Reklam

Ene

Ene
01 Mart 2022 - 11:59
Hatice Çağlar Özteke
Kımıltısız, korunaklı bulunduğum karanlık yerin dışında varlığımı karıncalandıran bir şeyler olmaya başladı, hissediyorum.  Üstümdeki kabuktan soymuğun(*) içine dehlizler açarak bana ulaşmaya çalışan bir sıcaklık. Gün geçtikçe bana daha da yakınlaştı. Varlığımı saran kıpraşma bir değişik ki sormayın. Bunu anlatamıyorum ama her bir hücreme sanki güç uygulanıyor ve beni bir şeylere zorluyor. Sonra ne olduğunu bilmediğim ama her yere ulaşan akışkan bir şey geldi. Onun gelmesiyle bulunduğum yerde miskin rahatım bozuldu. Tuhaf olan her zerrem sanki onu bekliyormuşçasına hareketlendi. Hareket dedimse adeta içimde bir şeyler kabardı, beni çevreleyen zarın içinde kıvrımlandım. Kıvrımlandıkça sıkışmaya, sıkıştıkça canım acımaya başladı!  Öyle ki yerime sığamaz duruma gelmiştim. Dışımdaki sert koruyucu kabuk da su ve sıcağın etkisiyle yumuşamakta ve ben o yumuşaklığa biraz daha sokulmaktayım.
Sonra bir gün! İçten içe yaşadığım sıcaklık basması. O neydi öyle?  Soymuğun her zerresine sudan daha hızlı, ulaşmadık yer bırakmadığı gibi bulunduğum o daracık yerden beni itmeye başladı. Çevremdeki zar giderek incelmekte...  Kıvrım kıvrım bedenim zarı yırtarken, kabuğun açtığı aralıktan bambaşka bir dünyaya başımı çıkardım. Önce güneşin ışığından kamaşmış gerinmek istedim.   İncecik bedenimde bebeksi yeşil beş kolumu yavaş yavaş gerinerek açmaktayım. Biraz önce yırttığım zar şimdi kurumuş, bebek arabasında bebeğin tepinmesiyle düşen battaniye gibi tek bacağımın dibinde kalmıştı.
Gerinip uyandıkça şaşkınlıkla bakınıyorum. Üzerinde tek bacakla tutunduğum dalda ben gibi ne çok bebeksi yeşil beş kollu, tek bacaklı var. Her geçen gün yeşilim koyulaşıyor, bedenim olgunlaşıp kalınlaşırken kollarım daha güçlü açılıyor. Rüzgârın da etkisiyle şimdi bulunduğum dalın dışında ana gövdeden göğe doğru uzanan diğer dallarla, o dallarda sayamadığım çoklukta yapraklarla bir bütünün parçası olduğumu görüyorum. Ne yapmam gerektiğini biliyordum. Güneş kendini gösterir göstermez ana gövdeden dallara ve bacağıma kadar gelen suyu kullanarak beslenmemi yapıyorum. Bunun için olabildiğince güneşe kendimi çevirmem gerekiyor. Mız mız olduğumda daldaki ayağımın altında cız diye oluşan boşluk beni korkutuyor. Özellikle rüzgârda bazı arkadaşlarımın dalda ayaklarının kaydığını, ayaklarının kırıldığını gördükçe gün aydınlanır aydınlanmaz ilk yaptığım iş mırın kırın etmeden beslenmek oluyor.
Mahallede içinde yürüyüş alanları ve çocuk oyun alanlarının olduğu parkın en gösterişli ağacındayım. Tepeden genişçe bir alana yayılan tüm parkı görüyorum. Benim bulunduğum ağaç tam da çocuk oyun alanının olduğu yerde. Özellikle güneş kendini daha uzun süre göstermeye başlayınca çocuklar da parkta daha fazla kalmaya başladılar. Sürekli hareket halindeler. Keşke ben de onlar gibi hareket edebilseydim. Bizim hareketimiz ya rüzgârla ya da daldan ayağımız ayrılınca olabilirdi. Ki bu ikinci seçeneğin olmasını hiç ama hiç istemiyordum.
Yaza doğru bulunduğum ağacın dallarında üçlü ya da beşli gruplar halinde dışı incecik yumuşak diken gibi tüylerle kaplı meyvelerimiz oluşmaya başladığında çocuklar parktan neredeyse ayrılmaz oldu. Çocuklar, çocukların arkadaşları ve çocukların anneleri derken her günüm kimi ya da kimleri izlesem şaşkınlığı ile geçiyordu.
Günlerimiz meyvelerimizi beslemek ve olgunlaştırmakla güzel güzel geçerken bazı korkularım oluşmaya başladı. Rüzgâr her yeri görmemi sağlıyordu, iyi güzel ama bazen o kadar sert esiyordu ki dalları, yaprakları birbirine geçiriyordu. Böyle şiddetli rüzgârdan sonra taranmayı bekleyen, karmaşık uzun saçlı insanlara benziyorduk. Pek çok arkadaşımı rüzgâr alıp başka diyarlara uçuruyordu. Rüzgârın tüm iyi niyetini kaybedip dellendiği zamanlar ayağımla dalıma nasıl da sıkı yapışıyorum bilemezsiniz? Bir de çocuklar parka topla geldiklerinde... Kendi aralarında topla oynarken iyiydi de “kim en yükseğe topu dikecek bakalım” diye konuştuklarında alıyordu beni bir korku! Ya o sert vurdukları top bana gelir de daldan kopmama neden olursa? Bir de ara ara çimleri biçtikleri ürkütücü sesli alet! Dibimize dibimize geliyor ama şimdilik ağaçlara dokunmuyor.
Yağmurun neredeyse hiç yağmadığı o uzun yaz günleri, gölgemizin bile yetersiz kaldığı zamanlar.  O kadar ki çocuklar bile geç vakit parka geliyor. Sıcak günlerin gecesinde, kimi zaman kendini iyice geriye atan kollarımı toparlamaya çalışıyorum.
Nihayet uzun yaz günlerinin ardına ilk yağmurlar başladı. Ama ne o? Güneşe ve suya rağmen eskisi kadar güçlü olmadığımı hissediyorum. Kalın tek bacağım daldan her an kayıp düşecek gibi hantallaşmış durumda. Rüzgâr yine arada bir nereye, hangi yöne eseceğini şaşırıyor. Hele o sımsıcak estiği zamanlar yok mu? Sanki kavruluyorum. Yine bir değişim içindeyim. Kızarmaya başladım. Yer yer noktacıklar halinde başlayan kızarma o kadar güzel bir kızılımsı kahverengi oldu ki diğer arkadaşlarımla birlikte renk cümbüşü oluşturduk. Bazı arkadaşlarımız çabucak sarıya dönüşmeye başladılar. Anlıyorum, kaçınılmaz son renk değişimleriyle birlikte geliyor.  Bizler döküldükçe her geçen gün dallar daha bir çıplak kalmaya başladı. Arkadaşlarım üçer beşer yanımdan ayrıldıkça daha bir üşüyorum.
İnsanlar bu yıl sonbahar çok güzel geçiyor dediklerinde bizim sonumuzu dile getirdiklerinin farkındalar mıydı?  Ben tepeden gördüğüm kadarıyla park görevlisinin düşen yaprakları süpürüp çöpe attıklarından olmak istemiyorum. Dalıma olabildiğince sımsıkı sarılmaya çalışıyorum.  Dalda kalan son bir iki yapraktan biriydim ki şiddetli rüzgâra gerek bile kalmadan hafif esintiyle dalımdan ayrıldım. Süzüle süzüle uçmaya başladım. Park alanından uzaklaştım. Kendi çevremde hafifçe dönerek parka açılan sokaklardan birine düştüm. Geçen bir aracın lastiği altında kalmaktan kurtulmakla birlikte yerden sertçe havalanarak duvar dibindeki otların arasına savruldum. Otlar arasında geçen zamanda bedenimin suyu çekildikçe kollarımın kimi içeri kimi dışarı doğru kıvrılmaya başlamıştı. Tamam, çöpe gitmemiştim ama yine de sağda solda uçuşan diğerleri gibi kuruyup gidecektim.
Bulunduğum yerden vazgeçmeden çevreyi izlemeye devam ediyorum. İşte yolun diğer tarafında bir araç park etti. Çocuk annesinin arabadan inmesini beklemeden kapıyı açtığı gibi dışarı çıktı. O ara parktan dönen bir kadına gülümseyerek baktı ve “merhaba ben Ediz” dedi. Bu beklemediği davranışla şaşıran kadın çocuğa elini uzatarak “ben de Nilüfer, tanıştığımıza çok sevindim.” diyerek karşılık verdi.  Çocuk ise o ara arabadan inen annesine dönerek “annemle de tanışmalısınız” dedi. İki kadın çocuğun sıcak, içtenlikli davranışıyla tanıştılar. Tam Nilüfer iyi günler deyip ayrılacakken çocuk duvara doğru koşarak otlar arasındaki beni alıp dünyanın en güzel çiçeği imişim gibi Nilüfer’e uzattı. Beni teşekkür ederek eline alan Nilüfer, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle evine geldi. Günün anısına kurutmak üzere kıvrılmış kollarımı özenle düzelterek okuduğu Ene** adlı kitabının arasına yerleştirdi.

*Soymuk: Damarlı bitkilerin kök, gövde ve yapraklarında, ongun besi suyunu ileten borularla, yakın hücrelerden ve bunların arasını dolduran özek dokudan oluşan tabaka.
**Ene:  “Ben” anlamına gelen ene kelimesi Arapça’da birinci şahıs tekil zamiridir. Kaynak: https://islamansiklopedisi.org.tr/ene