Reklam

ÖYKÜ/Havva Yıldırım yazdı... "a"

ÖYKÜ/Havva Yıldırım yazdı... "a"
13 Aralık 2020 - 16:13
Havva Yıldırım

Büyük bir harftir a, çelimsiz durduğuna bakmayın. Geoit olmaya çalışırken bulaştığını düşündüğüm bu talihsizlik; kadın sesinde yumuşak, tövbekâr, erkek sesinde eziyet; çırak için kumarbaz, usta için sadakat; akıl için bir gösterge, duygular için çarpım tablosu gibidir. Uzun veya kısa seslenmelerle, damarları çıkmış bir el gibi tecrübesi vardır her birimizde. İlk yaratılanların ödülünü taşır çünkü. Bizim a’mız kör ya da bilinçli olarak görmeyi reddeden bir şarlatandı. İnsan olacak kadar zayıftı. Semih ve Semiha yaratıldı. Mitolojik kahramandı Semih. Yüce boyu, onulmaz gücü vardı. Evren, onun gibisini görmemiş, Tanrı kendini çok sevmiş, Semih’i yaratırken kendini düşünmüş olmalıydı. Tanrı kendine arkadaş mı istemişti sizce? Ya da nasıl demeli, sevmeyi mi test etti kendinde? Bence daha sonra o da unuttu niye yarattığını. Çünkü Semih sakındı, dokunamadı kendine. Çapaklı ağzını açınca balçık döküldü, bir günahtı çirkinlik, “a” dedi, Semih kendini gördü, Semih(a) doğuverdi anında. Tanrı sandı kendini Semih. Tanrı kıskandı (biraz da korktu), nasıl olur da kendinden habersiz canlı yaratılır, kızdı ikisine de. “Alın size bok çukuru, Dünya. Ya beni geçin geçebilirseniz ya da çalışın, çabalayın alın gönlümü.” Dünya, nefretle yaratıldı, kısa sürdü varoluşu. Semih’eydi sözleri daha çok. Semih(a), kadınlığı Dünya’da öğrendi. Semih kızdı Semiha’ya, Semiha niye kendini göremeden cezalandırıldı? Ne kötü ki Tanrı’yı göremedi, görse belki ikna ederdi (Tanrı belki en çok bundan korktu). Semih’in kudretinden korktu, bir nevi o doğurmuştu kendisini (Tanrı’yı da göremediğine göre), Tanrı kabul edebilir miydi onu? Semiha sökmeye uğraştı a’sını, bin yıl sürdü savaş. Savaşta bir sürü çocuk doğdu, öldü. Hepsine ceza bulaştı, Tanrı’yı hatırlattı. Senaryo çok basitti. Beşiktaş’ta sevişirler, Fatih’te Semih önden yürür, Semiha başını kapar Sultanahmet’te, hangi kahveye girse Semih dinsiz olur, Semiha orospu olur yatakta, Semih üç secdede cennetlik, Semiha ömür boyu yasak sana rüya, Semih kapıyı vurup çıkar, Semiha kapı ardı sana yasak, Semiha al sana çiçek, Semih sana çok Semiha var, Semiha ölmek yasak çocuk doğurmadan, Semih payına cesareti alır, Semiha sana korku kalır, Semih başka kadınlara gidebilir, Semiha aman yavrum yuvanı bozma, aklını siktir et Semiha’nın, duvarda hiç okunmadan evi korumasını bekleyen Kur’an gibisin Semih, pezevenk karısı Semiha, Semih a’ya tapar, maalesef Semih(a) kadın olur, Semiha anne olunca ölür, Semih gömülür, Semiha özlenir, Boğaz ikisini de susturur. Geriye kalanlarsa git gide daha da zayıfladılar, mutsuz oldular ve başka bir şey denediler. “Sevmek” olabilirmiş adları. Öğrendiler. Öğrendiler, kader illetinde yarım bırakılan tek uzuv, cesaretmiş. Özgürlük, mecazen mizah. Ya sever ya serzenişte bulunursun. İkisinde de kaybedersin, birincisinde sevinir, diğerinde sözlükte yer dolsun diye “kafr” yazılırsın. Böyle başladılar sevmeye. Bin yıl da böyle sürdü. Birisi fazla cesaretlenmiş olacak ki, eğri büğrü yüzüyle –çirkin mi çirkindi, Tanrı cezasını kesmişti belli ki- “aşk” dedi. Aşk, denenebilir. Bunun için yaşamaya kıymet verilebilir hatta bu sevap bile sayılabilir. Tanrı kendilerini tekrar affedebilirdi belki de. Ucube a’mız böylece büyük yazılmaya başladı. Hikayenin en zor kısmıysa, sonu oldu herkes için. Çünkü bunu denemeleri bin yıl sürmedi, bitmeyen bir uğraşla devam ediyorlar hâlâ.