Reklam

Ödüllü Yazar Ethem Baran'dan genç öykü yazarlarına tavsiyeler

Mustafa Kömüş Sait Faik Abasıyanık Öykü Ödülü’nü 2020 yılında ‘Döngel Dünya’ kitabıyla Ethem Baran aldı. Baran, genç öykücülere Edebiyat Atölyesi Dergisi aracılığıyla önerilerde bulundu

Ödüllü Yazar Ethem Baran'dan genç öykü yazarlarına tavsiyeler
06 Kasım 2020 - 16:15
Mustafa Kömüş

Sait Faik Abasıyanık Öykü Ödülü’nü 2020 yılında ‘Döngel Dünya’ kitabıyla Ethem Baran aldı. Baran’ın kalemi, ‘Döngel Dünya’da Orta Anadolu’nun köylerinden Ankara’nın yoksul mahallelerine uzanıyor. 15 öykünün yer aldığı kitap ismini de ilk öyküden alıyor. Kitapta Yeşilçam’dan replikler de bulunu-yor uzun bir süre gündemden düşmeyen Yüksel Direnişi de. Baran, öykülerde ayrı-ca Hasan Ali Toptaş ve Fakir Baykurt’un da adını anıyor ve adeta onlara selam gönderiyor. Baran ile Edebiyat Atölyesi için kitabı, aldığı ödülü ve genç yazar adaylarına tavsiyelerini konuştuk. “Sanat hayatın her zaman önünden gider” diyen Baran Sait Faik için ise “Hepimize öyküyü sevdiren adamdır” ifadelerini kullanıyor. Baran genç yazar adaylarına şunları öneriyor: “Çok, hem de çok okusunlar. Aslolan metindir, su akar yatağını bulur. Yazdıklarından emin iseler kapıdan kovulsalar da bacadan girmenin yolunu arasınlar.”

Kitabınızda bugünlerde çok da görmediğimiz taşrada yaşayan sıradan insanların hikâyelerini okuyoruz. Anlatımlarınızda yaşanmışlıklar ne kadar yer kaplıyor?
“Sıradan insan” tartışmaya açık bir konu, şimdi buna girmek istemem. Ben insanı anlatmaya çabalıyorum. Döngel Dünya ve önceki kitaplarımda edebiyatımızda pek de yer verilmemiş, özellikle son yıllarda iyiden iyiye görmezden gelinmiş insanları edebiyat düzlemine çıkarmaya çalıştığım doğrudur. Hikâyesini kimseye anlatamamış, hatta kendine bile söyleyememiş, hikâyesi kimse tarafından görülmemiş, dikkate alınmamış pek çok insan var aramızda. Büyükçe bir bölümü de benim kafamın içinde elbette. Bütün bu hikâyeler ve insanlar için hayali bir kasaba yaratma-ya çalıştım kitaplarımda. Bozkırda bir kasaba. Yoksul insanlar. Yoksulluklarının farkında olmayan insanlar. Ankara’nın gecekondu mahalleleri, fakirlerin gezip dolaştığı kıyı köşe mekânlar da benim yazı evrenimde yer aldı her zaman.
Bir hikâyeyi öyküleştireceğim zaman, aklımda hikâye ne kadar gerçekdışı olsa da gerçekmiş duygusu uyandırmasını önemserim. Okurun anlatacağım hikâyeye inanması, onu sahici bulması önemlidir benim için. Kendi gerçekliğini yaratması gerekir. Yazarın hayatında, zihninde, hayalinde ne varsa o yansır yazdıklarına, yansır ama edebiyatın diline dönüşerek yansır. Kendi gerçekliğini yarattığında ise okur o hikâyeyi gerçekte yaşanmış zanneder. Sanıyorum “yaşanmışlıklar ne kadar yansıyor” derken bunu kastediyorsunuz. Aslında her şey kâğıt üzerinde, metnin içinde yaşanıyor. Sanat hayatın önünde gider her zaman. Son kitabım Döngel Dünya’daki “Yamaçta Yağmur Var Öyküsü”nün bir benzeri kitap çıktıktan birkaç ay sonra gerçekten yaşandı ve basında yer aldı örneğin.

SÖZCÜKLER UNUTULUP GİTMESİN
Öyküler Orta Anadolu’da geçiyor. Kullandığınız dilde de o yörenin ağzını görüyoruz. Neden bu ağza öykülerde yer vermeyi tercih ettiniz?
Bu ağza yer veriyorum çünkü anlattığım kahramanların dili o her şeyden önce. Gerçekliğin pekiştirilmesinin yollarından sadece biri diğer yandan. Bir de bu dil benim çocukluğumdan kalma. Evimin dili. Kulağımda, zihnimde, dilim-de hâlâ dolanıp duran kelimeler bunlar. Türkçenin zenginliği. Bu kelimeleri kullanmadan önce sözlüklerde araştı-rıyorum; okur da benim gibi aradığında bulabiliyorsa kullanıyorum o kelimeyi. Unutulup gitmesin. Bu toprakların tarihinde, kültüründe yoğrulmuş, yaşamış, yankılanmış, yaşantımıza biçim vermiş kelimeler bugün değişen hayat koşulları yüzünden kullanımdan düşmüş, uzak kalmış olsa da kaybolup gitmelerine göz yumamayız. En azından benim metinle-rimde yaşasınlar isterim. Elimden ancak bu geliyor.

Öykülerinizde insanlar dışında doğada bulunan diğer canlılar da önemli yer tutuyor. Bunların sizin öykülerinizdeki önemi hakkında ne söylemek istersiniz?
Hayatı, dünyayı, evreni kimlerle, nelerle paylaşıyorsak, hayatımızı neler çevreliyorsa onların metinlerimizde yer alması, hatta hak ettikleri yere oturtulması gerekmez mi? Balkonumuza kuşlar konmuyor gibi yapamayız. Ağaçlar yokmuş gibi, yağmur yağmıyormuş, rüzgâr esmiyormuş gibi. Biliyorum, bazı okurlar bunları bir metinde görmek istemiyor. Bunların olmadığı metinler de bana kupkuru ve yavan geliyor. Benim öykülerimde güvercinler bir hayli yer tutar, kanat şakırtıları kitaptan kitaba dolaşır. Sanırım bunu kastediyorsunuz. Evet, kuşları, özellikle güvercinleri çok severim. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda güvercin besledim. Bu bir tutkudur, bilenler bilir. Kedileri ya da köpekleri sevmek ve beslemek, onlarla birlikte yaşamak neyse benim için güvercin de aynı şeydir.

Yüksel’deki direnişe de bir öykünüzde yer veriyorsunuz. Güncel meselelerin sizin öykülerinizdeki önemi nedir?
Güncel meselelere bir edebiyat metninde yer vermek aslında son derece risklidir, çünkü zaman o olay ya da olaylara ilişkin hükmünü vermemiştir henüz. Haklısınız, Döngel Dünya ’da Yüksel Caddesi’deki olaylardan biri yer alır. Yüksel Caddesi, Ankara’da uzun yıllardan beri böyle bir işlevi üstlenen bir yerdir ve simgesel hâle gelmiştir artık. Orada eylemler de yıllardan beri değişmeyen toplumsal ve tarihsel olguları işaret etmektedir. Artık simgesellik kazanmış, yerleşmiş, kökleşmiş, büyük bir sorunsala dönüşmüş durumların güncelmiş gibi görünen kısımlarının dışındakiler bir yazarın ilgi alanına girer diye düşünüyorum. Güncel olanı kaldırıp altına baktığınızda orada bir düşünce biçimini, anlayışı, davranış kalıbını, dahası sorunu, tehlikeyi görüyorsunuz. O öyküde, işten çıkarılmış insanlar, KHK mağdurları vs. meselesinin güncelliği söz konusuydu ama bugün baktığımızda bunun kapanmayan bir yara olduğunu, geçmiş-şimdi-gelecek zamanlar için sorun olma özelliğini kaybetmediğini görüyoruz. Zira adlı öykü kitabımdaki «Öteki İlgililer» öyküsünde, vatandaşına hakaret eden bir yöneticinin resmini göstermeye çalıştım örneğin. Bir kasabada hemen herkes adını değiştirmiştir. Dükkânların adı, tabelalar değişmiş, hayatın akışı değişmiştir. Ülke şu hâle gelmiştir: «Kimi zaman bir üniformanın korunaklı uzaklığına sığınıp arkasındaki silahların gölgesinde halka gözdağı veriyordu Başefendi; kimi zaman elinde fötr şapkasıyla halkın arasına katılıp sahte gülücükler dağıtıyordu. Bazen müşfik bir din adamı suretinde vatandaşına iki cihan saadeti vadediyor, bazen de dünyaya kafa tutan bir komutan edasıyla önüne gelene saldırıyordu. Kah yanına beşibiryerde misali üniformalıları dikiyor, kah, seyrek bıyıklarıyla kuşları bile ürkütüyor, kah, fötr şapkasının gölgesini Toprak Mahsulleri Ofisi’nin silolarında parlatıp söndürüyordu. Başefendi kılıktan kılığa girdikçe bütün ülkeyle birlikte kasa-balılar da kendilerini yeniliyor, onun sözlerini hemen kendilerine mal ediyor, aynı söyleyiş biçimiyle tekrarlayarak birbirlerine kenetleniyorlardı.” Kısacası, güncel gibi görünenin arkasına bakmak lazım.

Kitabınızda başka yazarlara da selam gönderiyorsunuz. Bu yazarların sizin için önemi nedir ve neden onlara göndermeyi seçtiniz?
Aslında daha çok kendime ve kendi metinlerime gönderme yapar, kahramanlarımı öyküden öyküye, kitaptan kitaba gezdiririm. Biliyorsunuz metinle-rarasılık modern anlatım biçimi ve edebiyat anlayışının yöntemlerinden biridir. Metin neyi istiyor ve gerektiriyorsa ben onu yapıyorum.

SAİT FAİK ÖYKÜMÜZÜ SIFIRDAN BAŞLATMIŞTIR
Sait Faik Abasıyanık Ödülü’nü aldınız yakın zamanda. Abasıyanık’ın sizin için önemi nedir ve bu ödül hak-kında ne düşünüyorsunuz?
Sait Faik’in adıyla ilk kez ortaokul Türkçe kitabında karşılaştım. Daha çok roman okuyordum o yıllarda. Özellikle «Son Kuşlar» öyküsü çok etkilemişti beni. Lise yıllarımda külliyatına ulaştım. Hepimize öyküyü sevdiren adamdır Sait Faik. Bizim öykümüzü sıfırdan başlatandır. Kendini yakalamak için kendi peşinde koşan, öykümüzü yaratan bir yazar-dır. Onun adına verilen bir ödülü almak elbette çok heyecan verici. Ödülün bir öykücü adına, hele hele Sait Faik adına veriliyor olması, seçici kurulu, daha önce bu ödülü alan yazarlar düşünülünce ödül daha anlamlı bir hale geliyor. Bir yazarın hayatı nasıl yaşayacağını, hayatın içinde nelere, nerelere bakılacağını, doğanın ve insanın aynı cümle içinde nasıl kullanılacağını öğretir Sait Faik. Adımın onun adıyla aynı satırda bu vesileyle de olsa yer almasından onur duyuyorum.



Öykülerinizi yazarken özellikle seçtiğiniz bir yöntem var mıdır?

Her öyküye başladığımda öyküyü, yazmayı yeni baştan öğrendiğimi düşünüyorum. Bir öncekine benzer bir şeyler yazmamaya, yeni şeyler söylemeye, yeni anlatım biçimleri, kurgular, teknikler bulmaya çalışıyorum. Anlatmak istediğim konu, hikâye anlatım biçimini, tekniğini de belirliyor bir bakıma. Üslubumun izleri, renkleri, yansıması bulunsun yeni öyküde ama yeni bir dil de kendini göstersin istiyorum. Alışkın olduğunuz, ustalaştığınız dille pek çok öykü yazabilirsiniz ama bir öncekine benzedikten sonra pek bir anlamı kalmaz yaptığınız işin. Cümleyi önemserim. Yazarın cümledeki emeğini okurun görmesini, hissetmesini isterim. Cümlenin müziğini, dengesini, anlam ve ses değerini vb. ince ince hesaplarım.

Genç yazar adaylarına ne gibi önerilerde bulunursunuz?
Öncelikle çok, hem de çok okusunlar. Öyküyü dünden bugüne getirenleri bilsinler. Yazmakta ve yayımlamakta acele etmesinler. Bir yere yetişmiyoruz, acelemiz yok. Sadece yazıyı düşünsünler. Bunun dışında kalan unsurlara kafa yormasınlar, enerjilerini nasıl yayımlarım, nasıl çok satarım diye boşuna tüketmesinler. Aslolan metindir, su akar yatağını bulur. Yazdıklarından emin iseler kapıdan kovulsalar da bacadan girmenin yolunu arasınlar.