Öykü/Fark Etmedi(k)

İlkay Çelik 
                                                                          ‘Yavaş yavaş delirdim, kimse bunu fark etmedi.’
Bir intihar notundan “Sence perçem mi keselim, kâkül mü? Hangisi bana daha çok yakışır?”
“Perçem keselim.”
Bu ikisi aynı şeyler değil miydi? Gelişigüzel evde kendi kendime boyamaktan an itibariyle kızıl-kahve-kestane rengi olan saçlarımın diplerindeki inatçı beyazları gayretle kapatmaya çalışan, ufak tefek, nazik ve becerikli kıza sormak istedim ama utandım. Bariz farklı şeylerdi perçemle kâkül ama ben bilmiyordum demek ki.
Onun yerine;
“Ne kadar güzel saç boyuyorsun” dedim.
Şaşırdı.
“Daha çok kadın çalışmalı bu sektörde” diye ekledim. “Boyayı boca ediyorlar insanın kafasına, her yere bulaşıyor. Özensiz, kaba...
“Kadın, erkek meselesi değil, bende bu şekilde saç boyamayı bir erkekten öğrendim, onun gibi olmak için çok çalıştım” dedi.
Yine utandım. Yanlış biliyordum demek ki.
“Kâkül beni daha genç gösterir diye düşünmüştüm aslında.” 
Karşımdaki aynadan tam arkamdaki masaya göz attım. Kuaför çelimsiz, solgun yüzlü bir delikanlıydı. Kepekli, yağlı saçları yüzünün yarısıyla kulaklarının büyük kısmını örtmüştü. Müşterisi iki eliyle saçının önünü içe kıvırmış, ayna karşısında ne istediğini tarif ederken kuaför, elinde asılı kalmış makası, çok önemli bir kararı son kez gözden geçirip emin olmuş gibi, “perçem keselim, sen bana bırak” dedi. Kadın, içe kıvırdığı saçı bırakıp gözlerini devirerek arkasına yaslandı.
Baksana, kuaför diye kendini emanet ettiğin adam kendi saçına şekil verememiş. Nasıl ona bırakırsın ki kararı, nasıl ikna oldun demek istedim, diyemedim. Bir bildiği vardı demek ki.
Esmer, orantısız vücutlu, ergenlikle kadınlık arasında sıkışmış, yüzü akılda kalmayacak kadar silik başka bir kız, saçımı boyayan kızın kulağına eğilip fısıltıyla, “iki liralık yoğurt alsam yeter mi” dedi. Öğle yemeği için hareketlendiler belli ki.
İki liraya satılan yoğurt var mıydı? En küçük boy olanın fiyatını tahmin etmeye çalıştım, yine o paraya kurtarmazdı. Saçımı boyayan kız göz ucuyla aynadan bana baktı, yüzü kızardı. Mahcubiyetini görmemiş gibi telefonumla oyalandım. En küçük boy yoğurtlar bile dört liraydı markette, nasıl alacaktı?
“Adınız ne?” 
Müşterisinin önünde gerçekleşen yemek sohbetinden duyduğu rahatsızlıkla çekingen gülümseyerek “Sevgi” dedi. “Sizin adınız ne?” Ben de adımı söyledim. Aynada birbirimize gülümsedik. 
Yanımdaki sandalyede iki büklüm olmuş başka bir kız, dünyanın en önemli işini yapar ciddiyetle müşterisinin tırnak etlerini kazımaya devam etti. Bir eliyle manikür makasını, diğer eliyle müşterisinin elini sımsıkı kavramış, pürüzlü, yaralı bereli parmakları, yarısı kalkmış ojeli, yenmiş tırnakları beni tiksindirdi.
Ansızın bana doğru dönünce düşüncelerimden utandım. “Sizin de manikür olacaktı değil mi?” diye sordu. Yarım bir gülümseme takınıp boya bulaşmasın diye üstüme serdikleri muşamba önlüğün altına ellerimi sakladım.
“Zamanım dar, bugün yaptıramayacağım.”
Koşar adım yanımıza yaklaşan kumral bir kız, pırıl pırıl fönlü saçlarını sağ omuzuna alıp manikürcü kıza eğildi.
“İşin bitince beni al o zaman, kaç saattir bekliyorum” dedi. 
Vicdanımla yüzleşemeden yerimin dolmasına bakılırsa sırada bekleyen çoktu, kıymet bilmeyen bendim demek ki.
Saçımı boyayan kız hiçbir şey söylemeden gitmiş, saçlarımı yıkanması için yoğurt almaya giden kıza devretmişti. İçerisi beni iyice boğmuş, nem, uğultu, dayanılmaz olmuştu.  
Kız saçıma fön çekmek istedi. Başımdan savmak için “evde duş alacağım, gerek yok” dedim.
Kasada işim bitince kaçar gibi çıktım. Dükkânın karartmalı camlarında kendiliğinden kurumaya başlayıp kabarmış saçlarımı gördüm. Düzeltmeye çalışırken manikürü geçmiş kırık tırnaklarıma takıldı saçım. Küfrettim. Aklımda ne vardı hatırlayınca hızlı adımlarla ara sokaktan çıkıp caddeye doğru yürüdüm.
En küçüğü dört liraydı işte. Bir marketten diğerine girdim, tek tek baktım fiyatlara. Aşağı yukarı her yerde aynıydı. Nasıl alacaktı iki liraya yoğurdu? Hayatımın bulmacasıymış gibi saplanıp kaldım bu konuya…
Geldiğim yolu geri yürürken gözüm bir dükkânın camekanına takıldı, durdum. Buharı üstünde kuru fasulye, mercimek çorba, bulgur pilavı. Arkalarında da koca bir tepsi yoğurt...
Adımlarımı hızlandırıp caddenin sonundan döndüm ara sokağa. Kapıyı açtım, çanların sesiyle gelene dikkat kesildi dükkân sakinleri. Kumral kızın manikürüne başlamışlardı, sıramı kaybetmiştim. Ağzımda acı bir tat, yutkundum. Aradığım kişiyle göz göze gelince başımla belli belirsiz selam verdim. 

“Dalgalı fön çekelim.” 

 

gününöyküsü öykü edebiyat edebiyatatölyesi