım. Bahçeden kuş sesleri geliyor. Bir süre, tül perde arasından oyunlar yapan gölgeleri izliyorum. Annem patates kızartmış. Mis gibi koktu. Yataktan fırlayıp, yalap şalap yüzümü yıkıyorum. Aynada bıyıklarımı kontrol ediyorum. Bugün sanki daha da uzamışlar. Kahvaltı masası çoktan kurulmuş. Babam cumbasında gazetesini okurken, sigarasını tellendiriyor. Burayı aylarca uğraşarak kendisi için yaptı. O da, bizim eve sonradan eklenen bu cumba gibi, uyumsuz. Annem ise onun bu uyumsuzluğuna kayıtsızlıkla cevap veriyor. Aralarında sanki bitmeyen bir soğuk savaş var. Bazen bizi ne ara yaptılar merak ediyorum. Soğuk savaştan önce mi? Sonra mı? Annem “Koş iki ekmek al bakkaldan,’’ diyor. Ayakkabılarımı giyerken kardeşim bir gölge gibi arkamda beliriyor. Gelme desem annemle tartışmaya başlayacağız. Sesimi çıkarmıyorum. Yürürken gölgelerimize bakıyorum, hoşuma gidiyor. Elini sıkı sıkı tutuyorum. Mahallenin kedisi Tarçın’a selam veriyoruz. Kafasını bile kaldırmıyor. Bakkalın önüne geldiğimizde onu görüyoruz. Üzerine güneş vurmuş, gelin gibi süzülen bir Kadillak. İkimizin de dili tutuluyor. Filmlerde gördüğümüz 1964 model Kadillak Eldorado. Etrafında şöyle bir turluyoruz. “Abi inanabiliyor musun?’’ “İnanmak mı uğruna ölmek istiyorum.’’ Beyaz, üstü açık Kadillaklardan. Bir Amerikan efsanesi. Çift farları ile göz kırpıyor. Kromları elmas gibi parlıyor. Arkasındaki kırlangıç kanatlarını okşuyorum. Deri koltuğunda yayılıp, yanımdaki Rüya’ya göz kırptığımı, müziği son ses açıp tüm mahalleyi turladığı- mızı hayal ediyorum. Bizi kimse durduramaz. Tam da o an omzumdaki elle irkiliyorum. “Hayırdır gençler çok mu beğendiniz?” Adam da araba gibi uzun ve ince. Gözlerini, siyah gözlüklerinin arkasına saklamış. Beyaz gömlek üzerine kareli süveter, altına jilet gibi beyaz bir pantolonla karşımda parlıyor, sanki güneşle yarışıyor. Yakışıklılığı karşısında umutsuzluğa kapılıyorum.

“Beğenmek mi? Böyle bir araba beğenilmez mi? Kesin benimle dalga geçiyorsun. Senin mi?’’ “Yok canım, neden dalga geçeyim. Evet benim.’’ “Buralı mısın?’’ “Çocukluğum bu mahallede geçti. Adım Kemal. Eskiden de Kadillak arabalara çok meraklıydım. Ondan bana Kadillak Kemal derlerdi. Müzisyenim. Gençliğimde Amerika’ya gittim. Kendime yeni bir hayat kurdum. Annem yaşlanınca yalvarmalarına dayanamadım. Tekrar İstanbul’da ya- şamaya karar verdim. Şu karşıdaki iki katlı yeşil ev bizim. Annemi görmeye geldim. Ee siz kimlerdensiniz?’’ “Bilmem tanır mısın? Annemin ismi Suzan, babamınki ise Şevket. Babam öğretmendir. Biz de sokağın sonundaki pembe apartmanda oturuyoruz.’’ “Terzi Nazım’ın kızı Suzan mı?’’ “Tanıyorsun o zaman’’ Bir sessizlik oluyor. Bulutlara dalıyor sanki. Kardeşim kolumdan çekiştiriyor. “Memnun oldum, ama bizim gitmemiz lazım. Annem bekler’’ “Ben de memnun oldum. Bir ara arabayla gezeriz belki.” “Belki’’ derken arabaya bir kez daha bakıyorum. Ekmek alıp koşa koşa eve gidiyoruz. Annem kızmış, merak etmiş. Babam bıraktığımız yerde. Dünya batsa umurunda değil. “Nerde kaldınız” diyor annem. Ben açıklamaya başlamadan kardeşim yapıştırıyor “Baba bir araba gördük. Bembeyaz bir kuş gibiydi, kanatları vardı.” Belki ilgisini çeker diye “Şu filmlerde gördüğümüz kadillaklardan.

“1964 Model Kadillak Eldorado” Babam gözlüklerinin üzerinden “Hımm” demekle yetindi. Annem daha çok heyecanlandı. “Rüya görmüş olmayasınız, burada öyle bir arabanın ne işi varmış?’’ ‘’Kadillak Kemal diye bir abinin. Anne bir görsen öyle yakışıklı, öyle havalıydı ki arabasıyla yarışır. Haa, seni de tanıyormuş!’’ Annem perçemini düzeltiyor. Düzeltirken elleri titriyor. Babam elindeki bardağı masaya bırakıyor, ekmekten bir ısırık alıp kalkıyor. Arkasından da annem. Annem ne zaman sinirlense, canı sıkkın olsa sürekli dinlediği yabancı parçalardan birini açıp kendisini işe verir. Bugün de öyle yapıyor. Babam müziği duyar duymaz kapıyı çarpıp çıkıyor. Arkasından mutfağa gidiyorum. “Şarkı, ne ile ilgili?’’ “Ella diye bir kadın söylüyor. Şarkının adı “Every time we say goodbye”. Sevdiği adamın arkasından gidemeyen bir kadını anlatıyor. Güzel değil mi?’’ “Bilmem? Kimsenin annesi böyle şeyler dinlemiyor. Madem çok seviyormuş, neden gitmemiş?’’ Bir süre düşünüyor. “Onun için çok parlak olduğuna karar vermiş, ellerinin arasından kayıp gitmesinden korkmuş’’ “Pişman olmuş mu?’’ Cevap verecekken vazgeçip, susuyor. “Gerçekten bu şarkıda bunları mı anlatıyor’’ Gülümsüyor. Bu sırada dışardan gelen sese ikimiz de şaşırıyoruz. Annemin dinlediği parçanın aynısı… Annem perdeyi aralayıp bakarken yine perçemini düzeltiyor. Gözleri buğulanıyor. Üzülüyorum. Arkasından sarılıyorum. ‘’Keşke babam o olsaydı’’ diye düşünüyorum. Damarlarıma kadar yayılan suçluluk duygusu bizi birbirimize yaklaştırıyor. O günden sonra ne zaman üzülsek, birbirimize sığınıyoruz.
 

 

öykü edebiyat günüöyküsü