Sütlaç

Kıymet Ercek
“Katilim… katilim…” diye sayıklayan yaşlı adam sıçrayarak uyandı. “Sütlaç! Sütlaç!” diye bağırdı canhıraş. Sütlaç adamın göbeğini örten gri yorganın üzerine fırladı. Günün doğum sancısıyla yaşlı adamın korkusu birbirine karıştı. “Hayırdır inşallah,” dedi dalgın dalgın. Sütlaç’ı iri elleriyle bedenine bastırdı. “Sensiz ne yaparım ben…” diye içini çalkalayan kaygı dalgasıyla titredi. Sütlaç’ı omuzuna yasladı. Kalbinin hızı ağırlaştı, nefesi düzelir gibi oldu. Sütlaç’ı bıraktı. Komodinin üzerindeki kolonya şişesine uzandı. Sıvının ferahlığı ciğerlerine yayıldı kademe kademe, iyi hissetti. Kemikli ayaklarını ahşap zemine indirdi. Giydiği ipek sabahlık incecik hışırdadı. Odanın uykuya doymamış balkon kapısını ardına kadar açtı. Başı döndü birden, yalpaladı. Kapının sinekliğine çarptı farkında olmadan. Vuruş kancayı yuvasından çıkardı. Yaşlı adam günün ilk ışıklarını ve temiz havayı içeri buyur etti. Yatağının çevresinde defalarca döndü, örtüsünü pürüzsüz hale getirmek için. Etajerin üzerindeki kitabının açısını, abajurun birkaç milim sapan yönünü düzeltti. Orta çekmecedeki silahına, içinde sönmeyen vatan aşkı ve gururla dokundu.
 Gün iyiden iyiye ışıdı. Solona geçti yaşlı adam isteksiz isteksiz. Solunun duvarlarını anılar boyuyor, fındık rengi gotik mobilyalar süslüyor, çoğu eşyasını; geçmişin, düşlerin insanları kullanıyordu. Uzun boylu, beyaz saçlı adam, sepet keyfi yapan Sütlaç’ın sütünü ve mamasını hazırladı. “Sütlaç, kahvaltın hazır! Bu kadar keyif yeter, ” dedi tok sesiyle. Sütlaç, süzüle süzüle geldi. Adam, mamasını iştahla kıtırdatan Sütlaç’a sevecenlikle baktı. “Ürkütücü bir rüyayla uyansak da gün, güzele benziyor… benziyor da, dünlerin aynısı bir gün işte!” diye içlendi. Sütlaç, söylenenleri anlıyormuş gibi yaşlı adamın ayakları arasında oynaştı.
 Kırışıkların derinleştiği temiz yüzlü adam, altıncı kattaki daire kapısından günlük ekmeğini, sütünü ve gazetesini aldı. Merdivenleri paspaslayan Osman Efendiye aydınlık günler diledi. Osman Efendi, “ Hayırlı günler Albayım,” dedi yorgun sesi ve ter içinde kalmış bedeniyle. Yaşlı adam, sütü ve ekmeği mutfağa bıraktı. Maden mavisi, kadife minderi eprimiş sallanan koltuğuna yerleşti. Koltuk çatırdadı. Gazetesini açar açmaz Sütlaç kucağına zıpladı. Eşinin yadigârı Sütlaç’ın beyaz, pamuksu tüylerini okşadı, ışıldayan; mavi, yeşil gözlerine donuk donuk baktı. Zihninde, gençliğinin kalabalık kahvaltı masaları belirdi. İlikleri sızladı. Acının şiddeti bedenini sarstı. Kucağında patilerinin sıcaklığını duyumsadığı Sütlaç’a, minnetle baktı yeniden. “Bugün dışarda işimiz var mı kızım?” diye sordu gazetesini elinden bırakarak. Sütlaç, iki kere miyavladı. Adamın beyninde doktor randevusu şimşek gibi çaktı. Yaşlı adam endişe ateşine düştü. Sütlaç, unutulmuşu hatırlatmanın edasıyla, yere atlayıp mamasını yemeye koyuldu. Adam hızla, bej keten pantolonu ve zeytin yeşili gömleğini giydi. İpek mendilini; gömleğinin sol cebine yerleştirdi elleri titreyerek. Fötr şapkasını başına aldı. Aynı katın suskun, siyah, çelik kapılarına baktı kırgın gözlerle. Bir omuz, bir nefes, koluna girecek bir evlat arzuladı. Arzusunu yıllardır görmediği çocuklarının özlemi bastırdı. Asansöre yöneldi içi üşüyerek.
Doktoru; göğsünü sırtını dinledi, tansiyon ve nabzını ölçtü adamın. Yaşlı adamla gözlerinin içine bakarak, yüreğini görüyormuş gibi konuştu. Sağlığının iyi olduğunu, ilaçlarına devam etmesini söyledi. Doktorun sesi, tutumu iyileştirdi sanki yaşlı adamı, boyu uzadı kapısından çıkarken. Heybetli göründüğünü düşündü. Yüzüne parlak bir aydınlık, içine manevi bir güzellik yayıldı. İliklerinin sızısı hafifledi. Yaşam sevinci tazelenen adam, hızlı ve neşeli adımlarla evine döndü. Daire kapısının anahtarını çevirdi. İçeri girer girmez “Sütlaç iştahım açıldı, mükellef bir kahvaltı yapacağım!” dedi sevinçle. Sütlaç’ın ona koşmasını bekledi. Elindeki evrakları ve ilaçları salondaki masanın üzerine bıraktı. “Sütlaç geldim kızım!” diye seslendi bu kez yüksek perdeden. “Çoktan koşmuş olmalıydı,” diye düşündü. Düşüncenin ardınca yüreğine kocaman bir alev topu düştü. Korkuya kapıldı. Hızlı hızlı odalara girip çıktı. Yatak odasına attı kendini son çare. Balkon kapısı ve sinekliğin ardına kadar açık olduğunu görünce yere yığıldı. “Sütlaç candaşım…” diye hıçkırmaya başladı. Hüzünlü yüzü bembeyaz kesildi. Nefes nefese kaldı. Sesi titreyerek son kez “Sütlaç!” diye bağırdı. Etajerin orta çekmecesine uzandı, silahını aldı kılıfından çıkardı. “Hem senin hem de kendimin katiliyim,” diyerek titreyen elleri, dermansız bacaklarıyla bilmediği ufuklara yelken açtı.
 

sütlaç öykü gününöyküsü edebiyat atölye