Taksi

Barış Can Ceyhan
Şimdi siz bu hikayeye inanmayacaksınız. Canınız sağ olsun ama yemin ederim oldu. Taksiciyim ben, gece çalışıyorum. Geçen hafta bir gece, daha doğrusu gecenin son demlerinde yolda ilerliyorum. Bütün gece boyunca sarhoşuyla, affedersiniz orospusuyla uğraştığım, arabanın içinin pavyon koktuğu, müşterinin nefesinden kafa olduğum sıradan gecelerden biri. Derken ilerde bir el gördüm belli belirsiz, tam Maçka Parkı’ nın çıkış kapısında. Gecenin karanlığını emmiş simsiyah takım elbiseli, kafasına tas koyulup traş edilmiş gibi görünen, uzun boylu bir adam. Tam hayırdır inşallahlık bir tip anlayacağınız. Durdum aldım adamı. Nereye gidiyoruz abi, devam et sen.
 Devam edişimiz, çöp konteynırlarının yanında kesintiye uğradı. Bekle bir dakika dedi, indi arabadan. Az sonra takside üç kişiydik, ben, yan koltukta siyahlı adam ve arka koltukta kağıt toplayıcısı bir genç. Taş çatlasa yirmi, yok yahu yirmi bile yok bu çocuk, yüzündeki kirden pastan büyük görünüyor, en fazla on sekizdir. Gidiyorduk ama nereye, kafana göre sür sen dedi siyahlı, peki dedim sürdüm kafama göre.        
İnceden tırsma duygusunu kağıtçı gençle paylaştığımı görüyordum, aynadan dikizleme marifetiyle. Pek tabii ikimiz de sezinliyorduk ki, durumu daha yaş olan gençti, ben bu hikayenin konuk taksicisiydim. Siyahlı adam aniden konuşmaya başladı; 
-Sana bir teklifim olacak. 
-Efendim abi? 
-Sana demiyorum ulan, yoluna bak sen.
Ben yoluma bakarken, siyahlı arkaya döndü ki ben daha fazla üstüme alınmayayım bu konuşmayı. 
-Sana dilediğin hayatı vereceğim, para, ev, araba.
Arkadaki gencin yüzünden korkuyla beraber nereden düştüm ve nasıl çıkacağım bu düştüğüm manyaklıktan bakışı okunuyordu. Tam o sırada siyahlı adam gence bir cümle daha fırlattı, “Ve evet, dün arabada gördüğün gibi bir sarışın da ayarlayabilirim sana.” Gencin gözünde öyle bir ışık parladı ki, arkadaki arabanın selektör yaptığını zannettim.  Arka koltuktan gelen selektörü tek fark eden ben değildim tabii, 
-Elbette, bunlara sahip olman için bir şartım var.
-Ne şartı?
-Çok bir şey değil, bir uzuvun sadece istediğim.
Radyodan “Nasıl yani uzuvum?” sesi geldi. Benim afallamış halde, apar topar radyoyu kapatmaya çalıştığımı gören siyahlı şefkatle tuttu elimi, aynı oranda otoriter bir sesle “Uğraşma” dedi. Sonra tekrar arkadaki gence dönüp “Korkma” dedi, “Orası uzuv sayılmıyor.” Aynı anda arkadan derin bir oh sesi gelirken, radyo sordu “Bu herif benim zihnimi mi okuyor?” Benim kafam iyiden iyiye kumpir kıvamına gelmişti. Cesaretimi toplayıp düşündüm, neden bunlar benim başıma geliyor?... NEDEN?.. BUNLAR... BAŞIMA… yok yok düşüncelerim ne radyodan ne başka mecralardan yayınlanmadığı gibi siyahlı adam da hiç zihnimden geçenlerden haberdarmış gibi gözükmüyordu. Siyahlı, radyo frekansını sadece evsiz gencin zihnine göre ayarlamıştı anlaşılan. Acaba biraz kurcalasam benim ya da başkalarının zihinlerini de dillendirir miydi?
“Ne diyorsun?” dedi siyahlı adam evsiz gence. “Feda etmeyi kabul ediyor musun bir uzuvu?” Bulutlar park etti gencin yüzünün önüne. Çöp karıştırmaya yarayan bu eller olmasa ne olur, yırtık ayakkabılarla bütün gün yürüyüp ağrıdan uyutmayan bacaklarımı feda etsem çok mu şey kaybederim. Radyodan gelen bu cümleler siyahlı adamı mutlu etmiş olmalı ki, ağzının kenarı hafifçe yukarı doğru kaydı. “Aferin” dedi gence, “Doğru yoldasın.” Doğru yolda olmaya alışık olmayan evsiz genç mutlu oldu, yüzü aydınlandı, hatta cesaretlendi. Radyo devam etti cızırtılı bir sesle. Belki dedi radyodaki ses, belki teki eksik olacak ama kalan bileğimdeki pahalı saati fark edince, sarılacaklar o ele. Veya tek bacağım önünde diz çökecekler bugün yüzüme dahi bakmaktan iğrenenler. Radyo sustu fakat aynı sesi ensemde duydum bu kez, “Kabul ediyorum.” Ve o an anladım sesteki cızırtı genç adamdan değil, radyodan kaynaklıydı. Bekir Usta’nın kulaklarını çınlattım, bir düzeltemedi şu radyoyu.
Siyahlı adam, “Tebrik ederim” dedi ceketinin iç cebinden dondurma kepçesine benzer bir cisim çıkarırken. Bu ne lan meraklı cümlesini ağzımdan aldı radyo. “Elin veya bacağınla işim yok“ dedi siyahlı adam evsiz gence, “sadece gözlerini istiyorum.” Arkadan ses gelmedi. Bu kez radyo da suskundu. Evsiz genç siyahlı adama bakıyordu sadece, o da gence. Ben yoktum sanki hiç arabada. Deriin bir nefes çekti genç ve “Tamam.” dedi. “Tamam?” “Tamam.”
Siyahlı bana döndü, çek kenara, çektim. İndi arabadan ama arka kapıyı açamadı, çocuk kilidi varmış, sinirlendi, açtım kilidi hemen. Evsiz genç on sekizden de küçük değildir herhalde, çocuk kilidine gerek yok. Siyahlının her hareketinden acemi olmadığı belli oluyordu. Elindeki dondurma kepçesine benzer cisimle çıkardı gencin iki gözünü birden. Zor oldu elbette, çok kan aktı, çok bağırdı çocuk, hatta küfürler etti üstelik hiçbiri radyodan değil, yüzüne yüzüne.
Siyahlı, çocuğun gözlerini, cebinden çıkardığı içi gözlerle dolu bir poşetin içine koydu. Poşetteki gözler çoğunluk kahverengiydi. Daha batıda bir ülkede taksicilik yapsaydım, muhtemelen poşetin içinde mavi ve yeşil gözler ağırlıklı olurdu. Çocuk bana poşetten bakarken, radyo sessizdi. Taksimetrenin ne kadar tuttuğunu sordu siyahlı, söyledim iki katını verip, genci aldığım yere bırakmamı istedi. O sırada gencin küfürlerden ve “hani zengin yapacaktın beni”, “hani her istediğimi verecektin” ve benzeri isyankar cümlelerinden oluşan monoloğunun üzerine kapattı arabanın kapısını Siyahlı. Sonra da aynı hızla döndü arkasını ve uzaklaşmaya başladı. Koştum yetiştim arkasından, hop nereye böyle hiçbir şey olmamış gibi gidemezsin dememe, “Nasıl yani?” ile karşılık verdi. Nasılı mı kalmıştı bu işin, arabanın döşemesi kan içindeydi, yıkatması kaç paraydı, hem daha arabayı teslim edecektim, geç kalırsam geçmişimi…  Neden mi sustum? Cebinden o sırada çıkardığı parayı gördüm çünkü. Bunlar arabayı iç dış güzelce yıkatmama yeterdi. Belki biraz harçlık bile kalırdı bana. Aramızdaki buzlar eridi hemen. İstersen seni gideceğin yere kadar bırakayım teklifinde bile bulundum. Teşekkür etti, istemedi. Kibar adamdı Siyahlı, hem görmüştü, hem de geçirmişti.
Gerisin geri döndüm arabaya, direksiyona oturdum. Çocuk ağlıyordu. Gözlerinden yaş akmıyordu elbette ya da göz çukurlarında biriken kanla karıştığı için görmüyordum yaşları. Şanslıydı tabi ki, talih ona gülmüştü bugün ama o şu an farkında değildi. Siyahlı adam belki de bir iyilik meleğiydi, kim bilir. Çevirdim kontağı çalıştı motor. Acele etmeliydim, daha çocuğu bıraktıktan sonra arabayı yıkatacak ve gecikmeden taksiyi durağa teslim edecektim.

öykü edebiyat gününöyküsü