Reklam

Yalnız kankan

Yalnız kankan
14 Aralık 2021 - 13:00
Gamze Başbülbül
Dışarıda pırıl pırıl bir ilkyaz öğleni, sıcağıyla ve aydınlığıyla çocuk seslerinin içine doğru eriyordu. At arabaları ritmik ve tekdüze bir şekilde sokağı kat ederken, kadınlar onlarca çamaşırı yıkayan, başkalarının çocuklarına bakıp evlerini temizleyip yorulan kendileri değillermiş gibi neşeyle sohbet ediyorlardı. Sokakların havası ve sesleri değişmişti. Neredeyse bir yıldır heyecanla beklenen, dört bir yandan sanatçıların, sirklerin, türlü türlü tuhaflıklar icat eden, kimine göre yarım akıl, kimine göre ise dahi olan mucitlerin akın ettiği büyük fuar haftalardır insanları şenlendirmeye devam ediyordu. Gündüzleri devasa bir sergi ve panayır alanına dönüşen şehir, akşamları bol kırmızılı, ışıklı eğlence salonlarında misafirlerini buluşturuyor, sevecen ve muzip bir anne gibi herkesi kucağında ağırlıyordu.  
Mirabelle, henüz savaşın karanlık ve soğuk yüzüyle tanışmamış bu kentin dumanlı, loş kabarelerinden birinde sahneye çıkıyordu. Neredeyse on yıldır dans ediyordu geceleri, insanoğlunun neşeyle keşfettiği, kutlamalara layık gördüğü bu coşkunluk hali O’nu onu tüketmiş, yüzüne yerleştirdiği zoraki gülümsemenin ardına sanki sonsuz bir bıkkınlık hediye etmişti. Üstelik, hiç de kolay değildi, sabaha kadar bir örnek giyinmiş kadınlarla kol kola girip bacakları havaya kaldırmak, yerleri sertçe tekmeleyip, ağır fırfırlı elbiselerle dönüp durmak. Kendini bilmez, orasını burasını mıncıklayan, yapışkan, suratları sırtlanları andıran müşteriler de cabası.  Mirabelle, şöyle bir hesap yaptığında daha en fazla 4-5 yıl çalışabileceğini, sonra gözden düşüp, tıpkı sabaha karşı sönen o renkli ışıklar gibi yitip gideceğini tahmin edebiliyordu. 
 O gün öğlen vakti anca uyanmış, ağzında hala bir önceki gece hatırı sayılır müşterilerden birinin ikram ettiği şarabın ve etin tadı varken, ılık ve şefkatli suyu vücuduna döküp temizleniyordu. Bir oda ve mutfaktan oluşan eski çatı katı dairesinde, teneke bir sininin içinde, ağır ağır ıslak bir süngerle sildiği kollarına, bacaklarına bakarken, bir yandan da dışarıdaki hayat gibi atmaya başlamış olan kalbini dinleyip gülümsüyordu. Daha geçen ay umutsuzluk ve sevgisizlikten ölecekmiş gibi hisseden kendisi değildi sanki. Fuar, sadece sokaklara değil, çaresizliğinin ve yalnızlığının ortasındaki Mirabelle’e de bir sevinç taşımış, dans ettiği gecelerden birinde genç ve yakışıklı ressamı getirmişti karşısına. Tanıştıklarının üçüncü gününde,  mütevazi dairesinin kapısı çalmış, delikanlı elinde koca bir tabloyla karşısında belirmişti; mavi elbisesi ile tek başına usul usul dans eden Mirabelle.  O gün ve ertesinde, saatlerce konuşmuşlar, şehrin sokaklarını, bir kaleydoskopun içindeymişçesine sürekli değişen, rengarenk meydanları gezmişler, geceleri de daracık ama kendilerine sonsuzluk hissi veren yatakta sevişip birlikte uyumuşlardı. Bir de deniz resmi yapmıştı sevgilisi, geldiği yerdeki sahilleri, çocukluğunu hatırlatan, mavi mavi kokan bir tablo. Ruhunun zenginliğine tezat bir parasızlık içinde olan ressam, ancak en sevdiği üç dört renk boyayı alabiliyor, bazen mukavvalara yaptığı resimlerini satarak geçinmeye çalışıyordu. Ancak tüm bu yoksulluğun bir önemi yoktu onlara göre. Soğukta birbirlerine sokulan kuşlar gibi, hiç ayrılmadan, gezerek, gülerek, birlikte dans ederek bir yaşam kuracaklardı dediğine göre.
Uyuyamadığı gecelerde, tek yoldaşı olan ve kırt kırt sesleriyle kendisine eşlik eden kurtçukların kemirdiği sehpaya renk renk gülleri daha dün akşamdan yerleştirmişti Mirabelle. Kulaklarında bu sefer umut dolu sözler çınlamaya devam ederken, sağda soldaki tek tük eşyalarını, kostümünü kenarda duran anne yadigârı sandığa kaldırmış,  tertemiz vücudundan hala tüten leylak buğusuyla sevgilisini beklemeye başlamış, ancak uyuyakalmıştı.  Pencerenin önünde guruldayıp duran güvercinler, gazeteci çocuğun sesini duyup havalandıklarında güneş batmak üzereydi.   
-Yazıyor, yazıyorrr, kabaredeki cinayeti yazıyor diye birkaç kez bağırdı çocuk sesine çöken acı uğultuyla.  Mirabelle, yarı uykulu, sevgi dolu fısıltılardan, bir meltemi andıran aşk sözcüklerinden sıyırdığı kulaklarını sokağa çevirip, pencereye yaklaştı. Çamaşırcı kadınlardan biri anlatıyordu diğerlerine. 
-Sarhoş fahişenin biri öldürmüş, parasını yaptığı resimle ödemek istedi diye.