Kavun Edebiyatı

Büşra Yıldırım Koku duyusu, limbik sistem diye zikredilen duygusal beynimiz ile direkt bağlantısı olan tek duyudur

Büşra Yıldırım

Koku duyusu, limbik sistem diye zikredilen duygusal beynimiz ile direkt bağlantısı olan tek duyudur. Duygusal beynimiz, mutluluk, heyecan, üzüntü gibi hayata karşı verdiğimiz tüm tepkilerin yanı sıra öğrenme ve hatırlama işlevlerini de yerine getirmektedir. Duyu sistemleri arasındaki geçişler de insan ile nesne arasındaki duygusal bağlantıyı arttırmaktadır. Örneğin bir meyve türü olarak kavun, bize hemen yaz mevsimini çağrıştırır. O serinliği, mis gibi kokusu ile insanların onunla meyve ilişkisinden ziyade ona başka anlamlar da yüklemesini sağlar.

Bu anlamları bir yazar yüklediğinde ise sanat olur; bir yazar tutar ve sürüngen gövdeli bir meyveyi sizin için şiir yapar: “Her günüm mis gibi dünya kokan bir kavun dilimi/senin sayende.”[1] 1960 senesinde bir kadına fısıldayan bu şiirde kavun bir anda sevmenin kokusu olur. Bir kadını sevmenin bir dünyaya denk düşmesi, bir dilim kavunun misler gibi kokusuna sığdırılır mesela. Yaşlı bir demirci ustası bir şarkı mırıldanır: "...göğsümdeki hoş kokulu kavun, karnımdaki fırın…”[2] Çin’in taşrasından kopup gelen bu şarkıda kavun bir anda sevdiğini bekleyen bir kadının boş kalan göğsü olur. O kadın göğsü ki bir bebeğin kokusuna yakın, bir bebeğe yatak olan o cennet bahçesi, bir kavun kokusuna sığdırılır mesela. Açtığı yayınevi yüreğinde de onulmaz yaralar açan bir adam, millî şuuru, satmayan yüksek fikrî seviyedeki eserlerinden ayırıp bir yemek kitabı basmaya karar verdiğinde “…Çinliler karpuza Hsi-kua, yani ‘Batı kavunu’ derlerdi. Hu Chiao adlı bir Çin seyyahı, Çin’in kuzeyinde yaşayan Kitan kavimlerine gitmiş, gördüklerini seyahatnamesinde anlatmıştır…”[3] diye bir pasajdan örnek vererek gençleri, millî kültür ve şuurun bir yemek kitabı aracılığıyla da anlatılabileceği konusunda ikna etmeye çalışır ve kavun, bir yiyecek olarak millî kültürün sembolü olur bir anda.

Hep hoş kokmaz ya bu kavun! Bazen de hasta bir yazar kızar gibi, lanet okur gibi “O masaya otursam o masaya. İnsanlar gelse otursa çift çift kadınlı erkekli. Ben tek başıma. Milyonlar içinde tek başıma. Acı gitgide artıyor. Kavun acısı gibi, zehir gibi bir acı.”[4] der, kavun bir anda yalnızlığın en acı hâli olur. Yalnızlığın Yarattığı Adam da bilmez kavun acısı nedir, acı kavunu yedirtecek kadar onu saran bu yalnızlık da nedir? Maşukların mey masalarında kimine acı kimine tatlı olur da bu kavun “felek kimine kavun yedirir kimine kelek” diye dert yanarlar. Felek, âşık, maşuk, mey.… Aman ya Rabb kavunun bu kült kelimelerle yan yana gelmesi de ne münasebet. Kavun, kavun olalı en fazla renk olabilirdim derken, biz olur. Biz onu sürünen gövdesiyle değil, Nazım Hikmet’le, Mo Yan’la, Sait Faik’le, Mustafa Kutlu’yla anarız. Bazı kelimeler böylece yazarlarının arkadaşları gibi olur. Nâzım ile Mo Yan arkadaş olabilir miydi bilemem ama kavunlarının aynı toprakta yetiştiğini biliyorum. Tıpkı ikisinin de aynı toprakla örtüldüğü gerçeği gibi.