Reklam

ÖYKÜ/Döngü

ÖYKÜ/Döngü
05 Nisan 2021 - 14:02
Fatma Gül Özen 
İshak Zeytinci bir cuma sabahı yeşil keten gömleğini giydi ve dükkânı açmak üzere evden çıktı. Aklı dün geceden kalma bir türlü hatırlayamadığı rüyasına takılı, sebebini tam olarak bilmese de içi huzursuz yürüdü. Diğer günler hiç rüya görmediğinden, bu düşünceli hâli çok sürmedi. Çünkü o gün işlerini çarçabuk halledip nicedir beklenen nikâh tarihini almak için nişanlısıyla buluşacaktı. İshak mahallenin fırınına geldiğinde iki simit alacakken, bir çığlık duydu. Arkasını dönesiye iş bitmiş, bakırlı karalı bir köpek yavrusu kesik kesik uluyarak yolun ortasında can çekişiyordu. Hemen ilerideki dar sokakta, sağlı sollu park eden araçları silme geçen aceleci beyaz bir toros gördü. Kaldırımda korkudan dona kalan, topu kolunun altına kaçmış bir çocuktan başıyla onay alıp kaçan arabaya doğru seyirtti İshak. Torosun içinde kim var kim yok doğru düzgün bakmadan, kaportaya iki tokat çaktı. Oracıkta tüm mahalle, pencereden sokağa düştü, mezarlıkta uçuşan kargalar mesai bıraktı, olacaklara seyre durdu. İki iri kıyım beyaz atletli, gözlüğü aynalı, tüyden hilal bıyıklı delikanlı sahaya indi. İshak şöyle gerisin geri baktı, mahallenin maskotu tarçının, gözlerinin önünde canını teslim ettiğini gördü. Toroslu ikilinin aynalı bakışlarına gözlerini dikti, ayaklarının dibine okkalı bir tükürük savurdu. O anda gökte öyle bir şimşek çaktı ki, ıslanmadık ahmak kalmadı. Yağmur dindiğinde ortalık sakinleşmiş, kahvehâne esnafı İshak’ı yatıştırmış, magandalara nasıl posta koyulacağına dair kahramanlık hikâyelerinden destanlar yazılmıştı. Çayından bir yudum daha alıp saate baktı İshak, hemen ayağa fırladı, tezahüratlara eyvallah çekerek iki sokak aşağı koştu. Dükkâna geldiğinde usta oğlu Saffet’i, kasım kasım kasılarak patron koltuğuna kurulmuş buldu. İshak’ın açığını yakaladığından ağzı kulaklarında selam verdi Saffet: “Hayırlı sabahlar İshak ağabey, bugün de geç kaldın!” Saffet konuştukça ağzından şorikler saçıyor, pembe diş etleri dudağına yapışmış afyona düşen eşeği andırıyordu. Sataşmamak için başını önlüğüne, iliklediği düğmelerine çevirdi İshak. Elindeki yara izlerini görünce, zavallı eniğin uluması kulaklarında çınladı. Dikiş makinasının başına geçti, dünden kalan siparişlerin bir kısmını öğleden sonraya yetiştirebilmek için kafasını kaldırmadan çalıştı. Bir ara televizyonda, ak sakallı bir dededen ölüm hakkında bir söz işitti: “Ölümün habercisi baykuşa yüz çevirin.” İshak şöyle bir duraksadı. “Selamün Aleyküm” diyen ustasının sesiyle toparlandı. Usta içeri girer girmez, bir sinek oldu da ışığa üşüşmek yerine, gitti kara boku oğlunun başına kondu. Kasıldığı koltuktan fırlayan Saffet, elinde süpürgeyle köşe bucak turladı dükkânı.

Oralı olmadan kem küm edip lafa girmeye çalışan İshak’ı gören hatırşinas ustası sordu: -Hayırdır İshak, de hele ne diyeceksen? -Biraz geciktim de şu torbaları yetiştiremedim. Usta, hani Reyhan’la görüşecektim ya... -Yine başına ne işler açtın diye sormayacağım, yevmiyeni kasadan al, nişanlını bekletme, haydi selametle. Cingöz Recai’nin Çınarcık şubesi İshak, yokuş aşağı iskeleye doğru kendini saldı. Buçuktaki vapura daha on beş dakika vardı. Bu, sinek kaydı için değil belki, ama bir demet papatya için hâlâ vakti var demekti. İsteme gününden beri Reyhan’a çiçek almadığından başı beladaydı; bu sıradan bir çiçek değil, can güvenliği için bir nişanlı susturucusu olacaktı. Her nasılsa seri tesadüf talihsizlikleri, eninde sonunda Reyhan’ın onu paylamasıyla bitiyordu. Hem onu bu kadar çok sevip hem nasıl kızdırabildiğini kendi de anlamıyordu. Buluş- maya bu sefer de geç kalırsa Reyhan’a anlatacağı makul bir neden muhakkak olmalıydı. İshak yol boyu dalgın ilerledi. Sahil meydanındaki çiçekçinin önüne vardığında, bir kavga gürültüsü duydu. Etten çemberi yarınca, kırk yaşlarında bir adamın yerde yatan bir kadını küfürlerle yumrukladığını gördü.
Bir saate baktı, bir yerdeki kadının kanayan burnuna, bir saate bir kana, saate ve kana. Gri bulutlar kapladı birden göğü, uçan bir tekme bodur enseye savruldu. Kanlı bıçak havada otuz altı takla attı, düşene dek yaralı kadını alıp götürdüler. Şimdi yerde şuursuz uzanan eli kanlı, bodur adamdı. Halk çemberi daralttı, İshak’ı omuzlarına almaya kalktı. İshak bir saatine baktı, bir vapurun düdüğüne. Reyhan’ın yüz elli sekiz kez daha onu bekleyeceğine emindi. Polise ifade vermiş, papatyasını almış, üstüne başına çeki düzen verip akşam olmadan önceki son vapura binmişti İshak. Reyhan’a diyeceklerini düşünecekken, güvertede esen rüzgara gözlerini yumdu. Kulağına çalınan martı sesleri, ona dün geceki rüyasını anımsattı. Kopuk kopuk resimler, birleştirmesi güçtü. Çığlıklar vardı suret yoktu, kuru kan kokuyordu ama kimindi. Şekillerin içinden kendini seçti. Bir pencerenin kenarında, başı semâya dönük duruyordu. Alacakaranlık ayazda, pencerede bir baykuş beliriyordu. Baykuş, İshak ve pencere. İshak gözlerini açtı, ağzından beyaz köpükler saçan deniz dalgalıydı. Öğlen dükkânda duyduğu sözü ve bakırlı karalı köpeği düşündü. Demek tarçının haberi ona düşünde gelmişti.