Gülsüme Kılıçarslan yazdı... Vivaldi-ilkbahar

Gülsüme Kılıçarslan
1. ALLEGRO: Mi Majör. Yaylılar. Bugün gökyüzünün mavisi görünmüyor. Alçakta gezinen yumru, gri bulutlara rüzgâr eşlik ediyor. Kırlarda umarsızca koşup havaya karışıvermek geliyor içimden. Öyle çılgın bir hava. Keman solo. Kırlangıçlar bir kutlama yapıyor sanki. Karmaşa ve uyum şöleni içinde uçuşuyorlar. Bir anda serbest dalışa geçiyor, aynı hızla vazgeçip tekrar yükseliyor, tam çarpışacaklar derken son bir hamleyle kurtarıyorlar. Usta işi. Kontrbas ve çello. Rüzgâr şiddetini arttırmış görünüyor. Tente iyiden çırpınmaya başladı. Gök gürlüyor. Ağaçlar yeni çiçek açmıştı, şimdi o çiçekler kırlangıçlardan uçmanın inceliklerini öğreniyor. (Buyrun efendim hoş geldiniz.) Caddede birkaç ay öncesine kıyasla çok az insan var. Bu virüs herkesi etkiledi, beni ise savurdu attı. Rüzgâr, karşı kaldırımda koşar adım yürüyen bir kadının şapkasını önüne kattı da ters yöne fırlatıverdi. Oyunbaz rüzgârın ettiğine bak. Keman solo. Kadın şapkasını yakalayıp yoluna devam ediyor. Köşe başında bekleyen bir kızın önünden geçiyor. Bu kız tanıdık geliyor, yoksa? Tabii ya, Sude! Güzel Sanatlar Lisesi’nin güzeller güzeli Sude’si. Aynı lisede ben müzik bölümünde, o resim bölümünde öğrenciydik. Sude halâ öğrenci. Uçuşan eteklerini toplamaya çalışıyor. (Buyrun efendim, hoş geldiniz.) Okuldan ayrılmak zorunda kalmasaydım belki, kim bilir?

2. LARGO: Do Minör. Yaylılar. Alçalmış gökyüzünün vaat ettiği yağmur taneleri yeryüzünü ıslatmaya başladı. Henüz şiddetli değil. Rüzgâr hafifledi. Keman solo. Sırtını duvara dayamış, dertop olmuş uyuyan Kirloş, uyukladığı kaldırımdan kalktı, iki basamak yukarı çıkıp tentenin altında- en dip köşesinde- aynı pozisyonu alarak kaldığı yerden uyuklamaya devam etti. Camdan parmaklık var aramızda. Yağmur usulca yağıyor. Caddeye sarı ve kırmızı huzmeler düşüyor. Kırlangıç çığlıkları korna seslerinde kayboluyor. Dansları coşkusunu biraz kaybetmiş gibi ama devam ediyor. Uçuşan çiçek yaprakları asfalta yapıştı. Sarı kırmızı huzmelerle renk değiştiriyorlar. Tekerleklerin altında bir tablo! Sude’den gözümü alamıyorum. Eskiden de alamazdım. Elinde telefon, sağa sola bakınıyor. Arasam mı? Numarası aynı mıdır? Yeterince yetişkinler bu pandemi günlerinde içsel hesaplaşmaya gittiklerinden bahsediyor. Yeterince yetişkin hissetmesem de keşkelerim var. Arıyorum. Çalıyor. Gördü. Düşünmeden reddetti. (İyi günler, efendim.) Bu sıska oğlanı bekliyormuş demek. Uzun uzun sarıldılar. El ele tutuşup ara sokakta gözden kayboldular.

3. ALLEGRO: Mi Majör. Yağmur sağanağa döndü. Kırlangıçların kutlaması bitti. Nereye sığındılar acaba? Huzurlu yuvalarına mı, geçici bir saçak altına mı? Gök gürültüsü kesilmişken arkadan mağaza müdürünün gürültüsü yükseldi. “Kim açtı bunu gıy gıy gıy?! Kapatın çabuk! Emre, oğlum değiştir şunu.” Emre, hemen kasa tarafındaki bilgisayara koştu. Iptıs ıptıs ritminde bir gürültü kapladı mağazayı. Var olma girişimim 10 dakika sürdü. “Oğlum sen de erken aç kapıyı, geç kalıyorsun!” Bana diyor. Bana yönelen oğlumlar hep öfkeli tınlıyor. Şakaklarım zonkluyor. Ben kimim? Bir müzik sevdalısı. Evin yeni reisi. Sorumluluklarının altında bir çellist! Bu oluşla ben var mıyım? Kan basıncım yükseliyor. Aldığım nefes ciğerime gitmiyor. Sesler birbirinin içinde eriyor. Suretler uzayıp inceliyor. Zamanın, mekânın seslerin ve suretlerin birbiri içinde eriyip yittiği boşluktan yeni bir şey filizleniyor. Kulaklarımdan belli belirsiz notalar geçiyor. Karmaşa ve uyum şöleni içinde uçuşuyorlar. Elimdeki kolonya şişesini dikildiğim yere bırakıyorum. Öylesine. İlk defa önünü ardını düşünmeden bir davranışta bulunuyorum. Eski formuna dönen suretlerden müdürünkini seçiyorum. Kocaman açılmış gözleriyle beni izliyor. Aylardır ismini öğrenmek zahmetine girmediği bu gencin farkına şu an varmış gibi. Kapıyı son kez kendim için açıyorum. “Güle güle efendim, yine beklemeyiz, bir daha görüşmeyelim, efendim.” Bir adımda dışardayım. Islak ve ılık havayı ciğerlerime dolduruyorum. İlk nefesim. Hep böyle mi kokar bahar? Kirloşun başına veda okşaması konduruyorum. Kuyruğunu sallıyor. Elveda yaşlı dostum. Bir basamak iniyorum, bir örümcek ağı gerilip inceliyor. Bir basamak daha, ağ kopuyor. Damlalar yanağımı okşuyor. Sude’nin girdiği sokağa kayıtsız bir bakış atıyorum. Keşkeleri eskide bırakmayı seçiyorum. Yağmur altında sadece benim duyduğum bir ezgiyle dans ediyorum. Belki bir saçak altı da bulurum, kim bilir…
 

öykü edebiyat edebiyatatölyesi dergi gençkalemler