Reklam

Kırık ayna

Kırık ayna
26 Ekim 2021 - 10:28
Hasan Turunç
Hüsnü Dede aynaya bakmayı hiç sevmezdi ama her gün tıraş olmadan da yapamazdı. Küçük yaşta babasını kaybedip bir ailenin yanına bahçıvan olarak verilmişti. Ta o zamandan başlayan zor ve sıkı bir disiplin içindeki yaşamı dört yıl süren askerlik dönemi ve askerlik dönüşü memur olarak devlete hizmet ettiği yıllar boyunca iyice pekişti. İçine işleyen o sıkı disiplinden olacak ki kendine çok özen gösterirdi. Her gün ama o hiç sevmediği mavi çerçeveli eski aynanın karşısına geçip mutlaka tıraşını olurdu. Sadece tıraş olurken mecburen yüzleştiği tek ayna kendi küçük aynasıydı ve bir sonraki tıraşa kadar hiçbir aynanın önünden bile geçmez, başka bir aynaya hiç bakmazdı. Her tıraştan sonra plastik şişe içerisindeki seksen derecelik dolum limon kolonyasıyla adeta yaralarını yakarcasına yüzünü yıkardı. Yüzündeki derin yarayla ilgili hiç konuşmazdı, kimse de bununla ilgili tek kelime etmezdi. Ama ne zaman aklına yaraları gelse söylenerek herkesten kaçar, hızlı adımlarla bulunduğu yerden uzaklaşırdı. Kim bilir belki de her baktığında yaralarını yüzüne vuran aynaya olan küskünlüğü de bundandı. Tıraşını hızlıca tamamladıktan sonra hızlıca kurulanır ve havlusunu aynanın yanındaki üçlü askıya asardı. İtinayla ütülenmiş pantolonunu ve gömleğini giyerek, kravatını özenle bağlardı. Her zaman ceketinin sol iç cebinde taşıdığı küçük kırmızı tarağını çıkarıp aynaya bakmadan saçlarını tarar, ceketinin sağ cebinden küçük esansını çıkarıp sürdükten sonra, akşamdan boyanıp cilalanarak hazırlanmış ayakkabısını ayağına geçirip yola çıkardı. Sürdüğü esansın ağır kokusu yürüdüğü yol boyunca onu takip ederdi.

Hüsnü Dede evde olduğu zamanlarda nadiren de olsa evin avlusunda koşturma cüretinde bulunan torunları dahi hiçbir çocuğa tahammül edemezdi. İş dönüşleri ilk işi evinden Asi Nehrine kadar uzanan ve çifte davarların sürdüğü taze toprak kokulu tarlalarında çocukların ayak izlerini aramak ve çocukların bahçeye girdiğine dair bir ipucuna rastlaması halinde büyük bir hiddetle küçükten büyüğe tüm aile bireylerini sorgudan geçirmek olurdu. Çocukları, torunları ve gelinleri ondan çok çekinir, saygıda kusur etmezlerdi. Huysuzluğunu çok iyi bilen çocuklar akşama doğru işten döndüğünü görür görmez oyunlarını bırakır, panikle kaçışarak evlerine dağılırlardı. Hüsnü Dede aynadaki yarasından nasıl kaçıyorsa, çocuklar da ondan öyle kaçıyorlardı. Sabah olup da Hüsnü Dede’nin işe gitme vakti geldiğinde çocuklar bayram ederdi. Ama bu konuda yaşadıkları acı tecrübeler onlara acele etmemeleri gerektiğini öğretmişti. Yaramazlığa başlamak için Hüsnü Dede’nin gözden kaybolması yeterli değildi. O yüzden onu takip eden ağır kokusunun tamamen dağılmasını bekleyip sokağa öyle çıkarlardı. Çocukların sokaklardaki koşturmacası ve bu kaçışları, Hüsnü Dede’nin memuriyeti ve koca bir neslin çocukluğu boyunca süren tehlikeli ama bir o kadar da keyifli bir oyundu ve bu oyun bir sabah çocuklar yol kenarında her zaman görmeğe alışık oldukları çuvalın üzerindeki yazıyı fark edene kadar sürdü.

Her sene buğday hasadından sonra elde edilen ürün sapından ayrılarak ambara girerdi ve sene boyunca ayda bir çuval buğday öğütülmek üzere un değirmenine gönderilirdi. Çuval evin önünden geçen yolun kenarına bırakılır, oradan ilk geçen dolmuşla değirmene gider ve Hüsnü Dede’nin evine un olarak dönerdi. Bir sabah çocuklar yol kenarında toplandıklarında bir gariplik fark ettiler. Bu sefer yol kenarındaki buğday çuvalının üzerindeki Hüsnü Dede yazısı değişmiş, kalın kömür karası harflerle Emekli Hüsnü Dede olmuştu. Yazının değiştiği gün, yazıyla birlikte her şey ama her şey birdenbire değişiverdi.

Hüsnü Dede, yazıyı yazdığı anda birdenbire yaşlanıverdi, çocuklar çuvalın üzerindeki yeni yazıyı okudukları anda büyüyüverdiler. O gün tıraşını olmak için aynanın karşısına geçen Hüsnü Dede aynanın yenisiyle değiştirildiğini fark etti. O aynayı kimin değiştirdiğini hiçbir zaman bilemeyecekti. Ne olduğunu anlamaya çalışırken aynada yüzünün yansımasını gördü ve gözlerine inanamadı. Yüzündeki yara izi yok olmuştu. Hayretle aynaya bir kez daha baktı. Artık emindi, yarası bir anda iyileşmişti. Gözlerinden akan yaşlara engel olamıyordu. İlk anda bu yaşların iyileşen yarasının sevinç gözyaşları olduğunu sanmıştı ve bir gün eski aynasına, yüzündeki yarasına ve evinin önünde koşturan çocuklara duyacağı derin özlemden gözyaşı dökeceğini henüz bilmiyordu. Hüsnü Dede’nin yıllarca yüzleşmek zorunda kaldığı ve kendi yarası zannettiği şey aslında sadece baktığı aynanın kırık camıydı. Bunu anladığında çocuklar çoktan büyüyüp kırık aynayla birlikte gitmiş olacaklardı. O günden sonra ne kırık aynayı ne de o diyardan göçüp giden küçük yaramaz çocukları gören olmadı.