Üç adam hiç adam
Arzu Uysal
İçeriden gelen televizyon sesine uyanıyorum. Babamın söylenmelerine bulanmış haberler. Kahvaltı masasında A.S.’nin 7. kattan düştüğü haberiyle göz göze geliyorum. Mozaiklenmiş görüntüde kan gölünün içinde uzun siyah saçları seçiliyor. Görüntü ekranda bir an için donup kalıyor. Ekranda donan görüntüyle birlikte zaman da duruyor, içimde hissediyorum cesedin yattığı betonun soğukluğunu.
Babanım sesiyle dönüyorum masaya. Gözlerimi, çaydan yükselen incecik buhara sabitleyip sessizce dinliyorum. Ne zaman böyle bir haber çıksa tüm nefretini kusuyor, orda yatan benmişim gibi öfkeleniyor başlıyor sövüp saymaya.
-Hava karardıktan sonra kız kısmının sokakta ne işi olur? Gece vakti elalemin erkeklerinin evinde. Üniversite okuyacak diye salıyorlar hepsi orospu oluyor işte. Asıl suç bunları böylece sokağa salan ana babalarında. Ne günlere kaldık Ya rabbim!
Dakikalarca söyleniyor. Bir yandan ağzını şapırdatarak kahvaltısını yapıyor, çayını höpürdetiyor bir yandan da söylendikçe söyleniyor. Adeta gizli bir zevk alıyor kıza ve ailesine söverken. Bu sırada değişen haberlerde ünlü popçunun dekoltesi olay oldu haberine takılıyor gözü. Uzun uzun bakıyor kadının göğüslerine, bacaklarına ve kalçasına yüzünde pis bir ifadeyle. Sonra topluyor kendisini ona da bir küfür savuruyor. Sonra iki kelimeyle ödüyor günahının borcunu “Tövbe tövbe!”
“İşe geç kalıyorum anne, ben çıkıyorum” diyorum. Babamın yüzüne bakmadan. Odanın içindeki ağır boğucu havadan biran önce kurtulmak istiyorum.
-Akşama geç kalma Ayşegül, işten çıkışta doğru eve.
İnsanı delip geçen siyah gözleriyle bir süre bakıyor. Annem giriyor araya,
- Tamam Hasan, sabah sabah hırsını kızdan çıkarma.
İşaret parmağıyla çay kaşığını sabitleyip dikiyor kafasına bardağı. Yarım bardak sıcak çayı bir yudumda içip elinin tersiyle ağzını siliyor. Sabahki rutin hakaret ve tehdidimi -ki bugün cinayet haberi ile biraz daha dozu artmıştı- aldıktan sonra aceleyle çıkıyorum. Günlerdir yağan yağmurun bıraktığı çamur deryasına dalıyorum. Boyaları kalkmış altından sıvaları çıkan, ahşapları eskimiş, her biri kent mimarisinin sırtına saplanmış bıçak gibi duran evlerin arasından geçiyorum. Sobalardan çıkan dumanlar, mahalleyi tül bir perdenin arkasına saklamış. Sahipsiz sokak köpekleri, boyunlarını paltosuna gömmüş insanlar, çocuklarını çekiştire çekiştire okula götüren kadınlar sokak boyunca yürüyor. Sabahın ısıran soğuğunda mutsuz, bıkmış ve öfkeli insan seliyle karışıyorum hayata.
Gözümün önünde A.S.’nin cesedi ve kulağımda babamın nerdeyse iyi olmuşa varan sözleriyle şirkete ulaşıyorum. Öğlene doğru Aytaç Bey, bir arkadaşıyla geliyor. Odasına geçip iki kahve istiyor. Odaya girdiğimde televizyon açık ve A.S. yine yerde kanlar içinde yatıyor. Aytaç Bey söyleniyor arkadaşıyla konuşurken.
-Yazık bu kızlara. Hayır nereden buluyorlar böyle manyakları? Adamın tipinde meymenet yok, şuna bak ayaklı suç makinesi. Böyle adamlarla sevgili olursan camdan aşağıya da iter, kesip doğrayıp çöpe de atar. Üç kuruş para için bu heriflerle sevgili olup ölüp gidiyorlar genç yaşta. Anasına, babasına yazık.
Öyle kesin, öyle bilir bir edayla konuşuyor ki bir an için A.S.’ yi tanıdığını zannediyorum.
Sabahtan başlayan mide bulantım artıyor. Gözümün önünde A.S.’nin kan gülü içinde siyah saçları kulağımda babamın ve Aytaç Bey’in sözleri. Akşamı zor ediyorum. Hakan’ı görmek istiyorum. Bir şeyler anlatsın, yüzümü güldürsün istiyorum.
Kahvecide buluyoruz. En köşedeki masaya oturuyoruz. Hakan sıkı sık sarılıyor, bedenlerimiz ayrılırken hafifçe göğsüme dokunuyor, gözümün içine bakıp sırıtıyor. Oturuyoruz ellerimi tutup öpüyor. Sık sık bacaklarıma dokunuyor masanın altından. Sürekli konuşuyor, anlatıyor, gülüyor neşesi bana da geçiyor. Biraz rahatlıyorum. Kıkırdıyoruz, telefonundan güldüğü videoları izletiyor, anlatıyor oradan buradan. Sonra gözü arkamdaki ekrana takılıyor. Ben de gayri ihtiyari dönüyorum. A.S. kanlar içinde siyah saçlarıyla ekranda. Altta, katil zanlısı yakalandı yazıyor. Kendisinden 10 yaş büyük sevgilisinin bekar evine gelen A.S.’nin, çıkan kıskançlık kavgasında O.C. tarafından önce darp edildiği sonrasında da pencereden attığı anlatılıyor. Tecavüz bulguları da varmış. Hakanın yüzünde başkalarının başına gelen kötü olayları izlemekten gizli bir zevk duyanların iştahlı bakışları beliriyor.
- Kim bilir aralarında ne geçti? Adam neyi kıskandı? Öldüreceğine ayrıl be adam. İyi mi oldu şimdi, girip yatacaksın kaç sene? Kendi hayatını kaydırmış eliyle.
Önüne dönüyor, varlığımı tekrar hatırlıyor. Gülüyor, yanağımı okşuyor. Anlatmaya devam ediyor. Mide bulantım tekrar başlıyor. Bir süre sonra yine aynı konuyu açıyor. Ne zaman arkadaşının evine geleceğimi soruyor.
-Gelemem Hakan. Ailemi biliyorsun. Daha aramızda ciddi bir şey de yok.
- Ne demek ciddi bir şey yok? Durumlar düzelsin bakacağız. Sevmiyorsun sen beni. Sevsen, sen de baş başa kalmak istersin. Bıkmadın mı kafe köşelerinden? Hem ben seni zor duruma sokacak bir şey yapar mıyım ?
A.S. geliyor aklıma. Acaba onun da duyduğu son sözler bunlara benziyor muydu? Sevgisiyle mi sınanmıştı ? İnanmadığı için mi ölmüştü?
- Az önce kız adamın evine gitti diye demediğini bırakmadın .
Kıpkırmızı kesiliyor. Gözlerindeki öfke, dalga dalga büyüyüp ulaşıyor bana. Elimi hiddetle itiyor.
-Ne diyosun kızım sen? Saçmalama ne demek istiyorsun bana? Sen, o sapıkla bir mi tutuyorsun beni? Katil miyim, sapık mıyım ben? Biz sana seviyoruz diyoruz sen ne diyorsun? Gelmeyeceksen gelme. Beni de bir daha arama.
Deyip hışımla kalkıyor. Arkasından gidecek oluyorum ama kalkamıyorum. Uyuşmuş şekilde öylece bir süre oturuyorum.
Otobüste dışarıyı izliyorum kafamı cama dayıyorum, camın temas ettiği yer soğuk. Yanımdaki telefonun ekranından A.S.’nin görüntüsü cama yansıyor. Kendi haberimin nasıl olacağını düşünüyorum. Ekranda A.S.’nin kan gölü içinde siyah saçları, kulağımda babamın , Aytaç Bey’in ve Hakan’ın sözleri.