Reklam

Mine Söğüt: Her şey yazma sürecinde kendiliğinden gelişip ilerliyor

Mine Söğüt: Her şey yazma sürecinde kendiliğinden gelişip ilerliyor
21 Temmuz 2022 - 10:14

Sevil İnce

Yeni romanı Başkalarının Tanrısı ile okurlarını sevindiren Mine Söğüt, “Aslında her şey anlatmak istediğim bir meselenin zihnimde belirmesiyle başlar” diyor

Uzun yıllar gazetecilik yapan değerli edebiyatçı Mine Söğüt, son romanı Başkalarının Tanrısı ile okurlarını sevindirdi. Sokaktaki yaşamı, kentteki dönüşümü, ezilenleri anlattığı romanına dair sorularımızı yanıtlayan Söğüt, atölyelerine de devam ediyor. “Ahlak Belanızı Versin”atölyesi için dergimize gelen Mine Söğüt’e son romanına dair sorular sorduk..

“Başkalarının Tanrısı” romanınızda mekan insan ilişkisini irdeliyorsunuz. Ev, sokak gibi kavramlar bir yazar olarak sizin için ne ifade ediyor.
 Ev, mahremiyet ve mülkiyet kavramlarını rasyonelleştirirken aynı zamanda da tabulaştırdığı için en tehlikeli yerdir. İnsanlık tarafından olumlu kavramlar olarak benimsenen mahremiyet ve mülkiyetin aslen son derece tehlikeli kavramlar olduğu gerçeği evlerde gizlenir. İnsan evi güvenli bir korunak olarak bellerken ne kadar büyük bir yanılgıya düştüğünü fark edemez. Sokak da onun için evin karşıtıdır, yani güvensiz, tekinsiz bir yerdir. Evlerde güvende, sokaklarda tehlikede olduğunu zanneden insanın gönüllü tutsaklığı ve özgürlükten kokusu, şu içinde bulunduğumuz vahşi sistemin baş mimarlarıdır.

Romanda kahramanlarınız gündelik hayatta yanından geçip gittiğimiz ama yüzlerine bile bakmadığımız karakterler. Bu karakterleri nasıl yarattınız?
Sokağa bakarak. Her gün yanından geçip gittiğim insanlar üzerine düşünerek. Onları görmezden gelmenin aslında neleri görmezden gelmek olduğunu fark ederek.

Romana hazırlık süreciniz nasıl ilerliyor? Beslendiğiniz kaynaklardan bahseder misiniz?

Aslında her şey anlatmak istediğim bir meselenin zihnimde belirmesiyle başlıyor. Sonra hiç bir plan yapmaksızın bilgisayarın başına oturuyorum ve yazmaya başlıyorum. Meselem dışında hiçbir şey baştan belli olmuyor. Her şey yazma sürecinde kendiliğinden gelişip ilerliyor. Başkalarının Tanrısı misal, evi terk etmek ve sisteme başkaldırmak isteyen bir insanın bunu neden yapamayacağı, onu engelleyenlerin ne olduğu üzerine düşünmeye başladığım sırada yazdığım kısacık bir hikayeden filizlendi ve bir romana dönüştü.

Gündelik yaşamdaki sorunlar konu ve tema olarak romanlarınıza sızıyor mu?
Romanlarım da hikayelerim de külliyen gündelik yaşamın meselelerinden besleniyor. İlk romandan beri bu böyle. Beni yazmaya kışkırtan tek şey maruz kaldığımız, memnun olmadığımız ama değişmesi için de ne yapacağımızı bilemediğimiz sistem, düzen, hayat... O karmaşık yapıyı yeniden yaratarak ve ona bambaşka açılardan tekrar ve tekrar ve acımazca bakarak başımıza ne geldiğini anlamaya çalışıyorum.

Kitap bittiğinde okurda umutlu bir his kalıyor diyemeyiz. Siz geleceğe bakışınızda umutlu musunuz?

Umudu nasıl tanımladığımız bence çok önemli. Benim için umut öncelikle farkındalık demek. Ben farkındalık üzerine yazıyorum. Nihai mutluluk ondan sonra ulaşılabilecek bir yerde. Kestirmeden umuda giden yolların çıkmaza vardığını yeterince deneyimlemiş bir insanlık tarihini sırtımızda taşırken, aynı şeyleri yapa yapa farklı sonuçlara varacağımıza inanmanın umut değil akılsızlık olduğunu düşünüyorum. O yüzden farklı şeyler yapmayı, düşünmeyi, kökten bir değişimin anahtarını aramayı ve bu yolda hırpalanmayı göze almayı daha umut verici buluyorum.

“Ahlak Belanızı Versin” atölyenizi Türkiye’nin birçok kentinde yapıyorsunuz. Atölyenize ilgi çok fazla. Yeni içerikli bir atölye planlıyor musunuz?

“Ahlak Belanızı Versin” çok önemsediğim bir atölye. Mümkün olduğu kadar çok insana ulaşmak için çabalıyorum. O bitmeden yani doygunluğa ulaşmadan başka bir atölye yapacağımı sanmıyorum.

Bundan sonraki projelerinizden bahseder misiniz?

Bu yaz masamda bir çocuk kitabı ve bir tiyatro metni, aklımda da yeni roman için fikirler var...