Reklam

ÖYKÜ/Nevra Nergiz yazdı... Kuklacı Ferhat

ÖYKÜ/Nevra Nergiz yazdı... Kuklacı Ferhat
08 Ocak 2021 - 17:06
Nevra Nergiz 
Sütçü Bekir Fidanların avlusundan çıkarken son diyeceğini dedi: “Artist martist diyolla herife valla Ragıp gardaş, benden söylemesi. İt midir kopuk mudur belli değel, dikkat etmeli. Haydin bana eyvallah!” Arkasından tüm gücüyle çektiği demir kapıdan çıkan sese tavuklardan hemen yanıt geldi. Canhıraş gıdaklamanın cezasını Ragıp kesti. “Lan, susun kancıklar, çemkirip durmayın!” diyerek fırlattı eline geçen taşı hayvanlara. “Fidan kız, koş ayakkabılarımı getir, gidip bir bakayım şu artize hele,” diye seslendi paspasın üzerine sinmiş küçük kıza. Fidan ok gibi fırladı. Pabuçları dünden cilalamıştı neyseki. Tek bacağını poposunun altından çıkarıp sedirden aşağı sallandıran babasının hemen önüne, yere koydu. Boşta kalan arkası ezilmiş terlikleri alıp gerisin geri döndü. Ayakkabı dolabının en altına özenle yerleştirdi. Babasının demir kapıyı usulca kapattığı anda duydu annesinin mutfaktan seslenişini. “Hazırlan kız, zıbınlar gelcekti toptancıya, paşamın mavi içliklerini tamamlayacam, şu ayaklarım iyice şişmeden getirem de yuğam onları bir güzel” dedi. Tülbentini düzeltti. Alnına dökülen perçemlerini içine soktu. Avluya doğru itekledi Fidan’ı, aynaya daha rahat bakabilmek için. Küçük kız, eskimiş ayakkabısının uçlarıyla bakışarak yürümeye başladı çarşı yolunu. Meydana indiklerinde Bozbeyler Toptan Tuhafye’nin karmakarışık vitrinine tam sekiz adım kala duraladı ana kız. Sıra sıra dizilmiş fırın, nalbur ve bakkalın bitişiğindeki kahvede her şey olağan seyrindeydi. Garip olan, tuhafyenin sol bitişiğiydi. Yan komşunun daha demin ayak üstü bahsettiği şey bu olmalıydı. “Kız, bütün gece bir adamla kadın varmış içerde, malamat etçekler kendilerini vallaha! demişti komşu kadın annesine eliyle ağzını kapaya kapaya. Dün orada olmadığı söylenen, bir gecede peydahlanan, köylüyü ayağa kaldıran, dahası konu komşuyu fazlaca tasalandıran, Bekir’in sabah dağıtımında da fitnelediği yeni dükkan buydu işte. Beyaza boyanmış vitrin çerçevesinin üzerine asılmış ve her halinden portakal kasasından kotarıldığı belli olan levhada şöyle yazıyordu: KUK-LA-CI FER-HAT. Gözlerini kısarak ve heceleyerek okumuştu Fidan’ın annesi. “Anaam, kimmiş kız bu. Eski köye yeni adet. Bir kuklamız eksikti ya!” dedi kadın alaycı. Tuhafiyeciye yöneldi; elini beline attı, omuzlarını geriye aldı. “Sen girme içeri, kalabalık yapma, kapıda bekle. Çağırınca gelirsin. Bi yere kımıldama, çimdiririm kolunu bacağını ha,” dedikten hemen sonra yığılmış kolilerden dibi görünmeyen dükkanın içinde gözden kayboldu. Caminin dijital panosundan sıcaklığa baktı Fidan. Yedi yazıyordu. Neyse ki ondan küçük diye düşündü. Çünkü on birin nasıl yazıldığını bilmiyordu. Seneye öğrenecekti daha, birinci sınıfta. Ellerini cebine sakladı. Boynunu iyice kıstı, paltosunun içine gömüldü. Henüz bir dakika ya geçmiş ya geçmemişti ki; Ferhat’ın sesi duyuldu dükkanının eşiğinde. “Üşüyor musun kıvırcık kız? diye sordu en az seksen santim yukarıdan gelen ses. Ferhat’ın sesi televizyondaki adamlara benziyordu. Tok ve yüksek. Ama saçları bir erkek için fazla uzundu ve gereksiz yere sırıtıyordu. Fidan arkasını döndü. Omuzlarını silkti. “Daha tanışmadan küstün mü bana yoksa?” diye sordu Ferhat. “Sıcak çikolatam var, içmek ister misin?” Titremeye başladı Fidan. Kalbinin sesini duyabildi ilk kez.

Annesine baktı göz ucuyla. Göremedi. “Az önce Ayşe’yle içtik birer fincan. O da senin gibi maviş maviş bakıyor. Buranın çocukları ne kadar da güzelmiş yahu. Bilsek daha önce gelirdik,” diyip bir kahkaha patlattı Ferhat. Ayşe; Fidan’ın tek arkadaşıydı ve yan komşusu. Ayşe ondan önce gelmiş ve bu yabancı adamla tanışmış mıydı? Hafifçe kıpırdandı. Kafasını kuklacıya doğru çevirdi, vitrine gözü kaydı. İplerle tepedeki tahta kalasa asılmış bebekler vardı camda. Evdeki bebeklere benzemiyordu ama. Şehir pazarında satılanlara da. Uzun burunlu olan vardı bir tane. Kırmızı uzun burunlu, askılı pantolonlu, şapkalı. “Pinokyo o,” dedi Ferhat. Ayak uçlarına baktı Fidan yine. “Pinokyo masalını biliyor musun sen kıvırcık kız?” diye sordu. Cevap vermedi Fidan. “O zaman tiyatrosuna gelirsin yakında. Perde hazır olur olmaz duyuracağım,” dedi. “Kukla tiyatrosu geldi köye, haberiniz yok!” diye avazı çıktığı kadar, çarşamba günleri meydana gelen nayloncu gibi bağırdı ve ardından tekrar deminki kahkahadan patlattı Ferhat. Fidan hızlıca gerisini kontrol etti. Annesi ortalıklarda yoktu. “Kukla tiyatrosu ne demek?” diye sordu bir çırpıda. Neredeyse fısıldayarak. Ferhat bir ayağını dükkanına geri attı, vitrinden Pinokyo’yu kaptı.


-Gel, yakından bak.
-Gelmem.
-O zaman ben de anlatmam.
-Gelemem.
-E, ben de anlatamam.

Fidan akıllı kızdı. Babasının hasada bile gitmeyi reddedip dört gözle kardeşini beklediğini, anasının bir aya kalmaz mevlitte oğlan doğurdum diye böbürleneceğini, zaten damda olan pabucunun çok yakında daha da öteye atılacağını bildiği kadar iyi biliyordu. Anlamıştı. Ferhat iyi adamdı. Ondan zarar gelmezdi. Son kez baktı tuhafiyeciden içeriye. Daha kasada bile değildi annesi. İki büyük adımda girdi bitişik dükkana. Soba çıtırdıyordu içeride. Bayram gibi kokuyordu dükkan. Ramazan Bayramı gibi. Raflarda en az elli atmış tane daha kukla vardı. Kızlar, oğlanlar, yaşlılar, gençler, güzeller, çirkinler… Pinokyo kuklasının iplerini kavrayıp oynatmaya başladı Ferhat. Sesi şimdi inceydi. Burnunu eliyle tıkamadan, tıkamış gibi çıkıyordu ağzından.

-Merhaba arkadaşım. Senin adın ne?
-Fidan.
-Ne dedin, ne dedin? Biraz yüksek sesle konuş arkadaşım, ben tahtadan yapıldım. Kulaklarım ağır işitiyor.
-Fidan!
-Oooo ne güzel isim Fidan. Ben de Pinokyo. Memnun oldum. Okula gidiyor musun?
-Yok, seneye…
-Ben de gitmiyorum. Neden biliyor musun arkadaşım?
-Neden?
-Çünkü babamın bu kış kıyamette ceketini satıp bana aldığı alfabeyi eskiciye sattım da ondan. Kukla tiyatrosuna gitmek için. Kafasını öne eğip, ağzını gevşetti Fidan. Ağzını açmadan güldüğü için burnundan garip sesler çıktı.
-Fidan, senin gamzelerin mi var! Çok şanslısın.
-Yok, değilim.
-Şanslısın, şanslısın. Hem şanslısın, hem de akıllı.
-Nerden bildin?
-Şanslısın çünkü hem kıvırcık saçların, hem mavi kocaman gözlerin, hem de gülünce derinleşen iki tane güzel gamzen var. Akıllısın çünkü beni merak ettin. Merak eden çocuklar akıllıdır.

-Gitmem lazım.
-Tamam ama yine gel olur mu arkadaşım? Belki kukla yapmayı da öğretir sana Ferhat.

Fidan kalbi küt küt atarak çıktı dükkandan. Hava daha da soğumuştu sanki. Kolilerin arasından geçip tuhafiyecinin orta yerine kadar yürüdü çabucak. Satıcının eli kolu doluydu. “Heh gel Fidan, doldur şunları torbalara,” dedi annesi nefes nefese. “Yorulduk ama hallettik valla sağol Hasan Efendi. O nazar boncuklu yün battaniye gelirse ayır bana emi,” dedi adama. Yüz yirmi beş YTL ödedi. İki torbayı da Fidan’a yükledi. Yola koyuldular. “Gider gitmez, bir su ısıt da Fidan, şu ayaklarımı koyayım azcık içine. Bileklere bak. Davul gibi oldu,” diye söylendi annesi yürürken. “Olur,” diye cevapladı Fidan. Kızına baktı kadın. Ağzının ondan tarafı yukarı doğru kaykılmıştı. Parmağını yanağındaki yarığın üzerinde gezdiriyordu. “Fesüphanallah,” diye sesini yükseltti kadın. “Paşamı mı kıskanıyon kız sen! Garip garip hareketler. Dön önüne,” diye azarladı. Tuhafiyeciden duyduklarını anlattı oflayıp puflayarak. “Yeni gelen öğretmenin kocasıymış bu yandaki kuklacı. Kazulet gibi ama okumuş etmiş, düzgün adam dedi Hasan Efendi. Bir gecede leş gibi dükkanı adam etmişler öğretmen hanımla. Yarın öbür gün gelelim de bizimkine oyuncak alalım bari” diye yumurtladı. “Olur” dedi yine Fidan. Bu sefer daha yüksek çıktı sesi. “Pinokyo’yu alırız.”