Reklam

ÖYKÜ/Müge Demirkır yazdı... Kara kırmızı

ÖYKÜ/Müge Demirkır yazdı... Kara kırmızı
06 Ocak 2021 - 14:02
Müge Demirkır 

Masmavi göğe bakarken “Bak,” dedi, Yıldız. “Ben yatarak da sallanabiliyorum.” Züleyha çoktan başka alemlerdeydi. Yıldız’ın tam olarak ne söylediğini anlamadan gülümseyerek karşılık verdi arkadaşına. Çok mutluydular. İki çocuk daha da hızlanarak sallanmaya devam ettiler yan yana iki ayrı salıncakta. Son iki aydır üçüncü salıncak boştu. Yıldız alışmıştı Züleyha’nın bu avare hallerine. Bazen birlikte geçirdikleri saatler boyunca hiç konuşmadıkları olurdu. Bu parkta neredeyse 4 aydır birlikte oynadıkları halde birbirleri hakkında pek bilgileri yoktu. Merak da etmiyorlardı. Biraz da Yıldız’ı taklit ederek geriye doğru kaykıldı Züleyha. Ayağını son ileri uzatışında derin bir nefes aldı. Ciğerlerine dolan kömür tozu ile tıkandı. Az kalsın düşüyordu ki son bir manevrayla yavaşlamayı başardı. Garç-gurç, garç-gurç… Durdu salıncak. Halk dilinde Alacağzıı, asıl adı “Alacaağzı” olan bu semte 4 aydır anneanne ile beraber gelir olmuştu Züleyha. Okulda iyi şeyler duymamıştı bu bölgeyle ilgili.

Her zaman her şeyi bilen Neslihan’a -ki kendisine Nesli denmesini tercih ederdi-göre çingene kadınlar kaçırdıkları çocukları sırtlarındaki küfelerle buraya taşıyıp gömerlerdi. Kolaylıkla ayırabilirdiniz bu kadınları “normal!” olan diğer insanlardan. Bir kere tenleri daha koyuydu ve her zaman yırtık pırtık giysilerle dolaşırlardı etrafta. Temizlikse kesinlikle güçlü tarafları değildi. Öyle demişti Nesli, 30 yaşında bir kadın edâsı ile. Anneanne ile ilk kez buraya geldiklerinde çok korkmuştu Züleyha. Yıldız’ın annesinin sırtındaki küfeyi ilk görüşünde de. Kadın, küfeyi indirdiğinde çaktırmadan göz ucu ile bakmış ve içinde çocuk olmadığını görünce rahatlamıştı. Züleyha, Nesli’nin yanlış bildiği şeyin doğrusunu öğrendiği için o gün çok mutlu oldu. Sıcacık gülümsedi kadına. Özellikle ilk zamanlar çok yardımcı olmuştu kadın, anneanneye. Züleyha, Yıldız ve Yıldız’ın ablası Lale ile parka bırakılmış ve henüz kendisi de çocuk olan Lale bu iki küçük kıza göz kulak olması için sıkı sıkı tembihlenmişti. Züleyha, neredeyse haftanın üç günü anneanne ile buraya gelir, anneanneyi, bu terk edilmiş, paslı üç salıncak ve bir tahterevalliden oluşan parkta beklerdi.

Denizden, kaçak madenlerin oraya doğru uzanan yol yasak bölgeydi. Anneanne, sırtındaki küfeyi bu madenlerden topladığı kömür tomrukları ile doldurduktan sonra Züleyha’yı parktan alır ve beraberce eve yollanırlardı. Bir müddet sonra kışlık yakacak ihtiyacını karşılamak için buraya geldiklerini anladı Züleyha. “Böyle böyle,” demişti anneanne, “biraz da dikkat edersek, bu seneyi de atlatırız Allah’ın izni ile.” En fazla iki ay yazın uğradığı, geri kalan zamanın kış ve kışımsı bahar olarak tanımlanabileceği altı üzerinden değerli bu şehirde yakacak her şey demekti. Züleyha salıncağı durdurunca, Yıldız da durup hemen onun yanına koştu. Lale’den kalan annelik boşluğunu, Züleyha ile aynı yaşta olmalarına rağmen artık Yıldız dolduruyordu. “Ne oldu? İyi misin?” dedi, Yıldız. Nefesi normale dönen Züleyha, “İyiyim.” dedi, salıncaktan kalkarak. O sırada Züleyha, dünkü yağmurdan sonra nemli kalan demir salıncak yüzünden iç çamaşırına kadar ıslandığını fark etti. Denizden parka doğru esen rüzgâr iyice içini ürpertti. “Tahterevalliye binelim mi?” dedi, Yıldız’a. Yıldız, tahterevalli yüzünden çukurlaşan toprakta biriken suyu göstererek, “Çamur olursan anneannen kızmaz mı?” dedi. “Islandım, zaten.” dedi Züleyha, salıncakları işaret ederek. İki çocuk tahterevalliye bindiler, hiç konuşmadan, telaşsız, sakin, gözleri üçüncü salıncakta. Lale’nin ilk gelmediği gün, Yıldız, “Kanadı o.” diye kısaca açıklamıştı Züleyha’ya, “Artık salınca- ğa binip, parklarda dolaşması yakışık almaz.” diye de eklemişti ezberindeki cümlelerle. Züleyha hiçbir şey anlamasa da bilgisizliği ortaya çıkar diye utanmış, o yüzden de başkaca soru soramamıştı Yıldız’a. Hem sorsa da cevabını alamazdı, Yıldız’ın bildiği de bu kadardı. Şimdi tahterevallinin üzerinde iken Züleyha, Lale’yi düşünüyordu. Beline kadar uzanan upuzun siyah saçlarını. Çok güzeldi Lale. Züleyhaların evdeki tek kitap olan ve defalarca evirip çevirip okuduğu “Küçük Kadınlar”’ daki Meg’di, o. Yıldız durdu. Yorulmuştu, hava birden kararmış, yağmur yağmaya başlamıştı. Uzaktan annesi ile Züleyha’nın anneannesini gördü. Züleyha’nın elinden tuttu, çınar ağacının altında beklemeye koyuldu iki küçük kız. “Biliyor musun?” dedi Züleyha’ya, yüzü denize dönük, “Lale’ye bugün nişan kesilecek, düğün olunca kocasının evinde oturacakmış.

Abim, onun bebeleri olunca, bir daha da zor görürsün ablanı diyor.” Karnına bir ağrı saplandı Züleyha’nın, gene bir şey anlamadı. Sadece, sebepsizce canı yandı. Meg’i düşündü. Onun o ipince narin ellerini, simsiyah upuzun saçlarını. Ne demişti babası savaştan döndüğünde Meg’e, güzel kızının ellerinin üzerindeki yanıkları gördüğünde? “Güzelliğim kaybolacak diye sorumluluk almaktan kaçmayan gururlu genç bir kadına dönüşmüşsün sevgili Meg!” ya da bu minvalde bir şeyler. Şimdi Lale’ye olan da bu muydu? O da güzel genç bir kadından gururlu ve sorumluluk sahibi genç bir kadına mı dönüşüyordu? İçindeki sıkıntı iyice büyüdü Züleyha’nın, adını koyamadığı hoşlanmadığı bir şeyler vardı bu durumda. Islak kıyafetleri yüzünden iyiden iyiye üşümüş, karnı ağrımaya başlamıştı. Yıldız’a sokuldu. Yaşlı çınar ağacı, dev gövdesi ile bu iki sabiyi koruyabildiği kadar korudu yağmurdan. Anneanne geldiğinde, bir şey söylemeden onun yanına koştu Züleyha. Yola koyuldular. Eve giderken de sıkıntısı geçmedi Züleyha’nın. Anlamlandıramadığı bir utanma ve suçluluk hissi virüs gibi yayıldı tüm vücuduna. Bir şeyleri yanlış yapmış da ne olduğunu bulamıyormuş gibi bir sancı karnında. Yol boyunca, içinden Allah'a yalvardı Züleyha, düşse bile artık ne olur bir yerleri kanamasındı.